|

Hayatı keşfe çıkmak

Bizdeki berduşlarla, Avrupa’daki berduşlar arasında dağlar kadar fark var. Bizdekiler giyinmesini seven, kendilerine göre giyim tarzları olan, çalgı çengi düşkünü, neşeli, hazır yiyici insanlardır... Külhanbeyi ise berduşa göre kurumsal bir sosyal yapının üyesidir. Bizdeki tarihi eskilere dayanır.

Yeni Şafak
04:00 - 24/02/2017 Cuma
Güncelleme: 23:33 - 23/02/2017 Perşembe
Yeni Şafak
Hayatı keşfe çıkmak
Hayatı keşfe çıkmak
ARİF AY


BAK BERDUŞU AĞIRLAYAN KÜLHANBEYİNE(*)


Dikiver hele bir başladık gitti nur ol

Ne bardağı ağırlığı hop hop çek çek âmin


Berduşla külhanbeyin aynı dizede yan yana gelmesi tesadüfi olabilir mi? Asla! Çünkü, Nuri Pakdil'in hayatında, sanatında, düşünce dünyasında tesadüflere yer yoktur. O, yaşayışını da, yazı ve düşünce eylemini de bilinçli bir tutumla sürdüren bir insandır. Nuri Pakdil, hayatın kılcal damarlarına girmekten, oralarda keşifler yapmaktan kaçınmaz. Oradan edindiği, bir bakıma “yeraltı edebiyatı"nın alanına giren gözlemlerini, izlenimlerini şiirlerinde, denemelerinde, oyunlarında en çarpıcı imgelere, en yeni sembollere dönüştürerek kullanır.



Hayatın kılcal damarlarında keşifler yapmak demek, toplumun en uç katmanlarına, en aykırı insan tiplerine ulaşmak, onların kapalı, örtük ve karanlık hayatlarına ışık tutmak demektir. Buradan hareketle önce berduşlara bir bakalım. Berduş ne demektir? Berduşluk nasıl bir kişiliktir?



Sözlük anlamı “omuz üzerinde, omuzda" olan berduş, dilimize Farsça'dan geçmiş bir sözcüktür. “Başıboş, serseri" anlamlarını da içerir. Sözgelimi “hâne berduş" evi omuzunda yani evsiz anlamına gelir. Her ne kadar serseri, başıboş, evsiz barksız, işsiz güçsüz olarak tanımlansa da, olumsuz, sevimsiz bir tip olduğu belirtilse de, bizde berduş deyince mahallenin çapkın, hayta, bıçkın delikanlısı akla gelir. Berduşlar hiç bir işte sebat etmezler, baskılara, dayatmalara gelemezler. Onların kendilerine göre kuralları ve hayat anlayışları vardır. Güya mahallenin namusunu korurlar ama başka mahallenin kızlarına laf atmaktan, bıyık burmaktan, onları ayartmaktan da geri durmazlar. Gelişmiş bir mizah yetenekleri ve jargonları vardır. Kendini beğenmişlere, hödüklere, kazmalara, pintilere, cimrilere, cüzdanı şişkinlere kıl olurlar. Zayıflara, düşkünlere karşı, koruyucu ve naziktirler. Genelde neşeli tiplerdir. Bizdeki berduşları kimsesiz, aç-susuz sokaklarda yaşayan, dilenen, uyuşturucu ve alkol bağımlısı kimselerden ayırmak lazım. Avrupa ve Amerika'da berduş adlandırması tam da bunlar için kullanılır.



YIKANMAKTANSA ÖLMEYİ YEĞLEYEN YARATIK


George Orwell, berduşları anlattığı “Paris ve Londra'da Beş Parasız" adlı romanında bakınız ne der: “Berduşlar, berduşluğu sevdikleri için değil, arabalar neden soldan gidiyorsa o yüzden berduşturlar; çünkü onları berduş olmaya zorlayan bir yasa var. Muhtaç bir adam, kiliseden destek almıyorsa sadece berduş barınaklarından yardım alabilir ve her barınak onu sadece bir geceliğine kabul edeceğinden kendiliğinden hareket haline geçer. Aylaktır çünkü yasalara göre ya aylak olacak ya da açlıktan ölecektir."



George Orwell romanında, berduşların toplumun zihninde tehlikeli, ahlaksız kimseler olduğu şeklinde yer etmesinden yakınır: “Çocukken bize berduşların ahlaksız olduğu öğretiliyor, sonuç olarak da zihnimizde ideal ya da tipik bir berduş canlanıyor: itici, oldukça tehlikeli bir yaratık, çalışmak ya da yıkanmaktansa ölmeyi yeğleyen ve dilenmek, içmek ile kümes soymak dışında hiçbir şey istemeyen bir yaratık."



Romanda anlatılan berduşlar, pis, bakımsız, tahtakurularının cirit attığı ucuz pansiyonlarda kalan, geçici işlerde bir iki gün çalışıp kazandıkları parayla içki içen, günü bir öğün yemekle geçiren, çoğu zaman da aç kalan kimsesiz, yoksul kişilerdir. “Yoksulluğun kötü yanı insana acı çektirmesinden ziyade onu fiziksel ve ruhsal olarak çökertmesi" diyen yazar, Avrupa'daki berduşların kendilerini birer akıl hastası gibi hissettiklerini belitir.



