|

Aslolan hikayedir

Mustafa Çiftci’nin altı öyküden oluşan ‘Ah Mercimeğim’de tabiri caizse okuru karşısına alıyor ve başlıyor anlatmaya, duraksamadan, hikayeden kopmadan, eveleyip gevelemeden, hatasız. Kitabı okurken ne kahkahalarla gülebiliyorsunuz ne de ağlayabiliyorsunuz. Sadece insana ait olanı hissediyorsunuz.

Yeni Şafak
17:05 - 12/04/2017 Çarşamba
Güncelleme: 17:09 - 12/04/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
Aslolan hikayedir
Aslolan hikayedir
ARDA AREL
Mustafa Çiftci’nin yeni öykü kitabı “Ah Mercimeğim” geçtiğimiz ay İletişim Yayınlarından çıktı. Kitap, altı öyküden oluşuyor. Yazıma başlamadan peşin peşin öveyim; “Ah Mercimeğim”, tek solukta keyifle okuyabileceğiniz, sonrasında ise uzun süre etkisini üzerinizden atamayacağınız bir kitap.

“İnsanın içinde bir ses varmış, öğrendim. O ses hiç susmazmış, öğrendim.”

Kitabın ilk öyküsü, kitaba ismini de veren “Ah Mercimeğim”… Öykü, henüz ilk sayfadan okurunu büyük bir içtenlikle kucaklıyor. Bu içtenliği sağlayan ilk şey, hikâyenin yüzde yüz yerli ve milli oluşu. Bu topraklarda yaşayan her insan, öyküde tanıdık diyaloglarla ve aşina hissiyatlarla karşılaşacaktır. Kucaklayıcılığın ikinci ve belki de en önemli unsuru ise, Mustafa Çiftci’nin o meddah dili ki yöreye yabancı birine dahi kitabı keyifle okutur. Kitapta Çiftci, tabiri caizse okuru karşısına alıyor ve başlıyor anlatmaya; duraksamadan, hikâyeden kopmadan, eveleyip gevelemeden, hatasız…

HÜZÜNLÜ BİR AŞK

“Onlar anlamasa da ben anlardım ve bilirdim ki benim suyuma Aslı diye bir mürekkep damlamıştır.”

“Ah Mercimeğim”, hüzünlü bir aşk hikâyesi, bir dram ve her başarılı dram gibi içinde yeterli miktarda kaliteli mizah barındırıyor. Okurun sinüslerine demir bir bilye koyuyor. Ne kahkahalarla gülebiliyorsunuz, ne de ağlayabiliyorsunuz, sadece insana ait olanı hissediyorsunuz.

“Karanlık yerde babaya sarılmak kolaydı. Oda ışıklı olsa cesaret edip yüzüne bakamazdım ama karanlık, elimden tuttu.”

Kitabın ikinci öyküsü “Baba Neredesin?”… Öykü, bir baba oğul hikâyesini ele alıyor. Yıpranmış bir aile ve bu aileyi ayakta tutmaya çalışan on yaşındaki oğulları. Karakterlerin kurduğu hayaller ve yaşadıkları hayal kırıklıklarıyla Çiftci, bu öyküde de insanın hâllerini anlatmaya devam ediyor. Başarılı yazar, yakaladığı damarın farkında ve okur hikâyenin hazır lezzetini almışken, üçüncü öyküde “Bacanaklar” diyor. “Bacanaklar” bir arkadaşlık hikâyesi ki yine çok tanıdık bir suretle karşımıza çıkıyor. Öyküyü okurken, o dostluk kolunu omzumuzda hissediyoruz. Bu öyküye dair ek olarak şunu da söyleyebilirim; “Bacanaklar” öyküsünün finali -tabii “Ah Mercimeğim” öyküsünü ayrı bir yere koyacak olursak- beni en çok etkileyen final oldu.

“Zakir gülünce, babası da güler, sarılırdı ona. Zakir o zaman koklardı babasını. Düşün bak o ter kokan ihtiyarı koklardı Zakir.”

“Bahar Eyyamında Bülbül Sesinde” kitabın dördüncü öyküsü. Öykü, kitabın en başarılı girişlerden birine sahip ve bir kez daha aile üzerine kurulu; öyküde, Cabir ustanın, karısı İfakat’ın ve oğlu Arif’in gelgitli hikâyesini okuyoruz. Nitekim bu sefer bir doz da olsa mutlu son bizleri rahatlatıyor. Beşinci öyküde Çiftci, “Köfte Ekmek” diyor ve esnaf bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Ve son öykü; “Uykucu Duman ve Ben”… Hemşirelik okuyan bir kızın, geçmişi omzunda taşıyan ihtiyar ev sahibesi ile hikâyesi… “Uykucu Duman ve Ben” bir fitne sonucu vakitsiz dağılan birkaç yaşamı anlatıyor. Çitci’nin kaleminden, belki de ilk defa bu kadar yürek burkan bir öykü okuyorsunuz.

“Eline bir süpürge alıp sapıyla tavana vurdu. Yukarıdan bir ayak sesi duyuldu. Üst kat ev, alt kat dükkândı. Gelen Türkan’dı.”

ÇEKİRDEK AİLE ÖN PLANDA

Mustafa Çiftci’nin kullandığı dilin iyi olması yanında işlediği konu itibarıyla da okuru tutuyor. Çiftci hikâyelerinde neredeyse her zaman çekirdek aileyi ön planda görüyoruz. Bununla birlikte öykülerdeki esas mesele ise sevda ve yoksulluk oluyor.

“Üzerine bir hırka geçirmiş. O hırkayı şu benim uyduruk bacılarım giyse çala çaput olur. Ama o hırka Aslı’da sütlü kahve üzerindeki köpük gibi olmuş.”

Öykülerin tamamı İç Anadolu’da yahut daha doğru bir tabir ile bozkırda geçiyor. Öykünün geçtiği yöreye ait yemeklerin öyküye girişiyle, yazar tarafından bizzat yer belirtilmese de mekânın neresi olduğuna dair fikir sahibi olabilirsiniz. Yerel kelimelerin kullanımıyla beraber samimi bir anlatıcıdan hikâyeyi dinlemek, öykülerin değerini kat be kat artırıyor. Bu minvalde baktığımız zaman Mustafa Çitci öyküsü, Mustafa Kutlu hikâyeciliği ile ciddi benzerlikler gösteriyor.

“Ama bu sakinlikte somurtmak yoktu, sütlaç gibi bir sakinlikti. Sütlaç süt gibi değildir. Duruşu ağırdır.”

Çiftçi öykülerinde, hikâyenin geçtiği döneme ait keskin ipuçlarına da rastlayabilirsiniz. Hatta bundan yıllar sonra öğrenciler, akademisyenler geriye dönüp Çiftci öykülerinin üzerinden kültürel, sosyolojik ve siyasi olarak dönem ve Türkiye tahlili yapabilirler. Çitci öyküsünün bu yanı, onu uzun vadede daha da kıymetli kılacaktır.

“Anam anlamıyordu hiçbir şey. Ben kafamda planı çizmiştim. Gün sayıyordum. Seçimler bitsin, Özal’ın yukarıda kavuşturduğu kolları gibi ben de Aslı’ya kavuşacaktım.”

Başta Çiftci’nin öykülerini tek solukta okunacağını söylemiştim, ben tek solukta okudum. Bunda atmosferin etkisi kesinlikle göz ardı edilemez, buram buram Anadolu’yu soluyorsunuz, eyvallah. Anlatıcı kuvvetli, hatasız bir meddahlık var, üstelik dil fevkalade akıcı, eyvallah. Ancak, fikrimce hepsinden önemli bir şey var. Bir edebi eseri kaliteli, dolayısıyla da kalıcı yapacak en önemli şey hikâyenin gücü. Mustafa Çiftci’nin bizi nakavt ettiği yer hikâye. Sallanmayan, dim dik duran hikâyeler… İnsanın hâllerini anlatan hikâyeler… Bize ait olan hikâyeler… Bu vesileyle bir kez daha anlamış oldum biçim ve oyunlardan de öte, aslolan her zaman hikâye imiş.

  • KİTABIN KÜNYESİ
  • Ah Mercimeğim
  • Mustafa Çiftci
  • İletişim Yayınları
  • Mart 2017
  • 107 sayfa
#ah
#mercimeğim
7 yıl önce