|
‘Algılama yönetimi’nde de merkez çoklanmalı

Çarşamba günkü yazımızda Türkiye’de sermaye temerküzü merkezlerinin çoklandığını ve TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, ve sonu SİAD’la biten tüm kuruluşların, bilumum ticaret odalarımızın ve nihayetinde TİM’in (Türkiye İhracatçılar Merkezi) ülkemizdeki tüm sermaye hareketlerinin topografyasını belirlediğini ifade etmeye çalışmıştık. Eskiden olduğu gibi İstanbul ve TÜSİAD kaynaklı bir sermaye kökleşmesinin artık ülke sathına ve farklı açılımlarla (İster ‘Anadolu’ ister ‘Yeşil Sermaye’ diye adlandırsınlar) yayıldığının, merkezlerin çoklandığının artık ABD ve Avrupa ülkelerinin de farkında olduğu çeşitli vesilelerle görülüyor. Bu bahse dair en son gelişme, ABD Ticaret Odası’nın, yurtdışındaki ikinci bölgesel ofisini, Brüksel’den sonra İstanbul’da açmasıdır.

Sermaye birikiminin merkezlerinin çoğalması sadece Türkiye’ye has bir değişim, dönüşüm değildir. Bilindiği gibi bu ‘çoklanma’, Amerikalı entelektüellerin ‘Postglobalization’ (Küreselleşme sonrası dünya) dedikleri ve ‘The Rise of the Rest’te (‘Diğerlerinin’ yükselişinde.... Kastedilen, Hıristiyan Batı dışındaki ülkelerdir; Bkz: Huntington, ‘The West Against the Rest’,) manasını bulan büyük ekonomik dönüşümlerin kaynağı Asya’da da belirgin biçimde yaşanıyor. Bu dönüşümler, dünyaya yön veren çelişkiler yumağının belki özünü değil ama biçim, içerik ve fenomenini de değiştirerek gündeme taşıyor.

Dünya ekonomisini derinden ve bodoslama etkileyen bu büyük transformayonun ABD ve Avrupa ülkelerindeki ‘Algılama Yönetimleri’ni nasıl stratejik anlamda etkileyip dönüştürdüğünü, kendi halklarını ve diğer dünya halklarını bu Yönetim çerçevesinde Kamu Diplomasisi ataklarıyla nasıl yönlendirdiklerini görebilmek için malum Batı basınını ve Hollywood’un bazı filmlerini izlemek yeter de artar bile. (Bkz: Homeland dizisi.)

Tam da bu noktada bir 20. Yüzyıl klasiği olarak dünyada hükmünü ABD ve Pentagon merkezli çıkış olarak sürdürmeye başlayan ‘Algılama Yönetimi’ çalışmalarının da tıpkı sermaye temerküzündeki çoğalmalara benzer biçimde yayılması elzem görünmektedir. ‘Algılama Yönetimi’ ve bu yönetim çerçevesindeki Kamu Diplomasisi çalışmalarının ‘Çok kutuplu’ dedikleri ‘Amerika sonrası’ bu farklı dünya düzenindeki dengelerin korunmasındaki ‘olmazsa olmaz’ rolünü idrak edebilme konusunda başka ülkeleri bilmem ama bizde hayli zorlanılacağı çok açık.

‘Algılama Yönetimi’ ifadesinin karşısına tam bir kavram kargaşası olarak ‘Algı Operasyonu’nu kim ve kimler bulup çıkardıysa, iletişim disiplininin tamamen hilafına bir gelişme olarak, PR’ın ‘olmayan bir gerçekliği köpürtmek’ manasında kullanılmasına kimler aracılık ediyorsa biliniz ki, bu gidişattan kârlı çıkacak olan biz ve bizim gibi ülkeler olmayacaktır. Çünkü kast edilen son derece bilimsel ve stratejik yaklaşımlara dayanan Algılama Yönetimi değil, kara propagandaya dayanan yanıltma operasyonlarıdır.

Algılama Yönetimi zaten bu uygulamaları, ‘spin doctor’ denen ‘fırdöndü PR’cılığı (ülkemizde de mebzul miktarda ne yazık ki mevcuttur) kökünden reddeder.

‘Algılama Yönetimi’ni tam da iletişim disiplinin kurallarına uygun olarak ‘yalanlar üzerinden değil, tamamen gerçekler üzerinden’ yürütmeyi ilke edinenler, kendisini dünyaya en doğru biçimde ifade etmeyi başarırlar.

Mağdur olanın ‘gerçeği’nden daha güçlü bir ‘algılama’nın olmayacağını tarih İspanya İç Savaşı’ndan, Vietnam’dan, Şili’den, Çin’den, İran’dan ve son 12 yılı ile de Türkiye’den örneklerle dünyaya anlatıp durmuyor mu?

