|

'Kutü’l-Amare Zaferi neden unutturuldu?'

Yeni Şafak yazarlarının Türkiye ve dünyadaki gündeme dair analizlerini sizler için özetledik... Mustafa Armağan köşesinde Kutü’l-Amare Zaferi'nin neden unutturulduğunu açıkladı. İsmail Kılıçarslan, Hayrettin Karaman, Yusuf Kaplan ve Abdullah Muradoğlu'nun gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Yeni Şafak
09:08 - 30/04/2017 Pazar
Güncelleme: 09:27 - 30/04/2017 Pazar
Yeni Şafak
İsmail Kılıçarslan, Hayrettin Karaman, Mustafa Armağan,   Abdullah Muradoğlu ve Yusuf Kaplan.
İsmail Kılıçarslan, Hayrettin Karaman, Mustafa Armağan, Abdullah Muradoğlu ve Yusuf Kaplan.

Mustafa Armağan, İsmail Kılıçarslan, Hayrettin Karaman, Yusuf Kaplan ve Abdullah Muradoğlu'nun yazılarının en dikkati çeken bölümleri:

Şimdi anladınız değil mi?

2.Dünya Savaşı'nın ardından İngiliz-Amerikan yörüngesine girdiğimiz 1945-46'lar Türkiye açısından keskin bir kırılma noktasıdır.Elimde İngiltere'nin propaganda amacıyla bastırıp dağıttığı Cephe dergisinin Nisan 1946 tarihli kapağı… Manşet: “Muavenet muhribi donanmaya katıldı." İngiltere, 2. Dünya Savaşı'ndan önce sipariş ettiğimiz ve muhtemelen parasını da ödediğimiz muhriplerimizden birini kullanıp eskittikten sonra törenle teslim ediyordu! Tıpkı ilk Dünya Savaşı'ndan önce sipariş verdiğimiz iki zırhlımıza el koyduğu gibi, gasp alışkanlığını devam ettirmiş ve yapımı bittiği halde muhriplerimizi teslim etmemiş, şimdi savaşı kazandıktan sonra teslim ediyordu.Bu, Türkiye'nin İngiliz hâkimiyetine geçişinin töreni de sayılabilir. Nitekim ardından İngilizcenin yaygınlaştırılmasının yanı sıra silahlı kuvvetlerimizde ABD ile ortak restorasyonu İngiltere tarafından gerçekleşecekti. İşte tam bu sıralarda ordumuzda 1916 yılından beri devam edegelen bir tören de sessiz sedasız kaldırılıyordu.

Ama bizim için bir açıklaması var tabii: Eceli gelmiş

O sabah da her sabahki gibi uyandı. O sabah da her sabahki gibi kahvaltısını etti. O sabah da her sabahki gibi çayını doldurup odasına çekildi ve o odadan bir daha sağ olarak çıkamadı.O halde sorumuz şudur: Kemal abi niçin öldü?Onun gibileri tanımlamak için sığınabileceğimiz ilk kelime 'uyumsuz' sözcüğüdür. Dünyaya bir türlü uyamamak… Dünyanın vadettiği düzene bir türlü uyum sağlayamamak… Herkesin 'önemli', 'mühim', 'hayatî' bulduğu şeyleri elinin tersiyle itivermek kenara. Çünkü dert sahibi olmak… Çünkü derdini sevmek… Çünkü derdini sevebilmek için geriye kalan ne varsa hepsini uzaktan sevmek…Bütün bunlar bir insanın ölmesi için yeter sebep değildir elbette. Fakat yaşaması için gereken enerjiyi de bütün bunlardan alabildiğini söylemek zordur.O halde sorumuz hala şudur: Kemal abi niçin öldü?

Müslümanlara “İslamcı” denmiş...

