|

Sömürgecilik sonrasında kültür

Kolonyalizm ve post-kolonyaliz üzerine çalışmaları bulunan Homi K. Bhabha’nın “Kültürel Konumlanış” adlı eseri Türkçe’de. Edward Said’in olumlu eleştirilerini alan yazar, sömürgecilik ve sonrasındaki kültürel gelişmeleri tartışıyor.

Yeni Şafak
09:53 - 13/04/2017 Perşembe
Güncelleme: 09:59 - 13/04/2017 Perşembe
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
AHMET EDİP BAŞARAN
Oryantalizm, Edward Said’in tanımlamasıyla “sömürgeciliğin keşif kolu” olarak çok önemli bir boşluğu doldurmuştu, bilirsiniz. O boşluk, tam olarak şöyle bir inceliği barındırıyordu: Kıtaları, ülkeleri işgal edebilirsiniz, onlar için bundan kolay bir şey yok. Önemli olan o kıtaları, o ülkeleri tarihsizleştirmek, hafızalarını ifsad edecek kültürel bir asimilasyona tabi tutmak. Sömürünün hangi hâl ve şartlarda en güzel şekilde yapılabileceği üzerine yapılan antropolojik ve kültürel fizibilite çalışmaları aslında meselenin mihenk noktasıydı. Kültürsüzleşme oryantalistlerin işine gelmiyordu çünkü o takdirde hiç de hesaba katmadıkları bir direniş ve inatla karşılaşabilirlerdi. Ki, mevzu bahis olan kültürel ananelerine sıkı sıkıya bağlı oldukları bilinen bir gerçek olan doğu ise daha dikkatli davranmaları elzemdi. Uygulama basitti aslında. Sömürge topraklarındaki kültüre olabildiğince saygılı davranmak ama bir yandan da onların sömürü ve zihinsel talana karşı geliştirecekleri refleksleri köreltmek. Melez kültür dediğimiz, özellikle sömürge sonrası toplumlarda ortaya çıkan başkalaşım ve köksüzlük hâli tam da bu amaca hizmet eden bir konsept olarak yürürlüğe kondu desek yeridir.

Homi K. Bhabha, melez kültürü, bir kuram ve sömürgecilik tasarımı olarak geliştiren ve sorgulayan isimlerden birisi. Dünya, sömürgecilik sonrası toplumlarda bambaşka olgu ve parametrelerle karşılaştı, karşılaşmaya devam ediyor. Bir ayırt edici vasıf olarak kültürel renklerin, geleneksel mitlerin hızla eridiği bir çağdayız. Yerli ve milli hasletlerden ziyade evrensellik zokası altında yutturulmaya çalışılan bir “dünya vatandaşlığı” teranesi dolanıyor ortalıkta. Yazar tam da bu noktada hayatî bir meselenin can damarını hatırlatıyor bize. O da sömürge sonrası toplumlarda halkların kaderini tayin edecek olan “nerede duracakları” sorusu. Bhabha’ın Kültürel Konumlanış isimli kitabı, bu temel sorunun etrafında çeşitli örnekler üzerinden bir kazı çalışması yapıyor. Geçmiş, şimdi ve gelecek sarmalı ortasında sömürgeciliğin ve sömürü düzeninin psikolojik dehlizlerinde dolanıyor yazar. Edward Said’in Bhabha için yazdığı şu satırları burada hatırlatmakta fayda var: “Bhabha, şundan dolayı nadirdir; muazzam bir incelik ve nüktedanlığa sahip bir okuyucu, sıra dışı güce sahip bir teorisyendir. Onun eseri kolonyal, postkolonyal, modernist ve postmodern arasındaki; çağlar, türler ve kültürler arasındaki değişimde bir ayrım noktasıdır.”

POST-KOLONYAL TECRÜBE

Homi K. Bhabha, 1949’da Hindistan’ın Mumbai kentinde doğmuş bir yazar. Mumbai’de doğmuş olmasına rağmen Fars kökenli bir aileden geliyor. Bu bilgileri, yazarın uğraş alanı olan kolonyal ve post-kolonyal çalışmalarının psikolojik kökenlerini vurgulamak için veriyorum. Kendisi, Edward Said, Gayatri Sipivak ve Frantz Fanon ile birlikte post-kolonyal teorinin öncü kuramcılarından biri olarak kabul ediliyor. Şunu da belirtmeden geçmeyelim; Homi K. Bhabha’ın dili oldukça ağır, metinlerinde özellikle metaforik göndermelerin çokluğu, metinler arası disiplinlerden çokça faydalanması onun yazılarını dikkatli ve sabırlı bir gözle okumamızı gerektiriyor. Bununla birlikte Bhabha, post-kolonyal tecrübe ve bu bağlamda sömürge sonrasına dair eleştirileriyle farklı ve ayrıksı bir yerde duruyor. En azından ülkemizde bir Said ya da Fanon kadar tanınmış değil. İnsan Yayınları’nı bu vesileyle kutlamak gerek.

