|

Kim gönderdi bu kadını gazeteye?

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, usta gazetecilerin tarihe tanıklıklarının yok olmaması için “Türkiye Sözlü Basın Tarihi” adlı bir proje geliştirmiş ve böylece ortaya 3 ciltlik ciddi bir külliyat ortaya çıkmış.

Yeni Şafak
09:38 - 13/04/2017 Perşembe
Güncelleme: 09:45 - 13/04/2017 Perşembe
Yeni Şafak
Kim gönderdi bu kadını gazeteye?
Kim gönderdi bu kadını gazeteye?
HAMZA AKTÜTÜN
Hatıra biriktirmeye ve insan tanımaya en müsait mesleklerden biri gazetecilik. Mesela çok önemli bir siyasî liderle tarihî bir görüşme yapabilirsiniz ya da Nobel ödüllü bir bilim insanıyla saatlerce muhabbet edebilir, dünyaca ünlü bir sanatçıyla konser öncesi kuliste kısa bir sohbet yapabilirsiniz. Hatta bu isimlerle dostluk bile kurabilirsiniz. “Sıradan” insanların giremeyeceği yerlere girer, burada kritik olaylara şahit olabilirsiniz. Bu imkânların hepsini size “gazeteci” kimliğiniz sunar.

Böylece bir anda -gazetecileri günün tarihini yazan “vak’anüvis”ler olarak düşünürsek- kendinizi tarihi yapan kişilerle birlikte, o hadiselere tanıklık ederken bulursunuz.

54 USTAYLA KONUŞMALAR

Ancak bizde yakın zamana kadar hatırat ya da otobiyografi yazmak pek adetten değildi. Bu türler “önemli” insanlara ayrılmış, özel alanlar gibi görülürdü. Neyse ki son yıllarda bu algı bir parça da olsa kırıldı ve gazeteciler de yoğun bir şekilde hatıralarını yayınlamaya başladı. Bununla birlikte sevindirici bir gelişme daha oldu: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü 1910 yılında Osmanlı tâbiyetinde doğan gazetecilerden itibaren, onların tarihe tanıklıklarının kaybolup yok olmaması için önemli bir çalışma yaptı. “Türkiye Sözlü Basın Tarihi” adlı proje kapsamında bütün çalışmalar gönüllülük esasında gerçekleştirilmiş ve ortaya 3 ciltlik ciddi bir külliyat ortaya çıkmış. Taha Toros’tan Bedii Faik’e, Yıldız Sertel’den Hıfzı Topuz’a, Vasfiye Özkoçak’tan Sadun Tanju’ya, Nail Güreli’den Alpay Kabacalı’ya, Betûl Mardin’den Ara Güler’e, İzzet Sedes’ten Orhan Koloğlu’na kadar 54 usta gazeteci ile yapılmış görüşmeler yer alıyor kitapta.

Gazetecilerle yapılan görüşmeler, deşifre edilerek yazılı hale getirilmiş, görüşmenin doğallığından kaynaklanan eksik isim, tarih gibi bilgiler tamamlanmış, en önemlisi görüşülen kişinin “özgün tavrı” korunarak yazıya aktarılmış.

Gazetecilerle yapılan görüşmelerin aktarılmasında özetle şöyle bir yol takip edilmiş: “Gazetecilerin kişisel özgeçmişleri aracılığı ile döneme ait sosyoekonomik ortam tasvir edilirken, diğer yandan çalışmanın gazetecilik faaliyetlerinin pratiğini belirleyen gelişmeleri de içerebilmesi amacıyla belirli tematik izlekler takip edilmeye çalışılmıştır. Tematik izlekler ana hatları ile dönemin gazetecilik pratiğinin düşünce ve ifade özgürlüğü, gazetecilik etiği, gazetecilerin nitel donanımı (eğitim vb.), gazetecilerin sosyoekonomik hakları ve mesleki örgütlenme, gazeteci-gazete sahibi ilişkileri, gazeteci-iktidar ilişkileri, basının teknolojik olanakları ve cinsiyet açısından basında çeşitlilik konularını öne çıkarmaktadır.”

