|

SPD’nin çifte vatandaşlık planı asimilasyon kokuyor

Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) Şansöyle adayı Martin Schulz, başlangıçta estirdiği kısa süreli rüzgar sonrası, siyasette silik bir profil sergiliyor. SPD bu sorunu aşmak için sağcı politikalara ve ırkçı AfD partisinin önerilerine yakın bir stratejiyi hayata geçirmiş durumda.

Yeni Şafak ve
04:00 - 23/06/2017 الجمعة
Güncelleme: 08:13 - 23/06/2017 الجمعة
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Yasin Baş - Siyaset Bilimci

2017 senesi içerisinde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) girdiği bütün eyalet seçimlerini kaybetmiştir. Schleswig-Holstein ve Kuzey Ren Vestfalya (KRV) Eyaletlerinde hükümeti kaybeden partinin geleceği çok da gül-pembe görülmemektedir. Saarland Eyalet seçimleri sonrasında sosyal demokratların kurulacak koalisyonlarda artık sadece küçük ortak olarak işe yarayabileceğini göstermektedir. Sözde „Schulz-Etkisi“ pek uzun sürmemiştir. Yerlere göklere sığdırılamayan parti başkanı Martin Schulz ile ilgili bir kaç gün abartmalı reklam yapılmış ancak bu baştan beri gerçek dışı ve hayal ürünü gibi görünen sansasyon uzun sürmemiştir. Schulz’un selefi Sigmar Gabriel Ocak 2017’de batan gemiyi son anda terk etmiştir. Bundan sonra SPD’de açısından üç eyalet seçimi arka arkaya kaybedilmiştir. İlk mağlubiyet 26 Mart tarihinde Saarland’da yaşanmıştır. Bunu Schleswig-Holstein seçimleri takip etmiştir. Torsten Albig (SPD) başbakanlık koltuğunu terk etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ancak en acısı, SPD’nin kalesi sayılan ve işçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı KRV seçimlerinin kaybedilmesi olmuştur. Gelecekte federal siyasette söz sahipleri arasında görülen KRV Başbakanı Hannelore Kraft (SPD) sessiz sedasız istifa etmiştir. Mart 2017’de delegelerin yüzde 100’ü tarafından seçilen eski Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz (SPD) parti içerisinde bir hareketliliğe ve heyecana sebep olmuştur ancak bu heyecan en fazla birkaç gün devam edebilmiştir. Schulz’de yetersiz bir izlenim sergilemekte ve SPD’yi şaha kaldıracak gibi görünmemektedir. Schulz’un eski Şansölye Gerhard Schröder’in „Ajanda 2010“ reformlarından geri adım atabileceği sözü, parti içerisindeki sol kanadın nabzını yükseltmiş ancak konu kamuoyunu yeterince meşgul edememiş ve toplumun geniş kesimlerini etkileyememiştir. Schulz devamlılık içeren söylemler ve siyaset üretmekte sorun yaşamaktadır. SPD şansölye adayının çıkışları neredeyse hep gündelik ve geçici olarak ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde siyasette başarıyı yakalamak ise oldukça zor, hatta imkansızdır. Siyasette başarılı olmak isteyen kişi gündemi meşgul etmesi gerekir, gündemi oluşturması ve gündeme uzun vadeli damga vurabilmesi şarttır. Schulz’da bu özellik bulunmamaktadır. Belki onu anlatan mecaz „kağıttan kaplan“ resmidir. SPD’li siyasetçi her ne kadar tartışmalara dahil ve müzakerelerde aktif olmaya çalışsa da, bunu tam anlamıyla başaramamıştır. Kendisinin söz aldığı zamanlarda ise çoğu kez kasınçlı, yapmacık ve zoraki bir izlenim vermiştir.

