|

Bilinç yaraları

İnsan, iç ve dış, öznel ve nesnel, kişisel ve siyasal bir bütünlüğün ifadesidir. Özel hayat-kamusal hayat ayrımı, insani varoluşun bütünlüğüne yönelik modern-seküler bir saldırıdır. Aziz İslam’ı özel hayata hapseden her yaklaşım, bugün olduğu gibi belirleyici olduğunda, Müslümanların, İslami esaslar-ilkeler-yasalar dahilinde, toplumsal-siyasal bir varlık olarak kendilerini gerçekleştirmeleri mümkün olamaz.

Yeni Şafak ve
04:00 - 2/10/2017 Pazartesi
Güncelleme: 03:53 - 2/10/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

İslam dünyası toplumlarında halen etkili olan statükocu, konformist, muhafazakâr yapılarla, dil ve söylemle İslami anlamda bir özgürleşme, özgürleştirme mücadelesi yürütülemiyor, gerçekleştirilemiyor. Konformist-muhafazakâr yapılar, dil-söylem, bu tür bir mücadelenin gereğine inanmıyor, İslami anlamda özgürlüğe ihtiyaç duymuyor. Bu nedenledir ki, bugün toplumlarımızda, İslam’ın dünyayı/hayatı/tarihi/toplumu/siyaseti biçimlendirme misyonunu kaybettiği yönünde, söylenilegelen/konuşulagelen sömürgeci/kolonyalist klişeler belirleyici olabiliyor.

Popülizmlerin, hamasetin, milliyetçiliklerin sistematik bir şekilde yükseldiği, yükseltildiği toplumlarda düşünceye, tefekküre, eleştiriye hayat hakkı tanınmadığı için, sözün/gerçeğin/hakikatin ifadesi olmakta ciddi zorluklar yaşıyoruz.

Hamasetin yükseldiği/yükseltildiği toplumlarda, düşünsel yoksulluklar derinleşiyor.

TEKELİ ELİNDE
TUTANLAR VE ÖTEKİLER

Toplumlarımız, bir yanda, sümürgeci-kolonyalist tecrübenin açtığı bilinç yaraları, kültürel yaralar, anlamların yaralanması gibi çok derin sorunlarla karşı karşıya bulunurken, bir diğer yanda da hamaset yoluyla şeyleştiriliyor. Her iki yolla da toplumlarımıza sessizlik/bilgisizlik dayatılıyor, özne olmayan özneler halinde hayatlarımıza sürdürüyor, sözün fethi/bağımsızlığı için yapılması gerekenleri yapmıyoruz. Tarihe tanıklık etmiyoruz; tarihe, her zaman olduğu gibi, bugün de maruz kalıyoruz. Tarihe gereği gibi tanıklık yapabilmiş olsaydık, tanık olabildiklerimizi bugünün kuşaklarına aktarabilecektik. Genç kuşaklar, geçmişe ait bilgi ve tecrübenin bugün-şimdi nasıl kullanılabileceğini, kullanılabilir olup olmadığını bilmiyor.

Popülizmlerin/hamasetin baskısı altında yetişen genç kuşaklar, modern zamanların, ideolojilerin ve yapıların büyük bir güç pragmatizminden ibaret olduğunu farkedebilmiş değiller. Büyük güç pragmatizmini ellerinde tutanlar, büyük özgürlüklerin tekelini de ellerinde tutuyor, kendi bilgi-eğitim-siyaset sistemlerini bütün dünyaya faşizan yöntemlerle kabul ettiriyor. Büyük özgürlüklerin, yani bilgi-eğitim-siyaset-dünya görüşü-hayat tarzı özgürlüklerinin tekelini elinde tutanlar tarafından ötekileştirilenler, hiçbir zaman büyük özgürlüklere sahip olamıyor. Bu ötekileştirilenler, büyük özgürlükleri, kendi bilgi-eğitim-siyaset-dünya görüşü özgürlüklerini gündeme almaya bile cesaret edemiyor. Siyasal iktidar sahibi olmamız, kendi bilgi sistemimizi, kendi dünya görüşü perspektifimizi özgürleştirebilmemizi sağlayamıyor.

