|

Tarihte var olmak tarihle var olmak

Medeniyet merkezli tarih, merkeze kendi değerlerini, dünya görüşü ve metafiziğini alır. İnsanı üç temel boyuta yerleştirir. İnsanın kendi kimliği, Müslüman aidiyeti ve diğer insanlarla ilişkisi. Diğer tarih yazımlarından farklı olarak insanı diğer ulus, medeniyet ve insanlara düşman etmeyi amaçlamaz.

Yeni Şafak
04:00 - 15/04/2017 السبت
Güncelleme: 08:28 - 15/04/2017 السبت
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Yrd. Doç. Dr. Ümmet ERKAN- Bartın Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Son dönemde televizyon kanallarında tarih temalı dizi ve filmlerde büyük bir artış görülmekte ve bu yapımlar büyük beğeni ile izlenmektedir. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “torunlarım izliyor ve çok seviyor” sözleriyle takdir ettiği “Diriliş Ertuğrul” ve bu sezon gösterime giren “Payitaht Abdülhamit” dizileri ele aldığı konular kadar, bu konuları işleyiş biçimiyle de dikkat çekmektedir. Bu yapımlar; toplumda geçmişi doğru bir biçimde yansıtan dizilere ve filmlere olan beklentileri bir nebze de olsa da karşılayabilme amacını taşımaktadır. Yıllardır ihmal edilmiş, unutturulmuş veya çarpıtılarak aktarılmış tarihimizin doğru biçimde anlaşılabilmesinin nasıl mümkün olacağı ile ilgili sorular, bu bağlamda yeniden tartışmaya açılmıştır. Bunun yanında “tarih bilincinin niçin önemli olduğu”, “tarihsel boyut ve derinliğin bize bugünü anlamada neler kazandıracağı”, “yaşadığımız küresel dünyada “genelgeçer” ve “meşru” tek bir tarihten söz edilip edilemeyeceği” gibi sorular da bu bağlamda yanıtlanması gereken sorulardandır.

MEDENİYET İNŞASINDA
TARİHİN ROLÜ

Bir medeniyet inşasının en önemli araçlarından biri tarihtir. Tarih, bir sosyal bilim olmanın ötesinde bir dünya tasavvuru, bir kendilik algısıdır. İnsan kendini tarih içinde tanımlar ve kendi kimliğini tarih içerisinde inşa eder. Tarihte yeri olmayanın bugünde yeri yoktur. Bugün var olmak için tarihte de var olmak gerekir. Tarihçi Carr’a göre “geçmişle bugün arasında çift yönlü bir trafik vardır. Bugün geçmişin kalıbıyla yoğrulur ama bir yandan geçmişi sürekli yeniden yaratır. Tarihçi tarih oluşturuyorsa tarihin de aynı şekilde tarihçiyi oluşturduğu bir gerçektir…” Hobsbawm’a göre ise geçmiş şimdiki zamanın ve geleceğin modelidir. “Geçmiş her kuşağın kendi soyunu yeniden üretmesini ve ilişkilerini düzenlemesini sağlayan genetik kodun anahtarını temsil eder…”

Modernite, özellikle 18. Yüzyıldan itibaren Batı’ya özgü; kentleşme, sanayileşme, sekülerleşme, devletin merkezileşmesi, ulusal sınırlar, rasyonel bir hukuk sistemi gibi gelişmeleri içeren bir süreci ifade eder. Modernliği merkeze alan tarih yazımı, ilerleme düşüncesi ve sosyal evrimciliğe bağlı olarak tarihin sürekli geliştiği ve ilerlediği tezine dayanmıştır. Bu nedenle bugün geçmişten daha “ileridedir” düşüncesini taşımıştır. Geçmişi, geleneği, inancı mahkûm eden bu anlayış, geçmişin bir “hurafe yatağı” olduğu tezini işlemiştir. Buna bağlı olarak da geçmiş kötülenmiş ve bugün yüceltilmiştir. Örneğin tek bir Ortaçağ olduğu tezinden yola çıkılarak bu çağa “karanlık çağ” denilmiştir. Oysa Ortaçağ farklı toplumlar için farklı dönemleri ifade eder. Mesele aynı dönemde İslam dünyası bir “altın çağ” yaşarken, Batı belirli alanlarda geri kalmıştır. Fakat bu bile tek biçimde yorumlanamaz. Çünkü Ortaçağ Avrupa’da; üniversitelerin kurulduğu, kentlerin özerkleştiği, paranın değer kazandığı, hukuk ve felsefe alanında başlayan canlanmayı da ifade eder. Ortaçağ olmasa modern çağ da olmazdı denilebilir. Bu nedenle modernliği merkez alan tarih anlayışı tek biçimli, yanlı ve objektiflikten uzaktır. Ne bugün bütünüyle insan için ideal bir dönemi ne de dün bütünüyle “karanlık” bir dönemi ifade eder.

