Anti-İslamizm ve algı yönetimi

Dünyanın bir yerlerinde birileri birilerini öldürdüğü için tüm Müslümanları töhmet altında bırakmaya çalışanlar Anti-İslamizm'le suçlanabilir. Müslümanlar da "bir Müslüman olarak…" öncülüyle herhangi bir şeyi kınamak zorunda kalmazlar. Böylece savunma pozisyonundan aktif bir şekilde hakkımızı arama pozisyonuna sıçrayabiliriz. İşte o zaman İslam'a karşı verilen algı yönetimi savaşında bir mevzi kazanmaya başlayabiliriz.

Haber Merkezi Diğer

YRD. DOÇ. DR. MEVLÜT TATLIYER - KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİ

Önemli olan hangisidir? Algı mı, hakikat mi? Hakikat tabii ki algıya üstündür. Fakat bulunduğumuz ana hükmeden şey hakikat değil, hakikatin veya hakikat olarak sunulan şeyin gölgesi… Bir gölgeler diyarında yaşıyoruz aslında, Eflatun’un mağarası gibi.

Gölgeler diyarında ise duvara düşen gölgenin neyden yansıdığının bir anlamı yok. Gölgenin sahibi ister gerçek bir tavşan olsun, ister tavşan taklidi yapan bir görünmeyen el olsun, duvara yansıyan şey her iki durumda da bir tavşan gölgesi. İşte bu nedenden ötürü günümüz dünyasında algı yönetimi adında bir gölgeler savaşı yaşanıyor. Zira el marifetiyle algıyı kontrol edebilen önemli bir kazanım elde etmiş oluyor. Ne kadar haklı olursanız olun, eğer mevcut algı haksız olduğunuz yönündeyse şimdilik haksızsınız demektir. Acı ama dünya böyle bir yer. O zaman herhangi bir konuda haksız olanın haklılık payesi elde edebilmesi için yapması gereken şey ne? Algı yönetimi tabi ki… Bu durumda haklı olanın da algı yönetimi yapmasından başka bir çare kalmıyor. Zaten işin vurucu tarafı da şu: Günümüz dünyasında savaşlar algı yönetimi üzerinden veriliyor.

ANTİ-SEMİTİST SUÇLAMA

Algı yönetiminin en önemli enstrümanlarından birisi de kavramlar. Kavramları kontrol eden düşünceyi, dolayısıyla algıyı kontrol edebiliyor. Bunun en vazıh örneklerinden birisi de İsrail’in arkasına saklandığı Anti-Semitizm kavramı. Bir tek kavramla, evet sadece bir tek kavramla, yapılan katliamları eleştirmeye cüret(?!) edebilenler daha baştan savunma pozisyonunda tutuluyorlar. İsrail’in yaptığı katliamlara karşılık olarak onları eleştirenler Anti-Semitizm’le suçlanmayı göze almak durumunda kalıyorlar ve daha baştan eleştirirken kelimelerini uygun bir şekilde seçmek zorunda kalıyorlar. Kelimelerinizi istediğiniz kadar düzgün seçin, yine de Anti-Semitist suçlamasını sineye çekmek zorunda kalıyorsunuz. Arkadaki görünmeyen elin tek bir kavramla kurduğu piyes işte böyle etkin çalışıyor. Zalimlik eden tek bir el marifetiyle mazlumluk payesine kavuşuyor ve perde iniyor.

Algı yönetiminin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için sesinizin de çok gür çıkması gerekiyor. İşte medya da özellikle burada devreye giriyor. Günümüz dünyasında medyayı ordu kadar önemli gördüğümü belirtmeliyim. Zira artık savaşlar meydanda değil, daha çok medyada veriliyor ve birçok savaş da medyada başlayıp medyada bitiyor. Meydanlardaki “düşük yoğunluklu” savaşların büyük bir kısmı da sadece ve sadece medyadaki savaşı kazanabilmek adına veriliyor. Zira medyadaki savaşı kazanan algı yönetimini de kazanıyor. Algıya hükmeden de görünürdeki hakikate hükmediyor.
Soğuk savaşın sona ermesi ile birlikte Batı’nın kendisine düşman olarak İslam’ı seçtiği yönünde birçok görüş serdedildi. 11 Eylül 2001’i bu savaşın başlatıldığı tarih olarak verebiliriz sanırım. İslam ile terörü eşitleyebilmek adına da o zamandan bu yana bütün algı yönetimi kanalları kullanılıyor. Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Mali… Ve daha birçok ülke de bu algı yönetimi sayesinde Batılılarca harabeye çevrilebiliyor. Söz konusu olan şey çıkarları ve görünürdeki hakikati çıkarlarına uydurabilmek için de her şeyi yapıyorlar.