BAŞKA PARTİLERİN
FİKİRLERİNİ KOPYALIYOR

SPD yönetiminde bulunan sorumlular partinin kusurlu durumunu tespit etmiş ve bundan belki de korkmuş olmalılar ki, düşmüş oldukları çukurdan nasıl çıkabilecekleri yönünde kafa yormuşlar. Ancak sonunda maalesef AfD ve diğerlerinin kısıtlayıcı önerileri ağır basmış görünüyor. Haziran ayının ilk günlerinde SPD Şansölye adayı Martin Schulz yanına SPD‘nin Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı Boris Pistorius’u da alarak partinin Genel Merkezi olan Willi-Brand-Evinde „Daha Güçlü Bir Sosyal Demokrat İç Siyaseti“ başlığı altındaki tezlerini kamuoyuna duyurmuştur. Gelecekte keskin bir iç siyaset öngören bu tezler arasında örneğin daha sert bir sınır dışı siyaseti, video ve mobese kayıtlarının genişlemesi, Avrupa sınır polisinin kurulması, Avrupa FBI’nın hayata geçirilmesi ve özellikle Türk kökenli insanları ilgilendiren çifte vatandaşlığın tekrar gözden geçirilmesi gibi konular bulunmaktadır. Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ)‘ın 2 Haziran 2017 tarihli haberinde SPD’nin ve Aşağı Saksonya İçişleri Bakanı Boris Pistorius’un çifte vatandaşlık konusunda çark ettiği tespit edilmektedir. FAZ haberine göre Pistorius daha 2016 Ağustos‘unda çifte vatandaşlık ile ilgili şu şekilde konuşmuştur: „Çifte vatandaşlığı sorgulayan, ona sahip olan insanları da karalar. Bununla birlikte çifte vatandaşlığın iç güvenlik konusu ile bağlı olduğuna dair en küçük bir belirti bile bulunmamaktadır.“ Bakan beyin bu yerli ve akılcıl sözlerinden daha bir yıl bile geçmeden şimdi böyle bir u-dönüşü ortaya koymasının bir sebebi olmalıdır herhalde. Osnabrück’ün Schinkel semtinden gelen ve eski Osnabrück Anakent Belediye Başkanı Pistorius kendisinin de hazırladığı bu güvenlik ağırlıklı iç siyaset belgesinde çifte vatandaşlara artık bir „Nesiller Kesimi“ („Generationenschnitt“) talebinde bulunuyor.

„NESİLLER KESİMİ“
ASİMİLASYON SİYASETİNİN ENSTRÜMANI MI?

Bu tartışmalı model 1 Kasım 2013’de Alman Vakıfları Uyum ve Göç Bilirkişi Konseyi (SVR) tarafından önerilmiştir. „Nesiller Kesimi“ modelinde Almanya’da doğan göçmen çocukların çifte vatandaşlığa sahip olmaları ön görülmektedir. Ancak bu çocukların (ikinci neslin) çocukları (üçüncü nesil) babalarının ve dedelerinin vatandaşlıklarını otomatik olarak gelecek alamayacaklardır. Bunun için yetkili makamlara gerekli başvuru yapmaları ve bunun kabul görmesi şartı bulunmaktadır. Dördüncü nesilde ise çifte vatandaşlık hiçbir şekilde öngörülmemektedir. „Nesiller Kesimi”nden ziyade „Nesiller Kıyımı“nı andıran böyle bir sözde uyum ve vatandaşlık modeli örneğin Türkiye’den nesiller önce Almanya’ya göç etmiş ailelerin vatandaşlık bağları ortadan kaldırılması planlanmaktadır. CDU’lu Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’in de uzun süredir desteklediği ve tanıtımını yaptığı bu dışlayıcı model ABD, Kanada, İskoç veya AB vatandaşları için de geçerli olur mu acaba?

SPD ARTIK ESKİ BİR HALK PARTİSİ OLMUŞTUR

SPD gerçekten rakiplerinin fikirlerini ve tasavvurlarını kopyalayarak başarı elde edebileceğini mi sanıyor? SPD’li „yoldaşlar” böyle düşünüyorlarsa yanılıyorlar. En son 7 Haziran 2017’de „Die Welt” Gazetesi „Forsa” Araştırma Şirketi’nin seçim anketini okuyucuları ile paylaşmıştır. Burada da görülmektedir ki, SPD gün geçtikçe kan kaybetmektedir. CDU/CSU ile olan oy oranı farkı artık yüzde 15’e çıkmıştır. SPD yüzde 24’e gerilemiş, daha doğrusu çakılmıştır. Hristiyan Birlik Partileri ise yüzde 39’luk bir oy potansiyeli ile gerçek bir halk partisi olduğunu kanıtlayabilmektedir. SPD hakkında artık „halk partisi” kavramını kullanmak doğru değildir.

