|

Referandumun ardından Türk dış politikası

Artısıyla eksisiyle aziz milletimiz devlet yönetim modelimizle ilgili önemli bir dönemeci, mevcut şartlarda kabul edilebilir ve itirazı da pek mümkün olmayan genel geçer hukuki ve demokratik normlara uygun, üst düzey kriterler baz alınsa bile karşılayabilecek bir performansla geçti. Artık rahat bir şekilde bu sonucun aziz milletimiz için hayırlı uğurlu olmasını dileyebiliriz. Bundan sonra ileriye bakmalı ve önümüzdeki uzun ince ve meşakkatli yollara odaklanmalıyız.

Yeni Şafak
04:00 - 28/04/2017 Cuma
Güncelleme: 07:12 - 28/04/2017 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Yrd. Doç. Dr. Edip DURMAZ • Kırklareli Üniversitesi

Dış politikada ise uzun yüzyıllar tek başına başat güç olarak (B. Selçuklu ve Osmanlı) kayda değer stratejiler oluşturup, politikalar izleyen devletimiz, hemen hemen 1830’lardan beri (Kavalalı Mehmet Ali Paşa – Mısır Meselesi) Avrupalı büyük devletlerle angaje ve işbirliği içinde bir dış politika izlemekte. Fakat son birkaç yılda yaşananlar artık Türkiye açısından mevcut Batılı büyük devletlerle eski ilişkilerini devam ettirebilmek bahsinde çok ümit vaad etmemekte. Gerek 50 yılı aşkın bir süredir üye olmak için kapısında bekletildiğimiz AB ile gerekse NATO’da ve Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya bölgelerinde uzun yıllar birlikte yürüdüğümüz ABD ile mevcut ilişkilerimiz memnuniyet verici bir seviyede değil. Türkiye’nin tüm iyi niyetine ve Batı İttifakına sadakatine karşı maalesef AB, hem Türkiye’nin çok gerisinde bir ekonomik yapıya sahip olan Bulgaristan, Romanya vb. eski Doğu Bloğu ülkelerini birliğe almış hem de Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen Güney Kıbrıs Rum Kesimine, mevcut uluslararası anlaşmaların hilafına (Zürih ve Londra Anlaşmaları) kıyak bir üyelik hediye etmiştir. Tabii ki Türkiye’yi bölmeye yönelik PKK ve yine sınırlarımızın dibindeki PYD, YPG gibi illegal terör örgütleri ile AB ilişkileri oldukça ileri seviyelerde.

HASMANE TUTUM SÜRÜYOR

Son darbe girişimi ve ardından AB’nin PDY ve bu örgüte mensup kişilere yönelik olarak verdiği destek ayrı bir anti demokratik tavır ve ülkemize karşı hiç şüphesiz hasmane bir tutumdur. Yine vize serbestisi, mültecilere yönelik geri kabul anlaşması ile ilgili sıkıntılar, mültecilere yönelik verilen sözlere rağmen kayda değer bir yardım ve destek yapılmaması ve mülteci sorununu sadece Türkiyenin bir sorunuymuş gibi değerlendiren ve umursamaz tavrı, 1996’dan beri üye olduğumuz fakat hakkaniyete uymayan ve bizi zarara sokan, cari açığımızı arttıran Gümrük Birliği propleminin çözümüne yönelik adımların ağırdan alınması AB ile aramızdaki diğer başlıca sorunlardır. Son olarak referandum sürecinde AB ülkelerinin çirkin “hayırcı” tavırları, ülkelerindeki Türk kökenli vatandaşlarımıza yaptıkları kabul edilemez insanlık dışı muameleler, referandumdan hayır çıkmazsa şöyle olur böyle olur cinsinden Türkiye iç politikasına ayar vermeye çalışan üstenci ve ebeveynci tavırlarını da eklemek lazım.

ABD İLE GERİLİMLİ İLİŞKİ

AB ile aramızda yaşananlar kısaca böyle özetlenebilirken ABD ile yaşananlar da pek iç açıcı değil ABD, Suriye’de Türkiye’ye verdiği sözlerin nerdeyse hiçbirini tutmamıştır. Kısaca bu sözler; Esed diktatör, gitmeliden başlayıp, kimyasal silah kırmızı çizgimizdir, kullanılırsa müdahale ederizle devam etmekte, ardından YPG, Fırat’ın batısına geçmeyecek, Fırat’ın batısından YPG güçleri çekiliyor, çekilecek gibi uzayıp gitmekte ve verilen ama bir türlü tutulmayan bu sözlerin artık Türkiye’yi oyalama taktiği olduğu acı gerçeği iyice belirgin bir hale gelmektedir. Irak’ta 60 küsür ülkenin oluşturduğu koalisyonla, 10 binlerce kayıpla DAEŞ’e karşı savaşan ama bir türlü Musul’a hakim olamayan, İran’ın Irak’taki gayri resmi ordusu 80-100 bin kişilik Haşdi Şeabi’yi bile koalisyona katan fakat Türkiye’yi Musul operasyonuna bir türlü dâhil etmeyen ABD. Türkiye’de yaşanan askeri darbelerle ve en son yaşadığımız 15 Temmuz Hain Darbe Teşebbüsü ile ismi yakından anılan, darbecileri ülkesinde uzun yıllardır misafir eden ABD, Paralel Devlet Yapılanmasının elebaşısını iade etme konusunda da ipe un sermektedir. Diğer yandan ABD, bir devlet bankamızın üst düzey görevlisini hukuki olmayan nedenlerle alıkoyup, tutuklamakta fakat Türkiye’nin tüm istek ve haklı taleplerine karşın terör elebaşısını ne tutuklamakta ne de iade etmektedir. Hem ABD hem de AB ile ilgili yukarıda özetlemeye çalıştığımız olumsuz gelişmelerle ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür fakat meramımız anlaşılmıştır, diyerek burada bu olumsuz gelişmeleri kapatalım.

