Türkiye 16 Nisan’da tarihinin 7. Referandumunu gerçekleştirdi. Bugüne kadar gerçekleştirilenlerle kıyaslandığında, gerek sivil bir ortamda yapılması ve gerekse yönetim sistemine dair en kapsamlı değişimi içermesi açısından son referandumun diğerlerinden çok daha önemli sonuçlar doğuracağı söylenebilir.
Referanduma neden ihtiyaç duyulduğu ve ne tür yenilikler getireceği yeterince tartışıldı (İlgilenenler, bu satırların yazarı tarafından kaleme alınan “Etkin, İstikrarlı, Güçlü bir Türkiye İçin Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Nedenler, Tespitler, Beklentiler” isimli çalışmaya bakabilir). Bu nedenle bu yazıda halk oylamasının anlamı ve milletimizin verdiği mesajlar üzerinde durulacaktır.
Dünyaya örnek olacak olgunlukta bir oy verme süreci: Daha önceki anayasa görüşmeleri sırasında, CHP’nin “Başkanlık” içeren hiçbir teklifi tartışmayacağına dair sert açıklamalarına ve Meclisteki gergin tartışmalara rağmen, AK Parti ve MHP oyları ile Meclis'ten geçtikten sonra referandum sürecinin görece büyük bir olgunlukla geçtiği söylenebilir. Elbette böylesine köklü bir sistem değişimini içeren bir halk oylamasının belirli bir gerginlik yaratması olağandır. Ama bazı AB ülkelerinin adeta Evet’i yasaklayan, Hayır’ı teşvik eden atlı, itli müdahaleleriyle kıyaslandığında, Türkiye’deki sürecin oldukça demokratik bir olgunlukla geçtiği rahatlıkla söylenebilir. Oy günü de, Diyarbakır’daki, seçimden değil, aileler arasındaki husumetten kaynaklanan ölümlü olay dışında ülke çapında herhangi bir taşkınlık yaşanmamıştır. Bu çerçevede 1876’lara kadar geriye giden demokrasi tecrübemizin oldukça kök salmış olduğunu bir kez daha gözlemlemiş olduk.
İç ve dış müdahalelere fazlası ile açık, istikrar üretmeyen Parlamenter Sistem yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin yoluna devam edecek olması. Kuşkusuz referandumun en büyük anlamı, Türkiye’nin Osmanlı’dan günümüze düşe kalka yürütmeye çalıştığı ama nerede ise her on yılda bir kesintiye uğrayan ve artık kendisini taşıyamayacak olan parlamenter sistemi geride bırakmasıdır. Diğer anlamı ise milletimizin, Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nde, Türkiye’nin, geldiği noktadan daha ileri taşınacağı, sorunlarını daha hızlı çözeceği, iradesine daha rahat sahip çıkacağı, etkin ve istikrarlı bir yönetime kavuşacağı inancıdır.
Diktatörlük, eşitsiz kampanya tartışmaları beyhudedir: Millet hiçbir zaman çantada keklik değildir. Hizmet üreterek kendisini daha ileriye taşıyacak bütün partilere açıktır. Halk oylaması %51.41 Evet, %48,39 Hayır ile sonuçlanmıştır. Türkiye’de ve bazı ülkelerde Hitlervari yalan ve çarpıtma kampanyaları ile Türkiye’de diktatörlük olduğu iddia edilmektedir. Sonuçların birbirine bu kadar yakın olduğu bir diktatörlük ülkesi mümkün müdür? Öyle ki, halk oylamasını milletin önüne getiren AK Parti ve MHP Genel Başkanlarının oy kullandıkları sandıklardan bile “evet” oyu çıkaramadığı bir diktatörlük!
Demokratik ülkelere bakıldığında, son zamanlardaki seçimlerin genellikle %48-52 bandında sonuçlandığı görülmektedir. Amerika’da Trump’ın, Fransa’da Hollande’ın seçilmeleri, İngiltere’nin AB’den çıkma kararı bu duruma örnek olarak verilebilir. Açık ve rekabetçi toplumlarda, iki aday ya da iki tercih sunulduğunda, seçmen seçim öncesi ittifak yapabilmekte, bu durumda da seçimler birbirine yakın oranlarla sonuçlanabilmektedir. Yakın oranlar iktidar ve muhalefet partilerine, iktidarın değişken olabileceğini, daha kuşatıcı politikalar izlemeleri gerekliliğini hatırlatması açısından anlamlıdır.
Yüksek katılımın anlamı: En kurucu Meclis, en kurucu irade millettir. Türkiye’de bazen “kurucu meclis” tartışması açılarak, her meclisin anayasayı değiştiremeyeceği ifade edilir. Böylelikle seçilmiş meclislerin anayasa yapamayacağı ama darbe ile oluşturulan organların anayasa yapabileceği zımnen kabul edilmiş olur. Bu halk oylaması sırasında da Meclis’in böyle bir yetkisinin olmadığı, değiştirilen maddelerin ilk dört maddeye aykırı olduğu gibi argümanlar dile getirilmiştir. Milletimiz bu tartışmalara hiçbir prim vermediğini, kendisine sorulduğunda bu konularda her türlü yetkiye sahip olduğunu, bu anlamda en kurucu Meclis’in, en kurucu iradenin kendisi olduğunu, %85.46’lık gibi çok yüksek bir katılım oranı ile ortaya koymuştur. Aksi takdirde, seçimi boykot etmesi ya da çok daha düşük oranla bir katılması beklenirdi.