„Genertionenschnitt“ isimli „Nesiller Kesimi” modelini ileriye yönelik düşündüğümüzde o zaman eski göçmenlerin çocuk ve torunları ana dillerini, ana kültürlerini veya dinlerini de bir gün geride bırakmaya zorlanırlar mı acaba? Bir zamanlar misafir işçiler diye adlandırılan insanların nesilleri bir gün cermenleştirilecek veya isimlerini de mi değiştirmeleri gerekecektir? „Nesiller Kesimi” modeli bu sebeple göçmen tarihi bulunan insanların kimliklerini ve değerlerini ortadan kaldırabilecek bir „Nesiller Merdanesi“ izlenimi vermektedir.

SEÇMEN TAKLİTTEN
ZİYADE ASLI TERCİH EDER

SPD‘nin çifte vatandaşlıkta hedeflediği tarihi revizyonu partinin tam anlamıyla bir ikilem içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Daha kısa bir süre öncesine kadar çoğunlukla SPD’ye oy veren Türk kökenli seçmenler, partinin bu „Ramazan hediyesini” ne şekilde değerlendirecekleri merak konusu. Tavizsiz şerif olarak bilinen eski iç işleri bakanı Otto Schily’nin yolundan gitmeyi kafaya koymuş görünen SPD bu yolda başarıya ulaşamayacaktır. SPD kendi öz salahiyeti ve temel yetkinliklerine yoğunlaşarak bunlara konstantre olmalıdır. Peki, partinin temel yetkinlik alanları nelerdir? SPD’nin Ajanda 2010’dan itibaren uzaklaştığı sosyal adalet ve refah siyaseti. Eski şansölye Gerhard Schröder’in Ajanda 2010 siyasetinden beri parti kendini hala toparlayamamıştır. Partideki birçok yoldaş SPD’ye sırt çevirmiş, karizmatik bir kişiliği olan eski genel başkan ve maliye bakanı Oskar Lafontaine ve partinin sendikalar kanadı SPD’den ayrılarak WASG Partisini kurmuşlardır. WASG ise aşırı sol PDS ile birleşerek Sol Partiyi hayata geçirmiştir. Bu olay bile başlı başına SPD’nin ikilemlere girdiği, refah ve sosyal adaletten uzaklaştığı takdirde, partinin ne derece darbeler alabileceğini göstermektedir. AfD ve diğer sağ tandanslı partileri taklit etmek belki şuan siyasiler tarafından çok popüler gibi algılanıyor, ancak neredeyse Avrupa’nın bütün ülkelerinde ana akım partilerinin izlediği bu yol aslında büyük bir hata. Aşırı sağ, ırkçı ve sağ popülist partiler karşısında zor günler yaşayan ana akım partileri oy kaygısı sebebiyle bu partileri taklit etmeye ve onların ırkçı söylemlerini kopyalamaya başlamaları gelecek açısından kaygı vermektedir. SPD’nin de içinde bulunduğu ana akım partilerinin bu yaklaşımı dillerine doladıkları uyuma, toplumsal barışa ve birlikteliğe katkı sunmamaktadır. Partilerin sağa kaymaları, AfD’leşmeleri aslında tam da aşırı sağ partilere destek anlamına gelmektedir. Çünkü ırkçı ve aşırı sağ partiler diğer partileri etkileyebildiklerini görerek daha da uç ve ırkçı fikirlerini toplumun ve siyasetin merkezine yerleştirebileceklerini görebilmektedir. Bu başarı asıl onların başarısıdır. Maalesef çoğu ana akım parti bunu hala anlamış gözükmemektedir. Sağ ve popülist partilerin taklidi seçmen nezdinde samimiyetsizliğin ve riyakarlığın bir göstergesi olarak yerini alacaktır. Tekrar söylemek gerekirse: Seçmen taklitten ziyade orijinali, yani aslı tercih edecektir. SPD girdiği bu ikilem içerisinde kendine daha da çok zarar vermektedir. Bunu görmezden gelen yoldaşlar artık bunu anlamalıdır.

#SPD
#Seçmen
#Almanya
٪d سنوات قبل