"Müslüman”, dini İslam olan kişi demektir.“İslamcılık” hangi tarihte ve kimler için kullanılmış olursa olsun “bir kısım Müslümanın belli bir misyonu, ameli, hareketi, aksiyonu” demektir.“Panislamizm” genellikle İslamcı diye nitelenen fikir ve hareket ricalinin ortaya atıp savundukları, gerçekleştirmek için çaba gösterdikleri, İslam topluluklarının bir şekilde birleşmelerini savunan tezin ve teorinin adıdır.Bunlar tutunmuş, hakkında kütüphaneler dolusu kitaplar, makaleler, tezler yazılmış kavramlardır. Şunu alalım, bunu atalım demekle alınamaz ve atılamaz.Hayatın bütününde İslam'ın egemen olduğu bir toplumda ve devlette bütünüyle veya bir kısım hayat düzeni için “İslam yerine şunu alalım” diye ortaya çıkan, İslam'a karşı onu savunan, bunun için örgütlenen, mücadele eden bir topluluk ve kuruluş bulunmaz. Bu olmayınca da “İslamcı olan Müslüman” ile mesela “Laik Müslüman”, “Sosyalist Müslüman”, “Irkçı”, “Turancı, “ Batıcı” olan ve olamayan Müslüman şeklinde terimlere ihtiyaç duyulmaz.

Yükümlülük bilinci...

Balkanlar öksüz bir asırdır...Kafkaslar, Türk dünyası, Arap dünyası sahipsiz...Hepsi de Türkiye'ye bakıyor, Türkiye'nin toparlanması, ayağa kalkması ve İslâm dünyasını yeniden toparlaması için dua ediyor Türkiye'ye.Yükümüz ağır, yükümlülüğümüz büyük.YÜKÜMLÜLÜK BİLİNCİ...Yükümüzün ağırlığı ve yükümlülüğümüzün büyüklüğünün bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor...Bendeniz bu bilinçle hareket etmeye çalışıyor, karınca kararınca bir kıvılcım çaktırmak için çırpınıp duruyorum; hem Anadolu'yu hem de Balkanlar'ı dolaşıyorum son bir aydır...Konferans üstüne konferans, sohbet üstüne sohbet ve bitmek bilmeyen, bitmesi istenmeyen, bitmesini istemediğimiz gece yarılarına kadar süren doyumsuz muhabbet...

'Savaş kaçınılmaz mı?' başlığı taşıyordu

Fransız jeopolitika uzmanı Yves Lacoste'nın meşhur bir kitabının başlığı “Coğrafya Her Şeyden Önce Savaş Yapmaya Yarar”idi. Ziyadesiyle kışkırtıcı bu başlık bugünlerde en fazla “Kuzey Kore” için kullanışlı bir ifade. ABD Başkanı Trump “Kore yarımadasına çok güçlü bir filo gönderiyoruz” demişti. Trump, uçak gemisi “USS Carl Vinson” eşliğinde bir savaş filosunun Pasifik sularında seyir halinde olduğuna gönderme yapmıştı. Gerçi filonun rotasının-ortak tatbikat için-Avustralya olduğu anlaşıldı ama bu arada nefesler tutuldu. Trump yönetimi askerî müdahale dahil tüm seçeneklerin masada olduğunu bildirmeye devam ediyor.Bu gerilim sahneleri Ekim 1962'deki “Küba füze krizi”nin adeta yeni bir versiyonu. 13 gün süren kriz sırasında ABD, Küba'yı denizden abluka altına alırken, “Sovyetler Birliği”ne ait savaş gemileri Atlantik sularında adaya doğru seyir halindeydi. Kriz, ABD Başkanı Kennedy ile Sovyet Lideri Kruşçev'in uzlaşmalarıyla son buldu. Güya dünya bu iki liderin sağduyulu davranmalarıyla nükleer savaşın eşiğinden döndü. Gerçekteyse “Küba Krizi” iki süper güç arasındaki “gizli pazarlık” ile nihayete erdi. Bu pazarlığa göre Moskova Küba'daki Sovyet füzelerini, Washington ise İzmir'deki Jüpiter füzelerini sökmeyi kabul etmişti. Sonraları bu pazarlığın deşifre olması Küba ve Türkiye'de 'sözde müttefikler'e güveni çokça sarsmıştı.

#​Mustafa Armağan
#İsmail Kılıçarslan
#Hayrettin Karaman
#Yusuf Kaplan
#Abdullah Muradoğlu
7 yıl önce