RUSYA, HİNDİSTAN VE ÇİN İLE İLİŞKİLER

Türkiye AB ve ABD ile son yıllarda yaşanan bu olumsuz gelişmeler üzerine Sayın Başbakanımız’ın deyimiyle dostlarını çoğaltıp, düşmanlarını azaltma politikasını uygulamaya çalışmaktadır. Eskiden beri müttefiklik ilişkisi içinde bulunduğumuz Batı’nın bize gösterdiği iki yüzlü tavra karşı Rusya ile iyi ilişkiler tesis edilmeye çalışılmış, bölgede ve dünyada belirli bir ağırlığı olan Rusya Federasyonu ile ilişkiler bir hayli mesafe katetmiştir. Rusya’nın yanı sıra Asya’nın uyuyan devi Çin’le de “Bir yol, bir kuşak” mottosunun itici güç olduğu ilişkilerimizde ciddi gelişmeler yaşanmaktadır. Yine yakın bir zamanda 9 yıl aradan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız’ın planlanan, Asya’nın ikinci bir devi olan Hindistan ziyareti ile de iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi bir seviyeye getirilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Brexit referandumunun ardından AB’den ayrılmayı seçen İngiltere ile de savunma sanayi ve ekonomi alanında hızlı ve ciddi bir işbirliğinin gelişmekte olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır. Afrika ve MENA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) ülkeleri ile ilişkilerimiz de Cumhuriyet Devri’nin hiçbir döneminde olmadığı kadar iyi bir şekilde gelişme göstermektedir.

BÖLGESEL DENGE
MODELİNE GEÇİLMELİ

Türkiye’nin, Brezilya’nın sahip olduğuna benzer bir nitelikte “ekonomik ilişkilerde bölgesel denge modeline” geçmesi gerekmektedir. Brezilya’nın dış ticareti komşuları, Kuzey Amerika, Afrika, Avrupa ve Asya ile % 18-24 bandında oldukça dengeli bir seyir izlemekte dolayısıyla bir bölgede çıkan ekonomik, siyasi kriz vb. tehditler ülke ekonomisine, sarsacak biçimde etki edememektedir. Türkiye için özellikle AB ile dış ticari ilişkilerde yaşanan yaklaşık % 50 düzeyindeki angajman, bizim için ekonomide ciddi bir zaaf teşkil etmektedir. Diğer taraftan ŞİÖ’nün içine Pakistan, İran, Afganistan ve Hindistan’ın alarak genişlemeye çalışması, Türkiye için de ciddi olarak düşünülmesi gereken bir husustur. ŞİÖ’nün en büyük üyesi Çin, ekonomik büyüklük açısından 2017 itibarıyla İngilteresiz, AB’nin eşdeğeridir. Kaldı ki Hindistanlı, Rusyalı, Pakistan’lı ve Orta Asya’lı ŞİÖ, 3 milyar’dan fazla nüfusa kabaca ABD+İngiltere toplamı kadar bir ekonomik büyüklüğe ulaşmaktadır. Türkiye gelişen yeni dengeleri de hesaba katarak Batı haricindeki büyük ve hızla gelişen devletlerle (bu devletlerin ekonomik ve teknolojik potansiyelini de etüd ederek) süratle ikili serbest ticaret anlaşmaları imzalayarak, Çin, İngiliz Milletler Topluluğu, Rusya, Hindistan, Japonya, G. Kore, Endonezya, Körfez İ.K., İran gibi ülkelerle sıkı ekonomik ilişkiler kurma yoluna gitmelidir. AB ile mevcut Gümrük Birliği anlaşması revize edilip, Türkiye’nin milli ekonomik menfaatlerine halel getirmeyecek bir anlaşma yapılabilirse bu iki tarafın da yararına olacaktır. ABD’ye de Kore Savaşı’nda olduğu gibi arkasını toplayan ve bir dediğini iki etmeyen siyasi – askeri müttefik ilişkisinin çok gerilerde kaldığı bu ilişkinin devam edebilmesi için ekonomik alanda da iyi düzeye yükselmesi gerektiği hatırlatılmalı Ürdün gibi bir ülke ile serbest ticaret anlaşması olan ABD’nin, Türkiye gibi çok önemli bir müttefikiyle niye ileri düzey ekonomik ilişkilere girmediği de ayrıca sorulmalıdır.

#Anayasa referandumu
#Dış politika
#ABD
#AB
7 yıl önce