|

Türkiye-Katar: Sert güç ile yumuşak gücün ittifakı

Katar krizi, 2011 yılından beri Suriye krizine odaklanan Türk dış politikasına yeniden alan açtığı gibi yeni bir ivme de kazandırmıştır. Türkiye, krizde oyun bozucu ve dengeleyici rol oynayarak genelde Ortadoğu özelde Körfez bölgesinin vazgeçilmez aktörü olduğunu ispatlamıştır. Öyle ki, Katar krizi sürecinde Türkiye, Suudi Arabistan ve İran arasında dengeleyici güç olarak da ortaya çıkmıştır.

Yeni Şafak ve
04:00 - 4/08/2017 Cuma
Güncelleme: 03:16 - 4/08/2017 Cuma
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

1-8 Ağustos 2017 tarihinde icra edilemeye başlanan Türkiye-Katar ortak tatbikatı, dikkatleri tekrar Türkiye-Katar ilişkilerine çevirmiş durumda. Katar, yüzölçümü bakımından İstanbul’un yaklaşık 2 katı büyüklüğünde ve 300-500 bin civarındaki nüfusu (vatandaş olarak) bakımından İstanbul’un ilçelerinden bile küçük olmasına rağmen küresel siyasetin gündemine yerleşmiştir. 5 Haziran 2017 tarihinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği 6 Arap ülkesinin Katar’la diplomatik ilişkileri kesme kararıyla küresel siyasetin odağı haline gelen Katar’ın önemi, aslında cüssesinden çok büyük bir finans gücüne sahip olmasından kaynaklanıyor. Küçük bir ülke olmasına rağmen dünyanın üçüncü büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan Katar, doğalgaz ticaretinden elde ettiği devasa gelirlerle 2005 yılından itibaren küresel düzeyde yatırım stratejisi izlemeye başlamıştır. Nitekim Katar, 2005 yılında gaz ithalatından elde ettiği gelirle Katar Yatırım Otoritesi'ni kurarak Volkswagen gibi dünyaca ünlü ve büyük şirketlere ortak olma stratejisi izleyerek büyük bir finans gücü haline gelmiştir. Zira Katar’ın dünyada yaklaşık 335 milyar dolar yatırımı bulunmaktadır. Aynı zamanda Katar’ın yatırım stratejisi, ülkenin uluslararası alanda yatırımcı ülke imajı çizmesini de sağlamıştır.

SÖYLEM BELİRLEYEN ÜLKE

Böylece Katar, ticaret, yatırım, medya, eğitim ve dış yardım gibi alanlarda yoğunlaşarak yumuşak güç olarak yükselmiştir. Ayrıca Katar Foundation’ın sponsorluklarıyla cezbedici bir imaj inşa etmeye başlayan Katar, Ortadoğu’nun yükselen yıldızı olmaya başlamıştı. Ancak Katar, 1996 yılında kurduğu ve 11 Eylül 2001 tarihinde El-Kaide videolarıyla küresel medyanın dikkatini çekmeye başladığı El Cezire televizyonunu Arap dünyasında etkili bir kamu diplomasisi aracı haline getirmesi, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin rahatsız olmasına yol açmıştır. Çünkü El Cezire ile Katar, Arap dünyasının sorunlarını istediği gibi gündeme getirme, konuların çerçevesini ve nasıl tanımlanacağını belirleme gücüne de sahip olmuştu. Böylece Katar, El Cezire ile Arap sokağı ve politikasındaki söylemi belirleyen ülke konumuna yükselmişti. Çünkü medyada konuları tanımlayan ve söyleme hakim olan kamuoyunun nasıl düşüneceğini de belirler. Bu varsayımdan hareketle, Katar’ın El Cezire televizyonunu Arap politikalarını ve kamuoyunu etkileme silahı olarak kullanmaya başlaması dolaylı da olsa Suudi Arabistan’ın liderliğine meydan okuma olarak algılanmıştır.

