|

Sufiler kuruluşta önemli paya sahip

Osmanlı’da tasavvuf kültürü ve sufiler üzerine çalışmalara imza atan Haşim Şahin’in ‘Dervişler ve Sufi Çevreler’ adlı çalışması yayınlandı. Şahin, “Sufiler Osmanlı’nın kuruluşunda önemli paya sahipti” diyor.

Yeni Şafak
15:24 - 11/05/2017 Perşembe
Güncelleme: 11:02 - 15/05/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
Sufiler kuruluşta önemli paya sahip
MEHMET İ. ÖZTÜRK

Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Haşim Şahin ile son kitabı Dervişler ve Sufi Çevreler’den yola çıkarak Osmanlı dünyasında tasavvufun yerini ve bugünkü durumu konuştuk.

 Bilhassa son yıllarda tasavvuf kültürüne karşı yoğun bir ilgi var. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Aslında tasavvuf kültürüne toplumun ilgisi her zaman fazlaydı. Tasavvuf ilk ortaya çıktığı dönemde insanların manevi terbiyelerini sağlamayı gaye edinmişti. Dolayısıyla bu tasavvufu bir insanın kendi özüne yolculuk yaparak varlığının hakikatini kavraması olarak değerlendirebiliriz bir bakıma. Hal böyle olunca her insan bir şekilde kendiyle bir mücadele içerisine giriyor. Tabii olarak da her dönemde bir şekilde tasavvuf kültürüne, daha geniş bir ifadeyle mistik akımlara karşı bir merak duyuyor. Son dönemde bu ilginin biraz daha arttığını da kabul etmek gerekiyor elbette. Bunun çok çeşitli sebepleri var. İlk olarak toplumun okuma yazma, bilgiye çok daha kolay ulaşma imkânlarının artmasıyla birlikte tarih, düşünce, ilahiyat, felsefe ve sosyoloji gibi alanlara ilgisi de arttı. Artık geçmişte yaşamış ve hem kendi dönemlerine hem de yüzyıllar boyunca devam edecek düşünce ve tasavvuf akımlarına yön vermiş şahsiyetlerin hayatlarını merak ediyor insanlar. Özellikle bütün dünyada ve Türkiye’de Mevlânâ’ya, Yunus Emre’ye, Hacı Bektaş Velî’ye karşı uzun zamandır bir ilgi vardı. Son dönemlerde devletin bu önemli şahsiyetleri daha fazla sahiplenmesi, projelerle desteklemesi, belediyelerin faaliyetleri, bu konulara dair sinema filmlerinin ve belgesellerin sayısının hayli artması toplumun ilgisinin daha da artması ile neticelendi. İnsanlar yukarıda isimlerini saydığım büyük mutasavvıfların haricindeki diğer sufileri de keşfetmeye başladılar. Elbette Osmanlı öncesi dönemden itibaren başlayan, Osmanlı döneminde daha da kuvvetlenen, başta Nakşbendilik, Kadirilik, Bayramîlik, Halvetîlik ve Melâmilik gibi, toplumun değişik kesimlerinde yerleşmiş bir tarikat ve tasavvuf kültürünün mevcudiyeti ve varlığını sürdürmesi de bu popülaritenin bir diğer nedeni. Tasavvufa yönelik yayınların sayısının her geçen gün biraz daha artması, televizyon programlarında mutasavvıf kimliği ile tanınan kişilerin sıkça boy göstermesi de tasavvufa ilginin artma nedenlerinden bir diğeri.

TENKİT EDECEK KURUM YOK

Peki sağlıklı bir bilgi aktarımı var mı?

Bu konuda verilecek her türlü cevabın sübjektif olacağını düşünüyorum. Yukarıda bahsettiğim konularla ilgilenen hemen herkes kendi verdiği bilginin ve temsil ettiği geleneğin doğru olduğunu ileri sürecektir. Bu durum doğal olarak bir çeşitliliği de beraberinde getirecek elbette. Bununla birlikte verilen bilgileri ciddi bir şekilde tenkide tabi tutarak değerlendirecek bir kurumun yahut mercinin olmayışı, verilen bilgilerin sıhhatini sorgulamamıza neden oluyor. Bu nedenle sağlıklı bilgi aktarımı zaman zaman ortadan kalkabiliyor. Yapılması gereken belki de Mustafa Kara, Mahmud Erol Kılıç, Necdet Tosun gibi konunun uzmanlarının kaleme aldıkları eserleri okumak, en azından başlangıç düzeyinde sağlıklı bir fikre sahip olabilmek için.

 Osmanlı’nın kuruluşunda sufi zümrelerin rolü her zaman tartışmalı olmuştur. Sizin bu konudaki kanaatleriniz nedir?

