|

'İsrail'in kuruluş dönemi'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Taha Kılınç köşesine Filistin davasını taşıdı. Mehmet Acet, Özlem Albayrak, Fatma Barbarosoğlu ve İbrahim Tenekeci de gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
08:48 - 28/06/2017 Çarşamba
Güncelleme: 09:06 - 28/06/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Taha Kılınç, Fatma Barbarosoğlu, Özlem Albayrak, Mehmet Acet, İbrahim Tenekeci.
Taha Kılınç, Fatma Barbarosoğlu, Özlem Albayrak, Mehmet Acet, İbrahim Tenekeci.

Taha Kılınç, Mehmet Acet, Özlem Albayrak, Fatma Barbarosoğlu ve İbrahim Tenekeci'nin yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

'Tarih tekerrür etmiş tamamen'


Başlıktaki ifade, İsrail’de kendilerine ‘Yeni Tarihçiler’ denilen akıma mensup isimlerden Avi Shlaim’in Türkçe'ye çevrilen son kitabının adı (Tercüme: Muttalip Tütüncü, Küre Yayınları). Kitabın alt başlığı ise şöyle: Kral Abdullah, Siyonistler ve Filistin’i Taksim Siyaseti, 1921-1951.Filistin meselesiyle ilgili dilimize kazandırılan en sağlam kaynak metinlerden biri olan eserin içeriğine geçmeden önce, ‘Yeni Tarihçiler’ ve Avi Shlaim hakkında kısa bir bilgi vermek yerinde olur. 1980’lerin ikinci yarısında İsrail devlet arşivlerinin kamuya açılmasıyla birlikte, bir grup tarihçi araştırmalarını Siyonizm’in kökenlerine ve İsrail’in kuruluş sürecine yoğunlaştırdı. Aralarında Benny Morris, Simcha Flapan, Ilan Pappe ve Avi Shlaim gibi isimlerin bulunduğu bu grup, İsrail resmi tarihinin birçok yalanı ve miti barındırdığını ortaya çıkardı. Örneğin, Filistinli Araplar hiç de öyle resmen iddia edildiği gibi kendiliklerinden yurtlarını terk etmemişlerdi; aksine Siyonistlerin sistemli tehcir, tedhiş ve katliamlarına maruz kalmışlardı. Yine, Araplar İsrail’i boğmak ve yok etmek üzere örgütlenmiş yekpare bir oluşum değildi; aksine, Arap dünyasındaki bölünmüşlük ve iç çekişmeler, İsrail’in kuruluşuna giden yolda Siyonistlerin elini rahatlatmıştı.


'Onlar sizi işitirler ama cevap veremezler'


Bizim Kanal 7’den Mustafa Çelik’in, yakası ancak özel ve derinleşen sohbetler sırasında açılan özlü sözleri vardır.Toros Dağları'nın yaylalarında tek çeşit yemek yiyerek 100 küsur yaşını geçirmekte olan annesinden ‘hikmet transferi’ yöntemiyle oğula geçtiğini düşündüğüm özlü sözlerden bahsediyorum. Mesela, zor bir zamanda anne, oğluna şöyle bir öğüt vermişti: “Oğlum o kadar tasalanma. Gök yere düşse el kadar parça da senin başına düşer”. Şöyle bir sözü icat edip kullanmak için bir kütüphane kitap devirmek yeterli olur mu bilmiyorum.  Mustafa Bey bir gün güzel bir laf etmişti: “Dedeler, torunlar dünyaya gelince en çok ‘neslim devam ediyor’ diye sevinirler.” Bayram buluşmalarında babamla oğlum arasındaki dede-torun ilişkisi üzerinde gözlem yaparken hep bu söz aklıma gelir.