Fakat en önemlisi Katar’ın 2011 Arap Baharı sürecinden itibaren bu yumuşak güç unsurlarını sert güce dönüştürme politikasıyla esas Körfez ülkeleriyle arası açılmaya başlamıştır. Çünkü Katar’ın finansal gücünü dış politikaya tahvil etmek istemesi, Körfez’de Suudi Arabistan’ın hegemonyasına meydan okuma ya da en azından onun etkisi ve nüfuzu altından çıkma olarak değerlendirildiği ileri sürülebilir. Zira Katar’ın en önemli güvenlik kaygılarından biri tek kara bağlantısı olan Suudi Arabistan’ın hegemonyası altında ezilme tehdididir. Bu nedenle Katar, Arap Baharı sürecinde Suudi Arabistan hegemonyasından çıkmasını sağlayacak yumuşak güç politikasından sert güç politikasına geçmiştir. Bu doğrultuda Katar, Suriye, Libya, Yemen, Mısır ve Gazze’de giriştiği angajmanlarla finansal gücünü jeopolitik kazanıma dönüştürmek istemiştir. Ancak burada asıl sorun küçük ve zayıf bir ülke olarak Katar sert güç politikası yürütmek isterken kapasite aşımıyla karşı karşıya kalmıştır. İşte bu noktada yumuşak güç olan Katar, sert güce sahip Türkiye ile işbirliği politikası izlemeye başlamıştır.

İKİLİ İLİŞKİLERİN GELİŞİMİ

Türkiye-Katar ilişkileri, ilk önce ticari alanda başlamıştır. İlk önce 2006 yılında DEİK bünyesinde Türkiye-Katar İş Forumu kurulmuştur. Ancak iki ülke ilişkileri, 2008 yılında üst düzey ziyaretlerle yoğunlaşmaya başlamıştır. Böylece iki ülke arasında öncelikle iktisadi işbirliği düzeyine varacak ticari ilişkiler gelişme göstermiştir. Bunun sonucunda Katar, 2016 yılı itibariyle 375 milyon dolar yatırımıyla Türkiye’ye en fazla yatırım yapan 7. ülke konumuna yükselmiştir. Aynı şekilde Türkiye’nin de Katar’a ihracatı artmaya başlamış ve 2016 yılı itibariyle 421 milyon dolara ulaşmıştır. Ayrıca Türk inşaat sektörü, 2015 yılında Katar’da 14 milyar dolarlık ihale kazanmıştır. Bununla birlikte Türk şirketleri, Katar’da 8.5 milyar dolar proje üstlenmeyi başarmışlardır. En önemli projelerden biri de Katar’dan Türkiye’ye boru hattıyla doğalgaz tedarikidir. Dolayısıyla iki ülke ilişkilerinde 2006-2011 arası dönem ticari işbirliği olarak gerçekleşmiştir. Arap Baharı sürecinden itibaren ise iki ülke başta Suriye olmak üzere Mısır ve Gazze krizlerinde birlikte hareket etmeye başlayarak siyasi işbirliğine gitmişlerdir. Katar, askeri güç olarak zayıf olduğu için Türkiye ile işbirliğine gitmeyi tercih etmiştir. İki ülkenin bu işbirliğinde Katar, finansal yükümlülükleri üstlenirken Türkiye’nin askeri yönü üstlenmesi amaçlanmıştır. Örneğin Suriye’de iş bölümü yapılarak ÖSO’ya finansal destekleri Katar karşılarken Türkiye, askeri destek boyutunu üstlenmiştir. Bu bağlamda Türkiye-Katar işbirliği, sert güçle yumuşak gücün ittifakı olarak gerçekleşmiştir.

İNİSİYATİF ALAN DİPLOMASİ DEVREDE

Türkiye ile Katar arasında başlayan bu siyasi işbirliği, Mart 2015 tarihinde askeri üs antlaşmasının imzalanmasıyla ittifak ilişkileri düzeyine yükselmiştir. Zira bu antlaşma gereğince Türkiye’nin Katar’ın başkenti Doha’da El Rayyan askeri üssünü kurması ve burada Katar askerlerini eğitmesi, ortak tatbikatlar yapılması, bölgedeki krizlere müdahale birliği konuşlandırılması amaçlanmıştır. Böylece Türkiye, ilk kez sınırları ötesinde bir askeri üs kurmuştur. Ancak Türkiye’nin bu askeri üssü, 5 Haziran 2017 tarihinde Suudi Arabistan’ın başını çektiği 6 Arap ülkesinin Katar’la diplomatik ilişkileri kesme kararı sonucu ortaya çıkan Katar kriziyle gündemde öne çıkmıştır. Zira Türkiye, Katar’la ittifak ilişkilerini devreye sokarak 7 Haziran’da TBMM’den askeri üs antlaşmasını hayata geçirecek ve Türk askerlerinin konuşlanmasını sağlayacak kanun tasarısını hemen yasalaştırmıştır. Nitekim bunun ardından Suudi Arabistan liderliğindeki ülkeler, 23 Haziran’da Katar’ın yerine getirmesini istedikleri 13 maddelik talep listesine Türk üssünün kapatılması ve Türkiye ile askeri işbirliğinin sonlandırılmasını da eklemişlerdir. Böylece Türkiye, doğrudan Katar krizinin taraflarından biri olmuştur.