GAZETECİLİK MESLEKTEN SAYILMIYOR

Gazetecilerin anlatılarında dikkati çeken ilk nokta hepsinin daha çocuk yaşta kendi gazetelerini çıkarmasıdır. Evet, hepsi daha ufacık bir çocukken kendi imkânlarıyla yapmışlardır bunu. Mesela kitaptan öğrendiğimize göre Leyla Umar bir sayı, Orhan Koloğlu ise 20 sayılık bir gazete çıkarmışlar çocukluklarında. Bazılarını da ilk gençlik yıllarında tanıdıkları gazeteci ağabeyleri ısındırmış bu mesleğe. Ancak büyük heyecanla başladıkları, gece gündüz demeden haber peşinde koştukları gazetecilik, bir meslek olarak ekonomik açıdan pek tatmin edici değildir. Hatta bir meslek bile değildir. Nasıl mı? Altan Öymen’e kulak verelim: “Ben bir yandan Siyasal Bilgiler’de okuyorum ama gazeteciliğe başladıktan sonra hafiften ihmal etmeye de başlamıştım fakülteyi. İmtihanlara gireceğiz mesela, tam o sırada bana bir görev veriyorlar. Görev daha cazip tabii, rapor alıp imtihanları erteliyorum. Ben gazeteciliği esas meslek olarak benimseme taraftarıydım ama benim gibi düşünen kimse yoktu. Evdekiler gazeteciliği okul sırasında, fakülte sırasında devam edebilecek bir iş diye düşünüyorlardı.

Daha sonra 1953 yılında bizim sınıftan bir kız arkadaşımla arkadaşlığımız gelişti. Evlenmeyi düşünmeye başladık. 1955’te fakülteyi bitirirken kız, bunu babasına söyledi. Babası da bir maarifçi, bizim aileyi de tanıyor. Fakülteyi henüz yeni bitirmişim ve ben gazeteciliğe devam ediyorum. Babası “Kızım çocuğun mesleği ne?” demiş. Benim sonradan eşim olacak olan kızı “gazeteci” demiş. O zaman için müstakbel kayınpeder, Aysel’e aynı soruda ısrar etmiş, “Nedir mesleği kızım, mesleğini soruyorum” demiş. Yani gazeteciliği meslekten saymıyor.”

Bir başka dikkat çeken konu kadın gazetecilerin yolun başında yaşadığı sıkıntılar. 1940, 1950 ve 1960’lı yıllarda kadın gazeteci sayısı bir elin parmaklarını geçmez, üstelik erkeklere nazaran çok daha zorlu şartlarda çalışmak zorunda kalırlarmış. Mesela Leyla Umar ilk kadın gazeteci olarak Milliyet’te çalışmaya başladığında usta gazeteci Refii Cevat Ulunay, bir kadını çalışma ortamında görünce nasıl tepki vermiş, Leyla Hanım’dan dinleyelim: “Beni hiç kimse itmedi yani terslemedi, kötü davranmadı. Gazetede işte maalesef iki adam vardı. Birisi Refii Cevat Ulunay, yan odada. Birisi de Peyami Safa. Tabii hiç yüzüme bakmadılar. Hatta Refi Cevat geçerken, yan yana odalarımız, “Nur-ı aynım, kim gönderdi bu kadını buraya” diye laf atardı. Düşünebiliyor musunuz benim ne kadar rencide olacağımı…”

Yukarıda verdiğimiz örnekler gibi yüzlerce anekdotu usta gazetecilerin ağzından okuyabilirsiniz. Bu çalışma sadece bir mesleğin tarihine değil, Türkiye’nin yakın geçmişine tutulan bir ayna işlevi görüyor.




  • KİTABIN KÜNYESİ

  • Türkiye Sözlü Basın Tarihi
  • Suat Gezgin, Veli Polat, H. Esra Arcan
  • Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  • 2016
  • 3 cilt
#Türkiye
#basın
#tarihi
7 yıl önce