Çektiği ilk filmiyle adını o güne kadar hiç duymadığı Cannes'da yarışan yönetmen Majid Majidi için film yapmak bir meslek değil, misyon. Misyon olarak gördüğü bu işte ise asla inanmadığı filme imza atmayan Majidi, “Yönetmenliği meslek olarak görmüyorum ama yönetmen de olmasaydım başka bir iş yapamazdım” diyor.
Evet, ben zaten devrimden sonra sinemaya adım attım. Ondan önce İran'da sinema burjuvaların elindeydi. Herkes rahatça yapamıyordu bu işi. Devrimden sonra, sinemaya girmenin ihtiyacını da duydum aslında. O dönemde ülkeden gideyim gibi bir düşünceye hiç kapılmadım. Çünkü devrimi zaten biz yaptık. Çok zorba ve halkı temsil etmeyen bir devleti yıkmak istedik.
Ben her zaman geçmişe dönük çalışarak, bugünkü gençlere ve çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışıyorum. Ama sonuçta çocukların dünyası çok saf, sade ve çok dürüst geliyor bana. Bu durumu sinemama yansıtmayı hep istedim. Bir de ben çocukluk dönemime dair kendimi hep borçlu hissederim. Bir nevi borcumu ödüyorum şimdi. Bugünlerde görüyoruz ki iki jenerasyon arasında çok büyük farklar var. Çocuğum beni anlamıyor, ben de onu.
Bana kalırsa yoksulluk beslemiyor sinemayı. Öyle olsaydı Hindistan ve Afganistan'da daha zor bir hayat var ama iyi filmler çıkmıyor.
Tamam, doğru. Cennetin Çocukları filminde yoksulluğu ve yoksunluğu işledim. Ama orada daha çok insani değerleri ön plana çıkarmaya çalıştım. Sonunda da o insani değerlerin yoksulluğu yendiğini gösterdim.
Filmlerimde kullandığım dille insanlığın özüne dokunmaya çalışırım. Ve filmlerim sadece bir bölgenin insanlarına değil herkese hitap eder. Çünkü o maneviyattan beslenerek ilerliyorum. Bu çok evrensel bir dildir. Herkes bu dille sinema yaparsa kitlelere ulaşması kolay olur. Bugünlerde dünyada insanlık özünün yok oluşuna şahit oluyoruz. Onu diri tutmak için de maneviyat şart. Teknolojiye boğulmuş insanlar o insanlık halinden uzaklaştılar.
Altıncı filmim Söğüt Ağacı'nda hadisleri ve Kuran-ı Kerim'i referans aldım. Serçelerin Şarkısı'nda da aynı durum var. Ben bu filmlerde Kuran'dan etkilendim.
Hayır, kısıtlamıyor, inandığım değeler ölçüsünde çalışabiliyorum. Kadını çok fazla kullanmadan da sinema yapılabiliyor. Filmlerimde kadınlara çok az yer vermem benim kendi inançlarımdan ötürüdür. Ben bu durumu inancım gereği içselleştirdim. Yani bugün gidip Amerika'da film yapsam da bu durum değişmeyecektir. Bir de filmlerimde kadın kullanmamamın İran'daki rejimle alakası yok. Bunu özellikle belirtmek isterim.
Hiçbir zaman yönetmenliğe meslek olarak bakmadım. Bir misyondur benim için. Sonuçta bunların ikisi iç içe. Olaya gerçekçi baktığınızda ise ben yönetmenlikten başka bir iş de yapamam, beceremem. Mademki ben bir yönetmenim kendi ideallerim için çalışmalıyım. Ama bana ne kadar çok para kazandıracak da olsa, sipariş üzerine asla film çekmem. İnanmadığım filmin altına, para için imzamı atmam.
Evet. Kesinlikle haklısınız. Böyle bir risk görüyorum. Hatta bu riskin Türkiye sineması için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Uydudan Türk kanallarını izlediğimde acaba bu Türkiye'nin kanalı mı diye şüpheye düşüyorum. Buranın çok güzel bir tarihi değer var. O değerlere de bağlı olduklarını düşünüyordum. Ama televizyon kanallarına bakınca hiç de o ruhu göremiyorum.
İran sineması 90'lı yıllarda altın çağını yaşıyordu. Ondan sonra maalesef tekrar düşüş yaşamaya başladı. Bunu gelen hükümetlere bağlıyorum. Şu anki Ahmedinejad'ın da etkisi var sinemanın gelişmemesinde.
Sinema zaten başlı başına zor bir iş. İran'da da zor yani. Şu andaki hükümet kültür sanata destek vermiyor ve biz bu yüzden zorlanıyoruz. Hükümetin yardımı olmazsa film çekmek de zor olur. Tek zorluk bu sanırım. Diğer konularda ben hiç sıkıntı çekmiyorum.
Neden hala İran'da filmler yasaklanıyor. Mesela Hassan Yektapanah'ın tüm filmleri çok iyi olmalarına rağmen orada yasak.
Bu daha çok politik bir oyun. Keyfi bir durum bu yasaklamalar. Şu anda Ahmedinejad ikinci dönem cumhurbaşkanlığı yapıyor. Birinci dönemde yasakladığı filmleri, yeni döneminde serbest bıraktı. Hatemi'nin döneminde yasaklanan filmler şu anda serbest. Yasaklamalar maalesef keyfi.
Bu konuda net bir fikre sahibim, evet. Politika pis bir şey. Bir sanatçı politikaya yaklaştığı zaman, değeri düşmeye başlar. Sanatçıdan ziyade, medya figürü olur. Sanatçı hiçbir zaman bulaşmamalı bu işe. Politikanın insani değerleri çok düşük.
Festivalin çok çok iyi bir yönetmeni var. Her şey çok iyi planlanmış ve süreç iyi ilerledi. Seçilen filmleri de beğendim. Ben festivallerde en çok yönetmenliğe ve plana bakarım. Bursa bu anlamda umut vericiydi.
Çok iyi yönetmenleri ve filmleri var. İyi yönetmenlerin işleri biraz zor. Ticari amaçlı filmlerin etkisi altındalar. Bundan biraz kurtulup, daha sanatsal filmler yapmalılar.
Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu var. Üç Maymun ve Yumurta filmini çok beğendim. Şu anda çok iyi bir hafızaya sahip değilim o konuda ama eski sinemacılardan Yılmaz Güney'i çok beğenirim.
Çok güzel bir şehir. Sevmemek elde değil. Her tarafı buram buram kültür, sanat kokan bir şehir. Ama bu git gide daha karmaşık ve kalabalık bir hale geliyor. İstanbul'un sanatsal yönünü daha da güçlendirmek lazım. Beğendiğim ve sevdiğim şehirlerden biri.
Bir gün dünyanın neresinde yaşamak istersin deseler, düşünmeden İstanbul derim.