Bunun da ötesinde Katar krizi, bir yönüyle Türkiye ile Katar arasındaki ittifakı bozma oyunu halini almıştır. Ancak Türkiye, Katar krizinde tekrar inisiyatif alan diplomasi gücünü devreye sokarak oyun bozucu rol oynamayı başarmıştır. Böylece Türkiye, hem ittifakı ve bölgedeki askeri varlığını korumuş hem de Katar’ın Suudi Arabistan’a yem olmasını engellemiştir. Ayrıca Türkiye, Katar krizinde Suudi Arabistan bloğuna karşı yanına İran, Pakistan ve Azerbaycan’ı alarak dengeleyici rol oynamıştır. Özellikle ABD Başkanı Trump’ın İran karşıtı Sünni blok politikasına karşı Türkiye, Katar krizi sürecinde İran ve Pakistan gibi güçlü ülkelerle yeni bir eksen oluşturmayı ve olası Sünni-Şii çatışmasını amaçlayan oyunu da engellemeyi başarmıştır.

JEOPOLİTİKAYI ŞEKİLLENDİRME YETENEĞİ KAZANDI

Son tahlilde Katar krizi, Türk dış politikasının tekrar inisiyatif almasına ve aktif politika izlemesine alan açmıştır. Özellikle Katar krizi, 2011 yılından beri Suriye krizine odaklanan Türk dış politikasına yeniden alan açtığı gibi yeni bir ivme de kazandırmıştır. Türkiye, krizde oyun bozucu ve dengeleyici rol oynayarak genelde Ortadoğu özelde Körfez bölgesinin vazgeçilmez aktörü olduğunu ispatlamıştır. Öyle ki, Katar krizi sürecinde Türkiye, Suudi Arabistan ve İran arasında dengeleyici güç olarak da ortaya çıkmıştır. Bu da Türkiye’nin Ortadoğu’daki varlığının denge unsuru olması bakımından aynı zamanda istikrar ve barış unsuru olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan Türkiye, Katar’daki askeri üssüyle Arap dünyasına askeri olarak yerleştiği gibi aynı zamanda Körfez jeopolitiğini şekillendiren aktör konumuna da yükselme imkanına kavuşmuştur. Çünkü Katar üssü, Türkiye’nin Körfez politikasının ve bunun da ötesinde Ortadoğu politikasının en önemli parametresi olacak önemi haizdir. Ayrıca Türkiye’nin ilk defa sınırları ötesinde özellikle de enerji bakımından son derece stratejik bir noktada askeri üs açması, Türk dış politikasının 2011 sonrası süreçteki en büyük başarısı olarak telakki edilebilir. Jeopolitik varlığın en önemli enstrümanlarından biri olan askeri üsler, ülkelerin bölgede askeri varlığını sağladığı gibi bölge siyasetini etkilemede stratejik bir araç işlevi de görmektedir. Örneğin Amerikan hegemonyasının güvenliğinin dünyanın dört bir tarafında açılan askeri üsler üzerinden sağlandığı dikkate alındığında sınır ötesinde açılan askeri üslerin işlevi açıkça anlaşılacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin Katar’daki bu ilk üssünü pilot olarak değerlendirip bölgedeki askeri varlığını artırmak ve bölgedeki gelişmelere karşı ön alıcı pozisyonda olabilmek için artık üs politikası izleyeceği bir döneme girdiği söylenebilir.

Yrd. Doç. Dr. Muharrem EKŞİ • ANKASAM Kamu Diplomasisi Danışmanı
#Ortadoğu
#Türkiye
#Katar
7 yıl önce