Değişmeyi düşünmek

Hıristiyan Batı’nın bazı yayın organları tarafından seslendirilen koro içinde (Financial Times, Wall Street Journal, The Newyork Times vs.) zaman zaman BBC’nin de iğnelemeli yorumlarıyla öne çıkıp ‘Ben de buradayım’ dediğine tanık oluyoruz. ‘Algılama Yönetimi’nin artık ABD ve Avrupa ülkelerinden taşıp dünyanın Doğu’suna doğru kayması gerektiğini yazdıktan sonra BBC’nin Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilgili şu ‘analizi’ni(!) okuyunca gülümsemeden geçemedik

“Erdoğan dünyada dışlanıyor, ‘Yeni Türkiye’ mutsuz ve yalnız.” (Mark Lowen)

Mark Lowen beyefendi, Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in Türkiye başkanlığını ve Yönetim Kurulu üyeliğini yıllardır şerefle ve bilimselliğin doruğunda yürüttüğü Dünya Değerler Araştırması’na bir göz atabilse net olarak görebilecektir ki, Türk halkının kahir çoğunluğu kendisini mutsuz ve yalnız hissetmiyor. Bu mutsuzluk ve yalnızlık duygusu, araştırma şirketi Konda’nın ‘endişeli modernler’ diye tanımladığı elit CHP’lilerle, onların kendilerini kendi halklarından daha yakın hissettikleri Batılı entelijansiyaya (!) aittir.

Yaşayıp görenler, özellikle rahmetli Adnan Menderes döneminden bu yana, Türkiye’nin ne zaman kanatlanacak gibi olsa bu Batılı medyanın içinden tam anlamıyla ‘kendi menfaatlerinin sesi’ konumundaki borazanların (Bizimkiler bunları entelijansiya sanır) neler yazdıklarını, ince diplomasi ataklarıyla bizim topraklardaki en küçük başarıyı nasıl cezalandırdıklarını gayet iyi hatırlarlar.

Bu ‘özel dünya basını’, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ‘anti-Erdoğan’ furyasıyla Türkiye’nin nasıl bir bilinmezliğe sürüklendiğini (!) anlatıp durmadı mı?

‘Algılama Yönetimi’nin Amerikan tarzı uygulamaları değil ama dünyada ve Türkiye’de üniversitelerde öğretilmeye çalışılan iletişim derslerinin tümünde geçerli olan esaslar dikkate alınacak olunursa –ki teorisi pratiğine önderlik etmelidir- bu ‘Anti-Erdoğan’ furyasının da ‘gerçek duvarı’na çarpıp geri dönebilmesi için daha kaç seçim daha geçirilmesi gerekiyor acaba? Ana muhalefetçiler, 2015’de onuncu seçimlerini de kaybederlerse, “Yahu, biz de dünya gibi değişmeyi artık düşünmeye başlasak mı?” diye hislenebilirler mi? Pek emin değiliz. Keşke değişmeyi düşünmeye işin bir yerinden başlayabilseler.

Fitre, zekâttan kurumsal sosyal sorumluluğa

Son yıllardaki en önemli uluslararası toplantılardan biri hiç şüphesiz 17 Kasım’da Kadir Has Üniversitesi’nde Türkiye Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği ve Hollings Center for International Dialogue işbirliğiyle gerçekleşen o bir günlük toplantıydı:

“İslam’da Kurumsal Sosyal Sorumluluk”

Neden bu toplantı bu kadar önemliydi?

Çünkü Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) meselesi, bütün bilim adamlarının kabul ettiği ve kanıtladığı gibi İslam toplumlarından Batı’ya geçmiş, orada ‘hayır hasenat’ hüviyetine pazarlama iletişimi stratejileri eklenmiş ve bugünkü KSS tanımını üzerine giymiş ve sonra da bizimkiler tarafından tercüme edilip, kopyalanıp, İslam ülkelerine yeniden yapıştırılmaya çalışılmış, ‘komedi-dram-absürd-trajedi’ arası bir garip oyundur. Bunu bu kadar kesinlikle ifade etmemizin nedeni ise çok açıktır:

KSS çalışmalarının Hristiyan Batı’daki etkisi 100 ise, bizdeki 1’dir. Biraz kaba ifade ettik; kabul... Ancak durum gerçekten de yaklaşık böyledir. ‘Fitre ve zekat’a çocukluk yıllarından alışkın olanlarla bu sözcüklerden habersiz büyümüş insanların bu kadarlık bir farkı olsun ama değil mi?

Böylesi bir uluslar arası toplantı ile bu temel çelişkiye bir çözüm aranacağı ve ‘hayır hasenatın reklamı olmaz”, “sağ elin verdiğini sol el bilmez” şeklindeki aslında bireysel İslami duruşla, toplumdan kazanılanın kısmen de olsa topluma iadesi arasında sağlanacak itibarın bir ‘kurumsal itibar’ meselesi olduğu gerçeği arasında köprü kurmaya çalışılacağı düşünülebilir. Bu etkinlikte de açıklamaya çalıştığımız bu hedefe tam anlamıyla ulaşıldığı söylenemez ama yola çıkmak, hedefe ulaşmak kadar önemlidir. Toplumumuzun ve tüm İslam aleminin Ortak Ruhi Şekillenmesi’ni oluşturan İslami değerler sistemiyle kapitalizmin ‘itibar yönetimi’ anlayışı arasında uzlaşmaz bir çelişki olmadığının anlaşılabilmesi ve çözüm yollarının ortaya konabilmesi, ancak bu etkinliklerin artırılabilmesiyle, üniversitelerimizde konunun ders ve seminerler olarak ele alınmasıyla, şirketlerimizin Batıdan ‘kopyala-yapıştır’ türünden başarısız SSK projelerine yüz vermemesi ile mümkün olacaktır.

#TİM
#ABD Ticaret Odası
#Algılama Yönetimi
9 yıl önce
‘Algılama yönetimi’nde de merkez çoklanmalı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler