|

Hakikat bilincinin kaybı

Günümüzde, Ortadoğu’daki bütün ülkelerin, Batı ittifakının ve İsrail’in çıkarlarını korumak adına, her alanda kontrol edildiği, sınırlandırıldığı, kısıtlandığı, istikrarsızlaştırıldığı, parçalandığı, altüst edildiği bir dönemde, bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri etnik ve mezhepçi rekabetler kadar büyük bir anlamsızlık ve saçmalık olamaz.

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/06/2017 Pazartesi
Güncelleme: 02:50 - 12/06/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, popülizmlerin, özellikle de dinî ve politik popülizmlerin kurumsallaşması, tartışma, eleştiri ve sorgulama konusu olmaktan çıkarılması, hakikat bilincinin, hakikate sadakatin ve varoluş bilincinin kaybı anlamını taşır. Popülizmlerin kurumsallaşması, tartışma konusu olmaktan çıkarılması, her konuda, her alanda, her şeyin, bugün olduğu gibi sürüp gideceğine, başka bir seçeneğin olmadığına inanmakla çok yakından ilgilidir. Her alanda popülizmin yükselişi, sıradanlaşması, meşrulaştırılması, takdir ve tebcil edilmesi, herhangi bir şekilde rahatsızlık konusu olmaması sebebiyle, hiç kimse, hakikatin/niteliğin/gerçeğin/dürüstlüğün/derinliğin peşine düşme ihtiyacı duymuyor.

POST-GERÇEKLİK ÇAĞINDA HAKİKAT

Popülizmlerle bütünleşen, büyülenen, iftihar eden, popülizmlerle birlikte yaşamaktan hoşnut olan kitleler, gerçeğin ne olduğunu bilmek, öğrenmek ve anlamak istemiyor. Gerçeğin değersizleştirildiği günümüz post-gerçeklik toplumu da, kitlelere sürüklenmek ve hiçleşmek dışında başka bir seçenek tanımıyor. Post-gerçeklik çağında, gerçekliğe dayalı olmaktan çok, algılara dayalı spekülasyonlar, polemikler, sansasyonlar gündem konusu oluyor. Post-gerçeklik çağında hiç bir sistem, günümüz gerçekliğini, insanlık durumunu, insanlığın dünyasını, anlam bütünlüğü içerisinde, bütüncül bir yaklaşımla kesinlikle açıklayamıyor.

İçerisinde yaşadığımız dönemde Müslümanlar olarak hakikat bilincinden uzaklaştığımız için, koşullar, konjonktür, kurulu düzen, hepimizi bir şekilde ehlileştiriyor, gündelik hayatın küçük düşürücü yanlarına hapsediyor. İnsanların hayatın küçük düşürücü yanlarına hapsedilmeleri ahlaki ciddiyete, ahlaki bağlılıklara ciddi zararlar veriyor. Ahlaki ciddiyetin ve ahlaki bağlılıkların ciddi zararlar gördüğü bir dünyada, kurulu düzenlerin ön kabulleriyle bütünleşmek sorun olmaktan çıkıyor.

KAYGIMIZ İSLAM MI, ÇIKARLARIMIZ MI?

Bu durumda, sınırları ve işlevleri insan yapımı bir düzen tarafından belirlenen, her durumda müdahale edilebilir bir “din” yaklaşımı da, bugün karşı karşıya bulunduğumuz üzere, gerçek dinin yerini alır. Popülizmlerin kurumsallaşması düşüncesizlikleri meşrulaştırdığı gibi, toplumsal farkındalıkları da büyük ölçüde zaafa uğratır. Halkların, toplumların din algısının geleneksel popülizmlerin ötesine geçemeyeceğini düşünen politik kadrolar/hareketler/iktidarlar, her dönemde bu tür popülizmlere daha çok güç kazandırmaya çalışırlar.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İslamın toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuki gerçekliğe dönüştürülmesi, helâl olanın kurumsallaştırılması yönünde hiç bir program ve projeye sahip olmadığımız halde, tarihsel ve varoluşsal bağlamdan yoksun yorumlarla İslamcılık etrafında tuhaf tartışmalar yapıyoruz. İslam’ı kaybetmekle ilgili herhangi bir kaygımız yok; daha çok, çıkarlarımızı kaybetmekle ilgili kaygılarımız var. Kendimizi İslam’a nisbet ederken, İslam’ı kavramsal ve kurumsal bir gerçeklik halinde temsil etmediğimizi, bu bağlamda hiç bir mücadele yürütmediğimizi hatırlamak istemiyoruz. Zihin dünyamızın seküler bilgi tarafından sistematik bir şekilde kontrol altında tutulduğunu, bu durumun İslami bağımsızlığın önünde çok büyük bir engel oluşturduğunu düşünmek istemiyoruz. Seküler bilgi’nin sistematik kontrolü altında yaşanan İslami hayatların meşruiyetinden söz edilemez. Bugün, İslami tercihlerimiz kurumsallaştırılmış popülizmler tarafından belirlendiği için, zihinsel, düşünsel, kültürel, siyasal, ekonomik müdahalelere maruz kalan Müslüman hayatların mahiyeti üzerinde İslami değerlendirmeler yapılamıyor. Bu tür değerlendirmeler yapılmadığı için de, yanlış İslam temsilleri gereği gibi teşhis edilemiyor, tanımlanamıyor.

K
ENDİ KENDİMİZLE KAVGA EDİYORUZ

Günümüzde, Ortadoğu’daki bütün ülkelerin, Batı ittifakının ve İsrail’in çıkarlarını korumak adına, her alanda kontrol edildiği, sınırlandırıldığı, kısıtlandığı, istikrarsızlaştırıldığı, parçalandığı, altüst edildiği bir dönemde, bu ülkelerin kendi aralarında sürdürdükleri etnik ve mezhepçi rekabetler kadar büyük bir anlamsızlık ve saçmalık olamaz. Ayrıca bu ülkeler, ortada bunca sorun varken, kendi içlerinde “içerideki ötekilerle” de kavga halindeler. Ortadoğu bölgesinde mezheplerin ulus-devlet çıkarları adına, ısrarla ve sistematik olarak istismar edilmesi, bu doğrultuda Müslüman kitlelerin bilinciyle oynanması, İslam adına gösterilmeyen hassasiyetin mezhepler söz konusu olduğunda en yüksek seviyede somutlaşması, utanç verici bir İslam dünyası tablosu ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir.

Hakikat bilinci, İslamı tüm tercihlerin üzerinde tutmamızı gerektirirken, karşı karşıya bulunduğumuz ahlaki kayıtsızlıklar, tutarsızlıklar, kararsızlıklar sebebiyle, bugün, kimi başka tercihler arasından bir tercih olma noktasına getirmiştir. Bugün, ahlaki kayıtsızlıklar, tutarsızlıklar ve kararsızlıklar sebebiyle niteliksel anlamda kalıcı hiç bir şey kazanmadan çok şey kaybedenlerin konumuna gelmiş bulunuyoruz. Kurumsallaştırılmış popülizmler, kültürel, felsefi, entelektüel üretkenliği imkansız kıldığı için, toplumlarımız halen yoğun bir biçimde kültürel haçlı seferleri yoluyla terörize ediliyor, edilebiliyor. Akli ilimler, içtihad ve felsefeye karşı bir tavrın kurumsallaşmasıyla birlikte, İslam toplumlarında düşünsel üretkenliğe karşı oluşturulan muhalefet halen varlığını sürdürüyor.

Atasoy Müftüoğlu
#popülizm
#Ortadoğu
#İslam
7 yıl önce