Seçmen çok özel bir mesaj vermez, mesaj sonuçlardan çıkar. Seçmen bazında tek tek bu şekilde düşünen vardır da çok büyük bir blok halinde yoktur. 7 Haziran seçimlerinden çıkan sonuçlardan birisi 'millet koalisyon dedi' şeklinde yorumlanıyor. Asla böyle bir şey yok. Millet koalisyon dedi demek, millet sürünmeyi tercih etti demektir.
Koalisyonlarda biz çok süründük. Koalisyon dönemlerinin hiç birinde rakamlar düzgün değildir. Ekonomiden, insan haklarına kadar hepsi kötüdür. Koalisyonlar genelde uzun soluklu olmamıştır, olsa da iyi sonuç alınamamıştır. Mesela bizim hükümeti devraldığımız Ecevit hükümeti bayağı uzun sürmüştü, üç buçuk yıl kadar. Ama ortada koca bir sıfır, kaos vardı. 99 depreminde BM fonundan gelen paralarla memurların maaşları ödenmişti. Ecevit Hollanda'ya gitmiş bir kuruş para alamamış havaalanında hüngür hüngür ağlamıştı. Kalkınma hızları hep eksilerdeydi. Zaten bir bahane aranıyordu 2001 kriziyle patladı gitti.
Hiç fark etmez, iş üretilemiyor. Çünkü güven oluşamıyor, her koalisyon ortağı içinden yeni seçime bir yatırım niyetiyle hareket ediyor. Hükümetler programlarını ortaya koyuyorlar, azıcık ondan azıcık bundan diyorlar. O zaman da ortaya ne deve ne kuş çıkıyor, ortaya çıkanın izahını yapmakta da zorlanılıyor. Bakanlıklar rastgele dağıtılıyor, bakanlık sayıları arttırılıyor.
Her bir bakanlık israf, masraf, kırtasiyecilik, işlerin yürümemesi demektir. Nereden bakarsanız bakın koalisyon at pazarlığıdır. Koalisyon işlerin yürümeyip, savsaklanması demektir.
Şöyle; koalisyon pek tercih edilmez, ancak naçar kalındığında 'Ne yapalım Türkiye hükümetsiz mi kalsın' diye ancak düşünülebilir. Zaten bu şimdi de söyleniliyor önceki koalisyon dönemlerinde de söyleniyordu. Ama o koalisyon dönemlerine bakın ne yapılmış, hiç. Hiçbir akıllı adam koalisyon istemez zaten.
Nereden biliyorsunuz, bu sonucu nereden çıkarıyorsunuz? Bunu diyenlerin kendisi istemiyor ya Başkanlık modelini bu sonucu da fırsat biliyor. Benim kızdığım elin solcusu değil, benim sağcım. Ben Cumhuriyet gazetesine bir şey demem, onlar zaten başkanlık sistemini duydular mı çıldırıyorlar. Çünkü Türkiye fersah fersah ilerleyecek de benimkine ne oluyor. Bunu kendi hükümetimizdeki insanlarda, bakanlarımızda, kendi vekillerimizde de görüyoruz. Başkanlık sistemine karşı çıkmak için bazı başarısızlıkları buraya fatura etmeye çalışıyorlar. Başkanlık sistemi bu ülkenin bir kenarda duran altın bileziğidir. O bir kenarda durusun, bu ülkenin her zaman onu bozdurma imkanı vardır. Bari ona çamur atmayın. Zaten bugün içinde bulunduğumuz tablo başkanlık sisteminin ne kadar lazım olduğunu gösteriyor. Millet başkanlık sistemini reddetti demek düz mantık ve deli saçması bir şey.
Yüzde 70 ile cumhurbaşkanını halkın seçmesi kabul edildi. Millet tarafından cumhurbaşkanını halk seçsin referandumunun kabulü aslında başkana evet demektir. Çünkü başkanlık sisteminin en önemli unsuru cumhurbaşkanını halkın seçmesidir. Eğer millet bunu istemiyor olsaydı o referandumda hayır derdi. Yine Cumhurbaşkanımız yüzde 52 ile seçilmiş çok yakın bir zaman önce.
Tabii. 13 yıllık iktidarı boyunca AK Parti tek başına iktidar değil de koalisyon kurulmuş olsaydı bu hizmetleri yapamazdı.
Bu amansız bir koalisyon düşmanlığı değil, bir takım verilere, örneklere dayanan, uygulamasını gördüğümüz bir yapıya ilişkin tespitler. Bundan ötürü koalisyon duyduğumda kaşıyorum diyorum. Memleketim adına kaşınıyorum, durduk yere değil.
Hemen olmaz ama olur. Diyelim ki Aralık'ta kongreleri var. Kongre geçtikten sonra bu süreç başlar. Ben bir koalisyon çalışması var olduğu sürece ve eğer pişecekse bu aşa su katmak istemem. Bu koalisyon kurulursa kurulur. Koalisyon istememem bir kenarda ama bir hükümet kurulacaksa da 'Vay kurulmasın' demem. Ama bu hükümet yürür mü deseniz koca bir soru işareti var.
Hayır, baştan beri yüksek görmüyorum.
Aslında bunlar şuurlu bir şekilde taammüden yapılıyor. Olası bir erken seçime yönelik 'Ah biz demedik mi bakın Cumhurbaşkanı yüzünden seçime gidildi' diyerek Cumhurbaşkanlığı makamını öne çekip AK Parti'yi aşağı çekme planı bu. Hepsi bunu söylüyor, Başbakan koalisyon istiyormuş, Cumhurbaşkanı istemiyormuş. Koalisyonu kimin isteyip istemediğini bilemem ama Sayın Davutoğlu ve arkadaşları bir koalisyonun kurulması noktasında cansiparane çalışıyorlar. Memleketi bu ortamda bir daha seçime götürmeyelim diye ellerinden geleni yapıyorlar.
Ama CHP, bazı şeylerden taviz vermeyerek hükümetin kurulmasını dolaylı olarak engellemiş oluyor ve bunun faturasını şimdi Başbakan'a kesersek ayıp olur diyerek Cumhurbaşkanlığını hedef almaya çalışıyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımız'la görüşmelerimizin hiç birinde koalisyon kurulmasın sözünü duymadım. Cumhurbaşkanı 45 günlük süre dolduğunda seçime gidileceğini söylüyor 'Vay seçime mi götürüyorsun' diyorlar. Cumhurbaşkanı Anayasa'nın 116. maddesini söylüyor, bunu da mı söylemesin. CHP veya MHP ile bir koalisyon kurulursa Sayın Cumhurbaşkanımız buna bir şey demez, zaten böyle bir yetkisi de yaklaşımı da yok.
Ortada üç tane seçenek var. Bir tanesi şu sürecin devamında her partinin içinde olacağı bir seçim hükümeti. Anayasa'nın hükmü bu konuda çok açık.
Hangi partiye hangi bakanlık verileceği bir soru işareti olarak duruyor. Sadece üç bakan dışarıdan olacak ama diğerlerine nasıl olur, kura mı çekilir bilemiyorum. İstemeyen parti bu koalisyona girmeyebilir. Koalisyona girmeyen parti yerine bağımsız isimlerden bakan atanıyor. Bu hükümet için de güven oylamasına gidilmiyor.
Prensip olarak en fazla oyu almış partinin genel başkanına görev verilir. Bu zaten yeni bir şey de değil, yıllara dayanan bir siyasi gelenek var.
MHP bu formüle hayır diyor ama ikinci seçenek seçim tarihi belli olmak kaydıyla bir azınlık hükümeti olabilir. Bunun için notere gitmeye de gerek yok, MHP'nin 'AK Parti'nin kuracağı bir azınlık hükümetine dışarıdan kerhen destek vereceğiz' demesi yeterli olur. Ama MHP buna evet der mi bilmiyorum, şimdilik evet der gibi gözükmüyor. MHP Meclis'e girmese de hükümet güvenoyu almış olur. Üçüncü seçenek olursa hiç bunlara gerek yok. Bir parti önerge verir, Meclis seçimle ilgili olağanüstü bir toplantıya çağrılır. Seçim kararını Meclis alır, mantıklı ve daha şık olan budur. Bu formülde yeni bir hükümet kurulmuyor seçime de bu hükümetle gidilir. Bana en tutarlı ve mantıklı gelen seçenek budur.
Evet iç tüzükte böyle bir hüküm var ancak ortada fiili imkansızlık var. Anayasa Mahkemesi'nin kararlarında da iç tüzük hükümlerine uymama bir iptal sebebi olmuyor. Meclis'teki son oylamaya bakıyor, oradan geçmişse iç tüzüğe bakmıyor. Kaldı ki bu konu Anayasa Mahkemesi'ne götürülemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi seçimle ilgili konulara bakmıyor. Eğer bu yola girildiğinde de komisyon illa kurulsun denilirse kurulabilir. Komisyon kurulması için hükümet kurulması şart değil, bu ikisinin bir ilgisi yok. Öteki komisyonlar kurulmasa da olur. Her parti üye verir ve komisyon kurulur.