Kitabın önsözünde Bhabha’nın temel meselelerinden biri olan melez kültür üzerine üstü örtük atıflar görüyoruz. Çeşitli uluslardan kimseleri içinde barındıran renkli bir fanusa benzeyen kozmopolitlik, bir kavramsal hiyerarşi çerçevesinde nereye denk düşüyor? Bhabha “Şimdi oldukça etkili olan küresel bir kozmopolitanizm türü var ki gezegeni, köylere uzanan bir eşmerkezli/konsentrik ulusal toplumlar dünyasına dönüştüyor” diyor. Ona göre bu tür bir kozmopolitanizm, kenarda yer alan çoğul kültürleri ve halkları hemen benimser, yeter ki metropolitan toplumlar içinde sağlıklı kâr marjları üretsinler. Yani kapitalizmin can evine sığınmacılar, fakirler değil de, o kâr marjlarına katkı sunacak bilgisayar mühendisleri, doktorlar, ilerleme dinine intisap etmiş acar ve gözü pek girişimciler gelsin. Çünkü onlar hem dünya kültürünün yani melez kültürün inşasında hem de kapitalist dünya pazarının yayılmasında sistem için vazgeçilmez unsurlardır.

Bhabha, çalışmasını on iki bölüme ayırmış. Çalışması boyunca en çok atıf yaptığı isimlerden biri Frantz Fanon. Özellikle sömürgeciliğin psikolojik altyapısı üzerine sağlam çözümlemeler yapmış olan Fanon, kolonyalizm ve post-kolonyalizm söz konusu olduğunda fikirlerine en başta müracaat edilen isimlerden birisi. “Pis zenci! Ya da basitçe, bak, bir Zenci!” cümlesindeki aşağılık tavrın boyalarını dökmüş bir adamdır Fanon. Modernite ve ilerleme mitiyle zihinleri ve gönülleri iğfal edilmiş alt-coğrafyaya, asgari bir kimlik sorgulaması için yapılması gerekenlerin ipuçlarını sunar. Bhabha’nın yoğunlaştığı melez kültür konusunda Fanon’un yazdıkları ciddi arketipler sunmaktadır. Afrika Devrimine Doğru (Toward the African Revolution) kitabında Fanon şunları söyler mesela: “Psikiyatri, insana kendi çevresine artık bir yabancı olmaması konusunda yardım etmeyi amaçlayan bir tıbbî teknik ise, kendi ülkesinde sürekli bir yabancı olan Arap’ın bir mutlak kişiliksizleştirme ortamında yaşadığını teyit etmeyi kendime bir borç bilirim…

Bhabha’nın kimliği sorgulama ve kimliklenme bağlamında psikanalist Annie Reich’ten yaptığı alıntı taklit, ben ve öteki arasındaki ilişki sarmalında sömürgeci ve sömürülen psikolojisini çok güzel özetliyor aslında: “Çocuk, gazeteyi babası gibi tuttuğunda… bu, taklittir. Çocuk okumayı öğrendiğinde, bu, kimliklenmedir.” Ben’i ve öteki’yi tam da sömürgeci bir algı perspektifinden biçimlendiren temel tazyik, o çocuğun o gazeteyi okumasını öğrenmemesi için her türlü şeyi yapar. Tanımlar ve tanımların boyunduruğunda inşa edilen bütün bir terminoloji, bu hassas denklemi gözeten bir vazife icra eder.

SİNSİ NEZAKET

Bhabha, sömürgeciliğin tahakküm alanlarında kurduğu dile de dikkat çeker. Terminoloji bu yüzden önemlidir. Kültürel asimilasyondan ve melezleştirmeden önce bu dil ustalıklı bir şekilde sistemin lordları tarafından dizayn edilir. Bhabha’ın “sinsi nezaket” adını verdiği olgusal durum tam da bu dizaynla ilgilidir. Özellikle Hıristiyan misyonerlerin sömürge topraklarındaki söylemlerinde bu sinsi nezaketin izlerini görürüz. Yerel kültüre karşı toptan bir inkâr politikası güdülmez. O kültür, o yerin insanlarının sömürülmesinde nasıl bir manivelaya dönüştürülebilir, sömürgeci bu sorunun cevabını arar. “Ya şu ya da bu” dayatmasından ziyade “hem o hem bu” tercihi üzerinden kültürel bir melezleşme süreci başlar. Bhabha, melezliğin resmî inkâr sürecini tersine çevirdiğini söyler. Böylece sömürgeci otoritenin varlığı artık doğrudan görünür değildir; onun ayrımcı tanımlamalarının artık bu kültürün yamyamlığına yahut şu halkın kâfirliğine yönelik buyurgan göndermeleri yoktur.

Buyurgan göndermelerin, “yerlileri” rahatsız eden dikte edici söylemlerin olmadığı bir sömürgeci dilin neler yapabildiğinin örnekleri hâlihazırda hemen önümüzde cereyan ediyor aslında. Bhabha, bu parçalanmış, iç içe geçmiş tarihsel olguları yeniden sorgulamamız gerektiğini söylüyor. Yerleşik algılarımızla hesaplaşmadan kolonyalizmi ve post-kolonyalizmi sağlıklı bir şekilde değerlendiremeyiz. Berrak bir algı, berrak zihinleri gerekli kılar. Zihinlerimiz müstemleke olmuşken bu, ne kadar mümkün?

  • KİTABIN KÜNYESİ
  • Kültürel Konumlanış
  • Homi K.Bhabha
  • Çeviri: Tahir Uluç
  • İnsan yayınları
  • 2016
  • 470 sayfa
#Kültürel
#Konumlanış
#kitap
7 yıl önce