Evet, bu konuda pek çok farklı yorum yapılıyor. Benim doktora tezim Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde dini zümreler üzerineydi.  Kitabınızda Osmanlı tarihine dair yazılan ilk eser olan Yahşi Fakih Menakıbnamesi’ne dair bir yazı var. Bu eser henüz bulunmuş değil… Bu eser neden önemli?

Bu eserin önemi, ciddi anlamda kaynak sıkıntısı çekilen Osmanlı erken dönemine dair birinci elden bilgileri vermiş olması. Bu eserin varlığından da yine ilk Osmanlı kronik yazarlarından birisi olan ve mutasavvıf kimliği ile de tanınan Aşıkpaşazâde sayesinde haberdar oluyoruz. Aşıkpaşazade İstanbul’a giderken Geyve’ye geldiği sırada hastalanıyor ve Orhan Gazi’nin imamı Yahşi Fakih’in evinde misafir oluyor. Bu süre zarfında da Yahşi Fakih’in eserini okuma imkanını buluyor. Hatırladığı kısımları da daha sonra kendi yazdığı Tarih’ine dahil ediyor. Yani Aşıkpaşazâde tarihinin temel kaynağı Yahşi Fakih’in Menâkıbnâmesi. Henüz büyük bir devlet olmadığı için tarihçilerin dikkatini çekmediği dönemde Osmanlı padişahlarının faaliyetlerini daha yakından gözlemleyebilen tek kaynak olması açısından önemli. Yine erken Osmanlı döneminde gündelik hayatı, sosyal yapıyı, tasavvuf kültürünü ve gaza anlayışını yansıtması bakımından da önemli olduğu anlaşılıyor. En azından Aşıkpaşazâde’nin eseri bize bu intibaı veriyor. Umarım bir gün bulunur diyelim..

TEKKELER DEVLET VE

HALK ARASINDA KÖPRÜYDÜ

 Kitabınızda ele aldığınız konulardan biri şeyhlerle sultanların ilişkileri. Uzun Osmanlı asırlarına baktığımızda sufilerin iktidar ilişkileri nasıl olmuştur?

Osmanlı döneminde tekkeler ve zaviyeler sadece tasavvufi kültürü temsil etmekle kalmayıp aynı zamanda topluma dönük bazı işlevler de görüyorlar. Yoksul insanlara, yolculara, kimsesizlere, gariplere, askerlere ücretsiz yemek verilmesi, konaklama imkânı sağlanması gibi. Yani tekkeler son derece hareketli bir hayatın sürdüğü kurumlar. Bu bakımdan devlet ile halk arasında bir köprü vazifesi de görüyor bu tekkeler. Bu nedenle padişahların sufilerle daha yakın bir ilişki kurduklarını, çoğu zaman tekkeleri ve zaviyeleri devlet eliyle inşa ettiklerini, gelir tahsis ettiklerini ve tekke ehlini vergiden muaf tuttuklarını görüyoruz. Bu nedenle iktidar ile sufi çevreler arasında ana hatlarıyla samimi ilişkiler olduğunu söyleyebiliriz. Şeyh Edebalı, Emir Sultan, Akşemseddin, Aziz Mahmud Hüdayi iktidar mensupları ile mutasavvıfların yakınlaşmalarının timsali olmuş isimler. Ama bunun aksinin olduğu durumlarla da karşılaşılabiliyor zaman zaman. Selçuklular adına Babailer İsyanı, Osmanlılar adına ise Şeyh Bedreddin İsyanı, yine Kalenderi dervişlerinin ve Melâmilerin güçlü kutbiyyet anlayışları nedeniyle siyasi otoriteye karşı kayıtsız olmaları devletin bu zümrelere karşı çoğu defa temkinli bazen de olumsuz bir tavır takınmasına neden oluyor. Başta Hacı Bayram Veli olmak üzere, Abdal Musa, Karaca Ahmed, Geyikli Baba, Pir Ali Aksarayi gibi şahsiyetlerin zaman zaman teftiş edilmeleri, İsmail Maşuki, Hamza Bali, Şeyh Lütfullah Karamani, Sütçü Beşir Ağa gibi şahsiyetlerin devlete karşı açık bir tutum sergilemedikleri halde idam edilmeleri devletin tekke ehline karşı sert tedbirlerine örnek olarak verilebilir. Kısacası devlet kendi söylemiyle örtüşen bir politika geliştirdiği yahut kendi otoritesine karşı bir tehdit oluşturmadığı sürece sufileri destekliyor, ancak bunun aksini hissettiği takdirde en sert tedbirleri almaktan çekinmiyordu diyebiliriz.

  • • • •
  • Dervişler ve Sufi Çevreler
  • Haşim Şahin
  • Kitap Yayınevi
  • 2017
  • 264 sayfa
#dervişler
#sufiler
7 yıl önce