Utanmadan, HDP'ye ve MHP'ye giden oyları getirebilmek için bu operasyonları yapıyorlar diyorlar. Buna bizim oralarda kitapsızlık, şerefsizlik denilir. Memleketin, devletin başkanı sırf seçimde AK Parti gelsin diye bu kadar şehidin olmasına sebep olacak, memleketi kaosa sokacak öyle mi! Olacak iş değil. Başından beri Demirtaş'a destek olanların bir hedefi Çözüm Süreci'ni sonlandırmak öte yandan da Öcalan'ı kenara çekmek. Dikkat ederseniz PKK da masum ve sempatik gösterilemeye çalışıldı. Hatta Pervin Buldan bir ara PKK terör örgütü değildir bile dedi. Sanki PKK, Kanarya Sevenler Derneği. Bu kesimlerin hepsi Tayyip Bey'i milli duruşuyla önlerinde bir engel olarak görüyorlar. İşin öz esası bunlar Tayyip Bey'le de baş edemezler.
Anayasa seçim kanunlarında yapılan değişiklikler bir yıl geçmeden uygulanamaz diyor. Baraj için yüzde 7 makuldür. Bu sıkıntıyı çözmek için anayasaya geçici bir madde konularak yaptığımız bu değişiklik önümüzdeki seçimde yapılacaktır denilirse sorun ortadan kalkar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan meydanlara çıkmış da AK Parti bundan küçülmüş, bunun hiçbir gerçeklik payı yok. Bu koca bir yalandır. Anketler asla böyle göstermiyor. Bu iyi niyetli bir yaklaşım değil. Buradan birileri başkanlık sistemi aleyhine hüküm çıkarırken şu niyetteler; Cumhurbaşkanı sahaya çıktı da bunlar oldu diyemiyor. Başkanlık sistemi gündeme geldiği için sonuç böyle oldu diyerek endirekt yolla faturayı buraya kesmeye kalkıyor. Özellikle de bizim kesim bana sorarsanız böyle deli saçması bir yola giriyor. Buraya gelene kadar AK Parti oylarının aşağı çekilmesinin o kadar çok sebebi var ki partimizdeki arkadaşlarımız önce bunları düşünsün. Çalışan kesimin sorunları, emekli kesimin beklentileri, asgari ücrette bir takım sorunlar var, Güneydoğu'da kamu düzeni iyice sarsılmıştır. Evvela bunları bir düzeltelim de başkanlık modeline en son gelsin sıra.
Bunu bilemem, bu soruyu onlara sor.
45 günlük sürenin hangi partiye ne kadar kullandırılacağına ilişkin bir düzenleme mevcut sistemde yok. Zaten olamaz çünkü pratikte çok zor. 45 günlük sürenin bitimi bir hak düşüşü değildir.
Hakem düdüğü çaldı, süre bitti gibi değildir. 45 gün dolduğunda Cumhurbaşkanı Meclis Başkanı'yla müzakere ederek karar verir.
Bir kez daha görüşelim kararı da alınabilir. Müzakereler bir hafta on gün sürebilir. Orada acaba bir ümit doğar mı diye bir müddet beklenebilir. Mesela 46. gün bir hükümet kurulma imkanı doğdu, o zaman Cumhurbaşkanı 'Hayır süreniz' doldu demez. Bununla birlikte 45 gün dolduğu gibi de süreç başlayabilir.
Verilebilir de verilmeyebilir de. 45 günlük süre dolduğu için hukuken verme zorunluluğu bulunmuyor.
Verebilir. Zaten süre dolduktan sonra da bir ümit doğarsa yine verebilir Kılıçdaroğlu'na. Tabii sırf görevi vermiş olmak için görevi Kılıçdaroğlu'na vermek ne kadar doğru o da ayrı bir konu. Görev Kılıçdaroğlu'na verildiğinde zaten MHP ile hükümet kurma olasılığı sıfır. Sayı olarak yetmiyor. Gelelim bu tarafa CHP ile AK Parti seçeneğine, zaten bu yol da denendi, zaman kaybı olur bu. Görevi Kılıçdaroğlu'na vermezse neden vermedi demenin bir mantığı yok, sonuç zaten ortada.