GÜÇ İLİŞKİLERİNE
MEŞRUİYET KAZANDIRMA

Modern ve Avrupamerkezci tarih yazımı Batı-Doğu arasındaki güç ilişkilerine bilişsel bir meşruiyet sağlama amacına matuftur. Oysa Herder’in dediği gibi tek bir tarih yoktur. Dünyada farklı toplumlar olduğu kadar farklı tarihler de vardır. Bu bağlamda ele alınması gereken bir diğer tarih yazımı da modernlikle ilişkili olarak ulus devlet tarih yazımıdır. Ulus devlet, Avrupa’da özellikle Fransız Devrimi sonrasında yaygınlık kazanmış bir yönetim biçimidir. Kaynağında ulus kavramı yer alır. Ulus devletlerin gelişmesinde Giddens’e göre üç faktör önemli olmuştur: Birincisi endüstriyel ve askeri güçtür. Endüstride gelişme kaydetmiş ve yeni silahlara sahip olan ülkeler ulus devletleri oluşturmuşlardır. Silah kullanımı ve şiddet tamamen devletin inisiyatifine bırakılmıştır. İkinci faktör ise ulus devletin yönetim gücünün yaygınlık kazanmasıdır. Üçüncü faktör ise tarihsel gelişmeyle ilgilidir.

Ulus devlet inşasında özellikle kültürel alanda dil ve tarih büyük önem taşır. Bunlar ulusun istiklalini sağlayacak olan iki önemli araçtır. Ulus devletler millet inşası sürecinde ulusa bir kök ararlar. Bu kök arayışı ulusal bilincin tarihin en karanlık ve sisli ayrıntılarında gizli olduğu, ulusun eşsiz ve büyük bir tarihi olduğu fikrine dayanır. Bunun için tarihi belgeler, kanıtlar ayıklanır ve geçmiş yeniden yazılır. “Saklı tarih” açığa çıkarılır, ulusal kahramanlıklar yeni nesillere aktarılır. Böylece ulus devletin temel ihtiyaçlarından biri olan tarih yazımı tamamlanmış olur. Bu tür bir tarih yazımında amaç; geçmişte bir “altın çağ” yaratarak kitlelere ortak bir hedef belirlemektir. Ulus temelli bir tarih daima seküler bir tarihtir. Tarihe değer ekseninde değil, ulus ekseninde bakar. Ulusu yüceltmek amacını taşır. Bunun için semboller, mitler, simgeleri kullanır.

İlginç olan şeylerden biri ulus merkezli tarih yazımının genellikle şarkiyatçıların (Doğu uzmanlarının) çalışmaları sonunda ortaya çıkmış olmasıdır. Sözgelimi Türk tarihi ile ilgili en eski yazılı metinler olan Orhun Kitabelerini çözen Danimarkalı şarkiyatçı Vilhelm Thomsen’dir. Onunla birlikte çalışan diğer bir şarkiyatçı Rus F. Wilhelm Radloff’tur. Uygurların yaşadığı Turfan ve civarında yaptığı kazılarla eski ve büyük bir medeniyetin izlerini ortaya çıkaran Alman şarkiyatçı Albert Von Le Coq’tur. En büyük Osmanlı tarihçilerinden biri Avusturyalı Joseph Von Hammer’dir. Bunların sayısı arttırılabilir. Türk tarihi ve dili ile ilgili ilk çalışmaları Türkler değil, şarkiyatçılar yapmıştır. Diğer milletler için de benzer durumlar söz konusudur.

ŞARKİYATÇILIK
COĞRAFYAMIZI PARÇALADI

Şarkiyatçılar neden Türk, Arap, Fars, Berberi, Kürt dili ve tarihi ile ilgili çalışmalar yapmıştır? Bunun en net yanıtı ulus merkezli tarihin coğrafyamızda birbirine düşman toplumlar yaratmış olmasıdır. Türk tarihi ile Arapların, Arap tarihi ile Türklerin; Fars tarihi ile Türklerin, Türk tarihi ile Farsların birbirine düşmanca duygular beslemesi amaçlanmıştır. Türklere; “Araplar sizin arkanızda vurdu.”, Araplara ise “Türkler sizi yıllarca sömürdü.” denilerek ortak tarih birleştirici değil ayırıcı bir işlev yerine getirmiştir. Bölgemizde Müslüman toplumlar arasında aşılmaz duvarlar örülmüş ve genç nesillerin belleklerine kin tohumları ekilmiştir.

