|

Hakikatin etrafında

Yeni başlangıçlar yapabilmek için, hem seküler baskıdan, hem de statükonun uyumlu nesneleri olmaktan özgürleşmemiz gerekir. Her iki durumdan özgürleşmek, ancak, yeni bir siyasal kültür, bilinç ve toplulukla mümkün olabilir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 27/02/2017 Pazartesi
Güncelleme: 22:06 - 26/02/2017 Pazar
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Atasoy Müftüoğlu


Toplumlarımız, İslami anlamda kendi konumları, işlevleri, sorunları üzerinde düşünmeyen, düşünme ihtiyacı duymayan toplumlara dönüşüyor. Her konuda olduğu gibi, İslami konularda da yorum tekeli ulus-devlet yapılarının elinde bulunuyor. Ulus-devletler, bütün sembolleri kitlesel duygusallıkları güçlendirerek, kitleleri bir şekilde uyumlu nesnelere dönüştürebiliyor. Uyumlu nesnelerin oluşturduğu bir bünyeden bilinçli bir değişimin, dönüşümün faili çıkmıyor. Yararcı mantığın dünyasında her şey değersizleştirilebiliyor, sömürülebiliyor, araçsallaştırılabiliyor.



HAMASETTEN KURTULMALIYIZ


Hamasetin egemen olduğu kültürlerde ucuz iyimserlikler, duygusal tatminler, her durumla uzlaşılabilecek bir algı dünyası oluşturuyor. Duygusallıklar istenilen yönde manipüle edilerek toplumsallaştırılabiliyor. Her durumla uzlaşmanın, büyük bir yanılsama olduğu düşünülmüyor. Hamasetin hakim olduğu toplumlarda – kültürlerde duygular ölçüsüzce abartılıyor, nitelik yoksunluğu farkedilmiyor, nitelik yoksunluğu sorun teşkil etmiyor, gerçekliğe dönüşmeyen söylemler toplumda karşılık bulabiliyor.


Duyguların, duygusallıkların abartıldığı toplumlarda, materyalist – seküler ontolojinin baskısı, belirleyiciliği ve kuşatması tartışma konusu olmaktan çıkmış ya da çıkarılmıştır. Hangi gerekçeyle yapılmış olursa olsun, sömürgeci dilin, düşüncenin, dünya görüşünün meşrulaştırılmış olduğu, uygulama alanı bulabildiği bir toplumda bu durumu, bir sorgulama, yüzleşme, hesaplaşma konusu yapmak gerekirken, böyle bir durum yaşanmıyormuş gibi bağımsızlıktan söz etmek, medeniyet mücadelesinden söz etmek anlaşılabilir bir durum değildir.



Müslümanlar olarak, iktidarların, dünyevi zenginliklerin, hazların, imkanların değil de, hakikatin etrafında toplanmış olsaydık, tarihsel çapta çok büyük bir sapmanın adı olan seküler kesinliklerin mahiyetini, rolünü kamusal planda tartışma konusu yapabilecektik. Din'in etkin belirleyiciliğini, toplumu, siyaseti ekonomiyi, hukuku biçimlendirme, yapılandırma iradesini reddeden sekülerliğin bütünüyle Avrupa tarihi ve kültürü ile ilgili olduğunu ısrarla vurgulamamız gerekir. Kendimizi, her şartta ve ne pahasına olursa olsun, Müslüman olarak tanımlıyorsak eğer, İslami ilkeleri, ölçütleri, yasaları, normları, idealleri en güzel şekilde yaşanılabilir kılmak üzere sorumlu çabalar harcamak zorundayız.