TAKLİT’İ GELENEĞE
DÖNÜŞTÜRMEK

İnsan, iç ve dış, öznel ve nesnel, kişisel ve siyasal bir bütünlüğün ifadesidir. Özel hayat-kamusal hayat ayrımı, insani varoluşun bütünlüğüne yönelik modern-seküler bir saldırıdır. Aziz İslam’ı özel hayata hapseden her yaklaşım, bugün olduğu gibi belirleyici olduğunda, Müslümanların, İslami esaslar-ilkeler-yasalar dahilinde, toplumsal-siyasal bir varlık olarak kendilerini gerçekleştirmeleri mümkün olamaz. Bu durumda, İslamı toplumsal-siyasal bir gerçeklik olarak somutlaştırmak da aynı şekilde imkansız olacaktır.

Taklit’i bir geleneğe dönüştüren, kurumsallaştıran, meşrulaştıran toplumlar ve kültürler bu tercihleriyle hem kolaycı-ucuz bir yöntemi seçmiş olurlar, hem de, hangi alanda olursa olsun, kurucu-bağımsız-özgün, kültürel/edebi/felsefi inşalar, yapılar oluşturamazlar. Kan ve toprağa dayalı asabiyet biçimleri de, toplumları insanlık ailesine olduğu kadar, İslami aidiyet-hassasiyet-bilinç dünyasına da yabancılaştırır. Her milliyetçilik, rakip milliyetçiliklerden hoşlanmadığı gibi, özgürlüklerden de hoşlanmaz.

Her tür ötekileştirme, her tür bencillik ve her tür milliyetçilik, ahlaki sorumsuzlukla çok yakından ilgilidir. Dinî sembollere-motiflere dayalı ulusallaştırma politikaları da, bayraklı camiler örneğinde görülebileceği üzere, bir başka sorumsuzluk örneğidir.

KÜRESELLEŞTİRMENİN
OLUŞTURDUĞU TAHRİBAT

Günümüzde iç sorunlar olarak kategorize ettiğimiz sorunlar, daha çok dünya ölçeğinde meydana gelen olaylarla ilgilidir. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da yaşanan olaylar, ilgili ülkelerin yerel koşullarından kaynaklanan olaylar değillerdir. Ancak, yerel koşulların her tür istismara açık olduğu da bilinen bir gerçektir. Maruz kaldığımız bölgesel çatışmaların, istikrarsızlıkların, trajedilerin dünya ölçeğinde yaşanan güç mücadeleleri ile, güç ihtiraslarıyla, güç pragmatizmleriyle de ilgili olduğu hatırlanmalıdır.

Küreselleşme, kapitalizmin küresel belirleyiciliğini esas alan bir ideoloji olarak, bütün toplumlarda ekonomik alanı olduğu kadar, siyasal ve kültürel alanları da belirliyor, dönüştürüyor. Sözünü ettiğimiz belirleyici etkiler karşısında hamasete başvurmak, çözümsüz bir çelişki içerisinde bulunduğumuzu gösterir.

Hamaset, hiçbir şey söylemeden konuşmaya devam etmek demektir.

Müslümanlar olarak, modernliğin ve geleneğin yanılsamalarından bağımsızlaşarak dünyayı algılama biçimimiz, tarzımız üzerinde yeni bir değerlendirme yapmalı, karşı karşıya bulunduğumuz kronik sorunlarla ilgili olarak çözümlemenin merkezine neyi koyacağımıza, bu konuda başlangıç noktamızın neresi olacağına birlikte karar vermeliyiz. Bugünün küresel dünyasının nesnel gücü/gerçekliği karşısında, kendimizi duygusal/öznel sloganlarla/klişelerle savunamayız.

ATASOY MÜFTÜOĞLU
#​ATASOY MÜFTÜOĞLU
#Müslüman
7 yıl önce