|

Öfkenin coşkulu söylevleri

Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden Amerika’ya ve bazı Avrupa ülkelerine sıçrayan öfke hareketleri, John Holloway’in kaleme aldığı “Öfke Günleri”nde inceleniyor. Holloway, paraya karşı öfkeyle hareket eden grupların özellikle Amerika’da yaptıkları işgal ve eylemlerine yeni yorumlar getiriyor.

Yeni Şafak
04:00 - 13/09/2017 Çarşamba
Güncelleme: 04:49 - 13/09/2017 Çarşamba
Yeni Şafak
​Öfkenin coşkulu söylevleri
​Öfkenin coşkulu söylevleri

SABRİ AKGÖNÜL

Öfkeyle kalkan kârla oturur! Keskin sirke küpünü ihya eder! Atasözü ve deyimler pek tabii böyle de kullanılabilirdi. Tahrifat mı dediniz? Kapitalist üretim biçiminin yön verdiği dünyada tersyüz edilmeyen ve bağrında çelişki barındırmayan ne var ki! Eşitsizliğin her geçen gün arttığı, insanların bir nesne muamelesi gördüğü dünyada olup bitenlere, adaletsizliğe, şiddete ve sömürüye karşı hepimizin paylaştığı bir öfke olduğunu söylemek mümkün. İletişim yayınlarından çıkan John Holloway Öfke Günleri başlıklı kitabında yaşadığımız bu yoğunlaşmış öfke momentinde yaşadığımıza dikkat çekerek mevcut öfke ve rahatsızlıklar üzerine düşünüyor.

ÖFKENİN İKİ YÜZÜ VAR

Gündelik faaliyetlerimiz içerisindeki yabancılaşmanın inanılmaz bir boyuta ulaştığı ve zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun durmadan büyüdüğü bir toplumda yaşıyoruz. Bu uçurumun bir köşesindeki azınlık (zenginler) arasında her şey yolunda görünmesine rağmen gizli bir endişe var. Ama uçurumun diğer köşesindeki kalabalıklarda (yoksullar) uçurumun derinliklerine çarpıp gelen bir öfke var.

“Öfke günleri” ifadesinin mucidi Kuzey Afrika ve Arap dünyasında patlak veren halk hareketleridir. Bu hareketler Cuma günlerini öfke günleri olarak ilan etmişti. 2011 yılında ise bu öfke sadece Cuma günleriyle ve mezkûr havzayla sınırlı kalmadı. Dünyanın birçok yerinde kol gezen bir öfkeye dönüştü. Ayrıca, yeni eylem biçimlerini (occupy/işgal), mevcut kurumlarla bağlarını koparan örgütlenmeleri ve otoriter rejimlerin eleştirisi olarak doğmuş olsa da hızla bildiğimiz-haliyle-demokrasinin eleştirisini tecrübe ettik. John Holloway (ve daha bir çok muhalif düşünür) bu öfkede “yeni” bir gramer, “yeni” mantıklar keşfetti; ve bu öfkenin tecrübesinde başka dünyaların kapısının aralanacağına dair bir “umut” görüyor. Ama umut kadar “endişe” de hissediyor. Öfkenin tehlikeli bir oyun ve iki tarafının da keskin bir kılıç olduğunun farkında. Ayrıca bu öfke sol siyasetin itici gücü olmak yerine solun kâbusu da olabilir. Holloway’in bu kesif endişesine hak vermemek mümkün değil: Donald Trump’ı başkan seçtiren, Avrupa’da sağ popülizmin bu kadar revaçta olmasını sağlayan şey tam da bu öfkedir! Sağcı politik kadrolar bu öfkenin kontrolünü solcu kadrolardan daha iyi başarıyorlar.

Holloway’e göre öfke toplumsal değişim için ısrarlı bir talebin keskin yüzüdür ve öfke buradadır; ilgimizi ondan eksik edemeyeceğimiz kadar yakınımızdadır: “Öfke burada ve büyüyor; bizler de parçasıyız. Bu öfkenin dışında duramayız. Kaplanın sırtına bindik, inemeyiz. Muhtemelen yapabileceğimiz tek şey kaplanın hareketlerini yönlendirmekten ibaret.” (s. 27) Üstelik bu öfke irrasyonel ve mantık-dışı değil; bu öfke gerçektir, rasyoneldir. Dünyayı ve dünyanın sağduyusal bilgisini yönetenler makuliyet ile öfkeyi zıt kutuplarda göstermeye çalışırlar. Akıl›ı öfke›nin anti-tezi olarak sunarlar, çünkü kaybedecekleri bir dünya var. Oysaki bu öfke somuttur, gerçektir ve gerçek olan rasyoneldir. Aklın keskinliği, dünyanın dört tarafını kolaçan eden öfkenin keskinliğidir. Peki, madem öyle, üzerine bindiğimiz bu kaplanın hareketlerini nasıl yönlendireceğiz? Öfkeyi kime veya neye yönelteceğiz? İkincisi, öfkemizi nasıl ifade edebiliriz?