SEKÜLER DAYATMANIN ZARARI


Aziz İslamın, bireysel ölçekte, tek boyuta indirgenerek, özel varoluş şeklinde, seküler bir toplumda ne kadar Müslüman olmak mümkünse, o kadarla iktifa ederek yaşamaya devam etmek İslami imanın/bilincin çöküşüne işaret eder ve kabul edilemez. İslamın tek boyuta ve özel varoluşa indirgenmiş olması sebebiyle, tarihsel/evrensel çapta etki uyandırabilecek düşünsel, felsefi, kültürel eserler, fikirler üretilemiyor. Kişisel iman'la toplumun, siyasetin, dünyanın biçimlendirilmesi imkansız. Modern seküler kesinliklerin, İslami bütünü temsil yönündeki seçeneği geçersiz kıldığını, değersizleştirdiğini anlamamız gerekir.


İslam dünyası toplumlarında, tarihin gidişatını değiştiren gelişmeler, oluşumlar, yeni inşa'lar karşısında sergilenen ilgisizlik, kayıtsızlık bugün karşı karşıya bulunduğumuz ağır sonuçları doğurmuş, seküler kesinliklerin dayattığı dünya görüşü sebebiyle her tür kutsallık ve mutlaklık maalesef muğlak hale getirilmiştir. Bütünlüklü bir anlam sisteminden bağımsızlaşan seküler düşünce, insanın kendi kendisini icat-inşa etmesini istemiş, ancak, böyle bir icat-inşa hiç bir şekilde, hiç bir zaman mümkün olmamıştır.



Laik ahlak yaklaşımının hiç bir insanlık sorununu cevaplandırdığı görülmemiş duyulmamıştır. Laik kültür insanlık acılarını görselleştirmekten ve medyatikleştirmekten başka bir şey yapamamıştır.



ÖZGÜRLEŞMEMİZ GEREKİYOR


Yeryüzünde, ilahi hakikatin eksiksiz bir şekilde ifadesi için bulunuyoruz. Bu amaca yönelik olarak pek çok yetiyle/değerle donatılarak yeryüzüne gönderildik. Sahip olduğumuz pek çok yetiyi İslamın/hakikatin ifadesi olma yolunda kullanmıyoruz. Hayatımızın merkezinde ne olduğunu kendimize sormalıyız. İslam'ı, hem zihnimizde, hem ruhumuzda, hem de hayatımızda çok güçlü bir şeklide hissedip hissetmediğimiz de içtenlikli bir şeklide kendimize sorabilmeliyiz. Sloganlarla değil, güçlü ve etkili fikirlerle yeni başlangıçlar yapabiliriz. Yeni başlangıçlar yapabilmek için, hem seküler baskıdan, hem de statükonun uyumlu nesneleri olmaktan özgürleşmemiz gerekir. Her iki durumdan özgürleşmek, ancak, yeni bir siyasal kültür, bilinç ve toplulukla mümkün olabilir. Yapılabilecek yeni bir şey olmadığı düşüncesi daha çok kadercilikle ilgilidir.



GEÇİCİ GÜNCELLİKLERDEN SIYRILALIM


Gerçek sorunlar ve gerçek sorular etrafında yoğunlaşan entelektüel bir çevreye kadrolara ihtiyacımız olduğunu kaydetmek gerekir. Bu çevre ve kadrolar yüzleşmek zorunda olduğumuz seküler gerçeklikle nasıl başa çıkılabileceğini, içerisinde bulunduğumuz zihinsel, ruhsal, ahlaki çalkantıları aşarak, İslami bütünün yeniden tarihe kazandırılabileceğine ilişkin inançlarımızı yenileyerek, ilgi alanlarımızı yenileyerek, İslama ait kelimeleri, kavramları, yapıları ve dünya görüşünü seçme özgürlüğümüz olduğunu, seküler gerçekliğe mecbur ve mahkum olmadığımızı cevaplandırabilir, kanıtlayabilir. Dengesiz değişimlerin yaşandığı değişken bir dünyada, Müslümanların gerçek sorunları ihmal pahasına geçici güncelliklere kapanmış olmaları, zihinsel, ruhsal ahlaki istikrarsızlıklarımızı çoğaltıyor.


#İslam
#Müslüman
7 yıl önce