MÜSLÜMANLAR NE YAPMALI?

Peki, biz Müslümanlar ne yapıyoruz? Algı yönetimindeki pozisyonumuz ne yazık ki çoğunlukla yönetilen olmak. Çoğunlukla savunma pozisyonunda kalıyoruz. Ve bu da gittikçe mevzi yitirmemize neden oluyor. Atağa geçemiyoruz. Atağa geçemememizin sebeplerinden birisi de algı yönetimi konusuna gereken önemi vermememiz. Bu konuda anahtar bir role sahip olan kavram oluşturma konusuna da hiç eğilmiyoruz.

Paris’te bir mizah dergisine saldırı düzenlendi ve ondan fazla insan öldü. Akabinde, tüm dünyada, bir taraftan Batılılarca İslam eşittir terörizm hezeyanını destekleyici algı yönetimi çalışmaları yapıldı, diğer taraftan da birçok müslüman saldırının sorumluluğunu Müslüman olduğu için üstüne aldı.
Batılıların öldüğü hemen her saldırıda dünyanın dört bir tarafından birçok Müslüman “bir Müslüman olarak bu saldırıyı kınıyorum” diyor. Böylece, nedense dünyadaki 1.5 milyar Müslüman, bilmediğimiz bir yerde bilmediğimiz kişilerce yapılan bir saldırı yüzünden sorumluluk altına sokulmaya çalışılıyor sadece ve sadece Müslüman olduğu için. Böylesine apolojetik bir yaklaşım da İslam eşittir terörizm sapkınlığına hizmet ediyor o veya bu şekilde ne yazık ki. Zira saldırıyı sadece kınamak yeterli olmuyor, “bir Müslüman olarak” kınamak gerekiyor. Saldırının bir Müslüman olarak kınandığı vurgulanırken de şu denmeye çalışılıyor: Ben o Müslümanlardan değilim. Ben başka türlü bir Müslümanım. Peki, kaç tane İslam var? İslam bir tane, Müslümanlık da öyle. Fakat bu apolojetik yaklaşımla İslam ikileştiriliyor ve çok üzücü bir şekilde bu iki İslam’dan bir tanesi terörizmle birlikte anılır hale geliyor. Peki, bir Müslümanın hangi tür İslam’ın temsilcisi olduğunu Batılılar nasıl anlayacak? Cevabı tüm dünyada görüyoruz. Avrupa’da camiler kundaklanıyor, Müslümanlar hemen her yerde tacize uğruyor. Ve işler iyiye değil, daha da kötüye gidiyor.

İSLAM’A KARŞI ALGI YÖNETİMİ

Algı yönetiminde yönetilen olmak bizim için çok lüks. Artık aktif bir şekilde elimizi taşın altına sokup hakikat olarak gösterilenin gölgesine karşı hakikatin gölgesini inşa etmemiz gerekiyor. Bunun için de oynanan algı yönetimi oyununda elimizi güçlendirmemiz gerekiyor. Bu yüzden de STK’larımıza ve medyamıza büyük bir görev düşüyor.

Bugün tüm dünyada Müslümanlar sırf Müslüman olduğu için eziyete uğruyor ve sırf Müslüman oldukları için hayatlarının bir kıymet-i harbiyesi yok. Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulümden, Kuzey Afrika ve Batı Asya’da (Ortadoğu değil) her gün öldürülen yüzlerce Müslüman’a, oradan da Batı’da tacize uğrayan, aşağılanan, öldürülen Müslümanlara kadar. Bunun adı açık bir şekilde İslam düşmanlığı ve bizim de bu durumu uluslararası düzlemde kavramlaştırmamız gerekiyor. Medyadaki algı yönetimi savaşında bunu yapmaktan başka bir çaremiz bulunmuyor. Bu kavram da çok rahat bir şekilde (bu sefer haklı olarak) Anti-İslamizm olarak ifade edilebilir. 
Dünyanın bir yerlerinde birileri birilerini öldürdüğü için tüm Müslümanları töhmet altında bırakmaya çalışanlar Anti-İslamizm’le suçlanabilir. Müslümanlar da “bir Müslüman olarak…” öncülüyle herhangi bir şeyi kınamak zorunda kalmazlar. Böylece savunma pozisyonundan aktif bir şekilde hakkımızı arama pozisyonuna sıçrayabiliriz. İşte o zaman İslam’a karşı verilen algı yönetimi savaşında bir mevzi kazanmaya başlayabiliriz.