'Kutlanan' bayram giriyor


Bayramları idrak etme üslubumuzu, “bayram haberleri”nin  doğrudan etkilediğini düşünüyorum. Pek çok konuda olduğu gibi bayramlarımıza da medya mihmandarlığında vasıl oluyoruz. Medya, bayramları bir taraftan tatil imajı üzerinden pazarlarken bir taraftan da bayramların eskide kaldığına bugün hiç kimsenin bayram yapmadığına ikna etmeye çalışıyor bizi. (Bkz. Bütün İstanbul Bodrum’a akın etti. Oysa kendi köyüne, doğduğu şehre giden başka “başka İstanbul”lar da var.)Pazartesi günü başladığımız “yapılmamış söyleşi”nin soruları üzerinden  bayram üzerine fikrimizi yormaya devam edelim. Buyurun: Bayram gibi aileleri bir araya getiren, toplumda sevgi, hoşgörü, yardımlaşma gibi duyguları körükleyen günlerin sosyolojik açıdan önemi nedir? Bayramlar toplum için neden önemlidir?  İbadetler söz konusu olduğunda sosyolojik açıdan önemini konuşmaktan ziyade, metafizik boyutunu konuşmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sosyolojik boyutunu konuşmaya kalktığımız zaman bize gösterilen toplu resmi tasvir etmeye çalışarak sosyolojik analiz yaptığımızı zannediyoruz daha ziyade. Sosyolojik analiz değince işin içine idrak edilen bayram değil “kutlanan” bayram giriyor.


'Sınıflandırma' görevini yerine getirdi


Ramazan Bayram’ını uğurladık. Ama ilk günkü canlılığını, manevi tazeliğini kaybetmiş olsa da, bu yazının yazıldığı saatlerde madden/teknik olarak sürüyordu.Bayramların ilk günleriyle son günleri coşku açısından aynı değil. Bayramlar büyükler ve küçükler için de aynı değil. Bu kutlamalar, varoluşları ve işlevleri açısından da ayrışıyor. Bayramlar mesela dini ve milli olarak ayrılır, modern öncesi ve modern dönem kutlamaları olarak tasniflenebilir; ritüeli şöyle olan ya da böyle olan diye sınıflandırılabilir. Ancak şurası ortak: bayramlar tüm toplumlarda ve tüm zamanlarda varolan bir gelenek. İçeriği ve biçimi ne olursa olsun, bayramların sosyolojik bir işlevi var yani, Durkheim’ın 1800’lerde tespit ettiği gibi. Sözkonusu olan dini bayramsa mesela, ortak bir inancın mensuplarından oluşan ümmetin birliği, dirliği ve selametini sağlamak gibi bir işlev üstlenir; bahsi edilen seküler ya da milli bir bayramsa, o da kitlelerin ortaklık ve birlik tuğlaları arasındaki harç olarak görev icra eder.


'Dünya ne kokuyor? Düşünmeye değer'


Ramazan ayının son günleri. Profil Kitap’ın iftarındayız. Genç edebiyatçıların Süleyman Çobanoğlu’na imrenilecek bir ilgisi var. Onunla konuşurken hepsinin gözleri parlıyor. Sesleri bile seviniyor. İçimden ‘güzel ağırlık’ diyorum.Peki bu ilgi neden, nereden kaynaklanıyor? Süleyman Çobanoğlu gazetede yazmıyor, televizyonda program yapmıyor. Herhangi bir medya kuruluşunda yönetici değil. Dergi çıkarmıyor. Bir yayınevinde editörlük gibi görevi de yok. Devlet katında yer almıyor, ajans işleriyle ilgilenmiyor. Yılda üç veya dört şiir yazıp yayınlıyor, hepsi bu. Geçimini temin etmek için de senaristlik yapıyor. Yani çevresindeki insanlara dostluktan, itimattan ve sanattan başka verebileceği bir şeyi bulunmuyor. Meziyet ve şahsiyet işte burada karşımıza çıkıyor. Mevkiden makama, ilişkiler ağından imkânlara kadar her şey gelip geçer, meziyet ve şahsiyet kalır. Emek ziyan olmaz. Eser unutulmaz. İzzet solmaz. Hemen yazalım: İzzete hasımlık edenler bizden değildir.


#​Taha Kılınç
#Mehmet Acet
#Özlem Albayrak
#Fatma Barbarosoğlu
#İbrahim Tenekeci
7 yıl önce