20. yüzyılın büyük filozoflarından Henry Bergson, “Bellek olmadan bilinç olmaz.” demiştir. Hafıza formatlanırsa, kimlik de sakata uğrar. Bu nedenle geçmişi olmayan toplum bugün ancak “Mankurt” olur. Türkiye’de ulus devletçi tarih, bir tür bellek yitimi ve yeni bir bellek inşasına girişmiştir. Ulus odaklı tarih daha önce de sözünü ettiğimiz gibi seküler bir tarih yazımını kullanmıştır. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine geçerken dinsel tarih tasavvuru yerini laik tarih yorumuna bırakmaya başlamıştır. Bunun ilk adımı II. Meşrutiyet döneminde atılmıştır. Fransız tarihçi Charles Seignobos’un etkilenmiş olan Türk tarihçisi Ali Reşat, pozitivist bir bakışla “Umumi Tarih” kitabını yazmıştır. 1932 yılında toplanan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin liseler için yazdırmış olduğu yeni tarih kitaplarında bu laik tarih yazımı kullanılmıştır. Peygamberlere ve dine dayalı bir tarih yazımı yerine jeolojik ve antropolojik bir tarih yazımı tercih edilmiştir. İlkelden moderne doğru giden sosyal evrimci bir tarihe yaslanılmıştır. Türklere köken arayışında olan bu tarih yazımında Sümerlerden Hititlere, İskitlere kadar birçok kavmin Türk olduğu tezi işlenmiştir. Osmanlı dönemi tarihi ise çarpıtılarak aktarılmıştır. Şarkiyatçı bir bakış açısıyla Osmanlı padişahlarının özel hayatları öne çıkarılmış, saray hayatı bütünüyle “harem-cariye” ayrıntısına kilitlenmiştir. Osmanlı hanedanları, Türklere ait olan egemenlik hakkını gasbeden bir hanedanlık olarak temsil edilmiştir.

MEDENİYET MERKEZLİ
TARİH YAZIMI

Bu tarih yazımlarına alternatif bir tarih, medeniyet merkezli bir tarihtir. Medeniyet derken kastettiğimiz Gökalp’ın uygarlık karşılığı olarak kullandığı kavram değildir. Medeniyet değer ve inanç odaklı ontolojik bir bakış açısıdır. Eşyaya ve insana bakarken temeline İslam’ın 1400 yıllık deneyimini koyar. Farklı kavimlerin ortak katılımı ile oluşmuş, temele İslam metafiziğini yerleştirmiş, insanı metafizik bir kopuştan metafizik bir birliğe çağıran, kendine özgü bir epistemoloji ile insanı sınırlı dünya hayatının emanetçisi sayan bir bakış açısıdır. Bugün Batı medeniyeti derken de kastettiğimiz budur. Kökeninde Greko-Latin düşüncesi, Yahudi-Hıristiyan dini olan medeniyettir.

Medeniyet merkezli tarih, merkeze kendi değerlerini, dünya görüşü ve metafiziğini alır. İnsanı üç temel boyuta yerleştirir. İnsanın kendi kimliği, Müslüman aidiyeti ve diğer insanlarla ilişkisi. Diğer tarih yazımlarından farklı olarak insanı diğer ulus, medeniyet ve insanlara düşman etmeyi amaçlamaz. Kendi milli tarihini ötekine karşı üstünlük kurmak için kullanmaz. İnsanı ötekileştirmez. İslam’ın gerçekleştirdiği bütün kavimlerin katılımıyla oluşan ve her kavmin kendisinden bir iz bulduğu çok yönlü bir tarih yazımıdır.

Medeniyet merkezli tarih, seküler tarih yazımına karşı da bir alternatiftir. İnsanı, insan öncesi türlerden getirip bugün “kompleks bir hayvan” olarak gören tarihe karşı, Hz. Adem’i merkez alan bir tarihtir. Tarihi adalet, merhamet, saygı, hoşgörü, tevazu, erdem, bilgelik üzerinden okur. Tarihi insanlığın yanında olanlarla olmayan şer güçlerin tarihi olarak görür. Yani bu tarih hakla batılın, sevgi ile nefretin, adaletle zulmün mücadele halinde olduğu bir tarihtir. Böyle bir tarih yazımı, böyle bir tarih öğretimi bizi bugün inşa etmek istediğimiz değerlerle merbut kılar. Genç nesillere vermek istediğimiz mesajlar, bu tarihle birlikte zihinlerde yer eder.

#Cumhurbaşkanı Erdoğan
#Medeniyet
#Şarkiyatçılık
#Tarih yazımı
٪d سنوات قبل