PARANIN İKTİDARINA KARŞI

Holloway önce mıntıka temizliği yapar: yani, öfkeyi neye karşı yönelteceğimizi söylemek yerine evvelemirde neye ve kime karşı yöneltmememiz gerektiğini ifade ederek başlar. Holloway’e göre öfkelenmemize sebep olan saldırı kişisel bir saldırı değildir. O yüzden öfkeyi kişiselleştirmek, bir günah keçisi aramak çözüm değil. Tek tek bireylerin ötesine geçmek zorundayız. İktidar değişikliği sorunları çözer diye yola çıkılınca politik aktörler sorunları çözmek yerine, makul olan bu öfkeyi bir iktidar stratejisi olarak kullanıyorlar.


İkinci olarak maruz kaldığımız saldırı yalnızca politika meselesi de değil Holloway›e göre. Çünkü dünyanın her yerinde benzer politikalar benimseniyor ve “öfkemizi neo-liberal politikalara (Washington uzlaşısına) yöneltmemiz ya da Keynesçi refah devleti yaklaşımlarını tartışmamız yeterli değildir.” Son olarak Holloway öfkeyi «gerçek demokrasi» taleplerine yöneltmeyi de kalıcı bir çözüm olanağını için elverişli görmez. “Gelgelelim, yalnızca bir demokrasi meselesi değil bu” der.

Gerçek düşmanın maskesi indiriliyor artık, bize saldıran bu sistemin adı: Para. Paranın asıl düşman olduğunu söylemek biraz komik kaçmıyor mu? Holloway’e göre, evet. “Açıkçası insanlar saçma göründüğünden bunu dile getirmiyorlar. Parayı nasıl suçlayabiliriz ki? Para bir gerçeklik, değil mi? Nasıl olsa biz de (okullar, hastaneler, parklar için) daha çok paramız olsun diye mücadele etmiyor muyuz? Ne var ki bu, paranın hükümranlığı altındaki bir dünya, para biçimini almış bir zenginliğin hüküm sürdüğü bir dünya istediğimiz manasına gelmiyor.” Elbette para istiyoruz, reddedilen şey paranın egemenliği. Paranın saldırısı altındayız ve paranın iktidarına karşı öfke duyuyoruz. Para kendisini değişmez, ebedî bir gerçeklik olarak sunar. Ama para bir nesne, yalnızca bir mübadele aracı değil; bir toplumsal ilişkidir. Para toplumsal bir bağlantının tarihsel bir kuruluşundan, saldırganlığın tarihsel bir biçiminden ibarettir. Holloway’e göre paranın hükümranlığının şu an işlemekte olduğu en büyük ve belki de en ölümcül suç, dünyanın köylülerinin ve küçük çiftçilerinin yok edilmesidir. Türkiye’de de sürekli “köylüleri öldürmeye” çalışıyorlar. Köylüleri niçin öldürmeleri gerektiğini 40 yıldır dillendiriyorlar.

Holloway’in Komünist Manifesto’daki etkili üsluba özenerek yazdığı Öfke Günleri kitabı gündelik hayatımızdaki etkileşimlerin niteliğine yahut kapitalizmin cari hareket yasalarına dair bir tespit sunuyor mu? El-cevap: Hayır. Hatta, Marx’ın Felsefe’nin Sefaleti’nde Grundrisse’de ve Kapital’de Meta, Para ve Sermaye hakkındaki tespitlerinin ötesine geçmez. Sanki Marx Felsefe’nin Sefaleti’nde Proudhon’a Para ve Sermaye hakkında keskin bir eleştiri yazmamış ve paranın basitçe bir mübadele aracı olmadığını belirtmemiş gibi; Grundrisse’de ilkin paranın her şeyin temsilcisi iken süreç içersinde nasıl her şeyin paranın temsilcisi konumuna geldiğini, paranın tüm şeylerin efendisi olduğunu yazmamış gibi; Kapital’de emeğin ikili niteliğinden, soyut emekten bahsetmemiş gibi ve meta fetişizmi bahsinde paranın toplumsal ilişkilerin şeyleşmiş biçimi olduğunu yazmamış gibi davranır.

Üstelik Holloway'in üslubu ve tespitleri Komünist Manifesto’daki standardı yakalayamadığı gibi Agorafil bir üslupla Genç Hegelci bir mütebelliğ gibi konuşmaktadır. Bu yüzden sık sık “umut”, “sevgi”, “topluluk” gibi Feuerbachçı imgeleri harlar. Bu anlamda Marx’ın, düşünce ufkuna kazandırdığı kritik sıçrayışların gerisine düşer. Öfkeyi kerameti kendinden menkul bir şey gibi ele alır, metafizikleştirir Holloway: “Para, ipleri hiç kimsenin elinde olmayan bir saldırganlıktır.” Kitabın sonunda ise okurunu yorgun bir heyecanla ve iri bir metafizikle baş başa bırakır.

#John Holloway
#Öfke Günleri
#Kitap
7 yıl önce