Görüldüğü gibi, bizdeki berduşlarla, Avrupa'daki berduşlar arasında dağlar kadar fark var. Bizdekiler giyinmesini seven, kendilerine göre giyim tarzları olan, çalgı çengi düşkünü, neşeli, hazır yiyici insanlardır. Külhanbeyi ise berduşa göre kurumsal bir sosyal yapının üyesidir. Doğu kültüründe yer alan sosyolojik bir yapıdır bu. Bizdeki tarihi eskilere dayanır. Hamam külhanlarını mesken tutmuş, annesiz babasız ve aile bağları olmayan 11-15 yaş grubundaki çocukların sınavdan geçirilerek kabul edildiği, XVII. yüzyıldan başlayarak XIX. yüzyıla kadar kurumsal olarak gelen, pirleri Gazneli Mahmut döneminde yaşamış, meyhanelerdeki şarap küplerinin diplerindeki tortuyu içen Layhar adlı kişi olan bir topluluktur. Külhanbeyler onar kişilik deste adı verilen gruplardan oluşur. Her grup bir deste başı tarafından yönetilir. Destebaşları da külhanın en yetkili kişisi Külhancı Baba'ya bağlıdır. Külhana özgü bir dilin olduğunu belirten tarihçilerden Ebuzziya Tevfik 200-300 kelimeden oluşan bu dile dair şu örnekleri verir: “Baba: külhancı, camcı: kurnaz, cami: kalabalık, kaz: gürültücü, sırma: uygunsuz kadın, çamur: ziyafet, patburun: inzibat, mostar: fiyaka, imanım: kardeşim, astar etmek: beklemek, kuskunu koparmak: kaçmak, istif: uyku, kaparoz: rüşvet, gaco: kadın."







YAŞAM TARZLARINI KENDİLERİ BELİRLER


Külhana kabul edilecek annesiz-babasız çocuklara ön şart olarak birer torba verilir ve akşam yemeği olan helva ve pilav pişirmek için malzeme toplamaları istenir. Çocuklar topladıkları malzemeleri Külhancı Baba'ya teslim eder. Akşam yemeği hazırlanır, külhana alınacak çocuklar yemeğe katılmaz, ancak herkese yemek ve su servisi yaparlar. Yemek yendikten sonra Külhancı Baba şu şiiri okur: “Bu ocağın adı gerçek külhandır / Yersizlere yurtsuzlara mekândır / Nice erler yetişmiştir Külhanda / Kim bilir kim bugün nerede Pinhandır / Ana baba kucağına sığmayan yavrucaklar bu ocakta mihmandır / Pirimizdir bizim Koca Layhar / Hak budur kim eşi gelmez sultandır / Hu çekelim Layhar'ın ruhuna hu / Anun için bay ü geda yeksandır."



İstanbul'da başta Gedikpaşa Hamamı olmak üzere Mahmutpaşa, Bayezit, İbrahimpaşa, Ayasofya, Çinili, Haseki, Tophane hamamlarında 700'ü aşkın külhanbeyi bulunur. 1846 yılında Hariciye Nazırı Rıza Paşa'nın emriyle 16 yaşın üzerindekiler askere alınır, 16 yaşından küçükler de Gülhane'de orduya ayakkabı diken Kalavrahane'ye yerleştirilir. Böylece kurumsal olarak külhanbeylik sona ermiş olur. Bu kurumun yaşam tarzını, anlayışını bireysel olarak sürdüren kişiler tek tük de olsa günümüzde de bulunmaktadır. Kısaca değindiğimiz külhanbeyinin ve berduşun yollarının Nuri Pakdil'le kesişmesinin bir sebebi hikmeti vardır muhakkak. Berduşlar da külhanbeyler de kendilerine dayatılan kuraları ve yaşam tarzını reddeden, kendi kurallarını ve yaşam tarzlarını kendileri belirleyen insanlardır. Yani kimseyi iplemezler. Bu tutumları tam da Nuri Pakdil'in şu sözüne denk düşer: “Bir insan hiç kimseyi iplemeden duruyorsa o toplum sarsılır." İşte Nuri Pakdil'in onlarla ilgisi bu özgün ve dik duruşlarından dolayıdır. Beyitte geçen “dikiver hele", “nur ol", “çek çek âmin" ifadeleri berduş ve külhanbeylerin jargonlarındandır. Onların her eylemlerine kutsallık katmaları, yasak olan şarabı içerken bile “âmin" demeleri onlara has bir davranıştır. Ayrıca kardeşlik kültürüne sahip olmaları, yalansız-dolansız olmaları, dobra olmaları, dayanışma bilincini canlı tutmaları da Nuri Pakdil'in diğer insanlarda bulamayıp da onlarda bulduğu insanî değerlerdir.Son olarak şunu da belirtmekte yarar var: Günümüzde pis işlerle iştigal edenlerin, esrar, eroin, kadın ticareti yapanların, mafya bozuntularının külhanbeylikle uzaktan yakından alakaları yoktur. Süflî işlerin failleri de süflî kişilerdir. Vesselam!



(*)Osmanlı Simitçiler Kasîdesi - 17



#George Orwell
#Paris
#Gazneli Mahmut
7 yıl önce