|
Sermaye temerküzünde merkez çoklandı
ABD Ticaret Odası, yurtdışındaki ikinci bölgesel ofisini (İlki Brüksel) İstanbul’da açmış. ABD Ticaret Odası’nın Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Myron Brilliant da “Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya’yı değil Türkiye’yi seçtik” demiş. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun beyanındaki kilit cümle de şu:“ABD artık 10 bin kilometre ötede değil, İstanbul’un merkezinde olacak.”

Haberi okur okumaz zihnim geçmiş yıllara, 2000’li yılların başına doğru geriye gitti. 14 Aralık 2002 tarihinde ‘Gelişim mi, Değişim mi, Dönüşüm mü?’ başlığı altında NPQ (New Perspectives Quarterly) dergisi için düzenlediğimiz o çok özel toplantı gününü düşündüm. ‘Anlaşmamak üzerine anlaştık” diyen dergi mottosu gereği, iş, medya, ekonomi, siyaset dünyasından 15 düşünen insan, 3 Kasım 2002’de iktidara gelen ve henüz çiçeği burnunda AK Partili yeni hükümeti ve yepyeni bir dönemi tartışmıştı. 2000’li yılların Türkiyesi’ni konuştuğumuz bu unutulmaz toplantıda rahmetli Halit Refiğ’in şu tespitleri, Batı’yla (ABD ve Avrupa) olan ilişkilerimizin bir anlamda olağanüstü net bir röntgenini çekiyordu:

“Batı Türkiye’ye diyor ki:

-Ben seninle anlaşabilirim ama benim özelliklerime uyacaksın. Bendeki hakim sınıf sermaye sınıfı, paranın gücü. Sendeki hakim sınıf ordu, silahın gücü. Anlaşabilmemiz için bizim konuşabileceğimiz, iş yapabileceğimiz bir hakim sınıf yaratmak zorundasın.

Bana göre bunun için seçilmiş model TÜSİAD’dır. TÜSİAD etrafında, sermayeye dayanan, para gücüne dayanan, devletin üstünde, devletin tabî olacağı, tıpkı Batı’daki gibi bir hakim sınıf yaratılmak istenmektedir.” (NPQ Türkiye. 2003 Kış Sayısı)

Halit Bey, elbette bu toplantıda Batı’nın ‘efendi-köle’ ilişkisinden başlayan tarihiyle alakasız bizim topraklarda yaşanan bir güç ve iktidar ilişkisini masaya yatırmış ve Türkiye’nin genlerinin, zihin kodlarının Avrupa ve Amerikan bakış açısıyla izah edilemeyecek denli kendine özgü özellikler taşıdığını anlatmıştı.

Bugün ABD Ticaret Odası’nın İstanbul atağı vesilesiyle duruma baktığımızda durum şudur:

Bize kalırsa, tesbitin fenomeni doğruymuş ama içeriği yanlış. ABD, egemen sermaye gücünün sadece TÜSİAD tarafında kümeleneceğini tahmin etmiş. Bir de Silahlı Kuvvetler’in bu coğrafyanın özelliği doğrultusunda gücünü koruyarak siyasetin kenarında yer alacağını görememiş. Oysa sermaye temerküzü Türkiye’de çok kutuplu olarak gelişmesini sürdürüyor. TÜSİAD’ın yanı sıra MÜSİAD ve tüm SİAD’lar ayrıca da gittikçe güçlenen ticaret ve sanayi odaları ve nihayet Türkiye İhracatçılar Meclisi, Türkiye’deki sermaye birikiminin yeni topoğrafyasını çizdiler. ABD şimdi bunu görmüş olmalı ki, Ticaret Odası, dünya üzerinde ikinci mekan olarak Çin’i, Brezilya’yı ya da Rusya’yı değil de Türkiye’yi seçiyor.

Her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi son 12 yılda Türkiye altyapı sorunlarını büyük ölçüde halletmiş durumdadır. En azından o yolda ciddi adımlar atılmış ve atılmaktadır. Peki işin yumuşak karnı ne alemdedir? Yani ‘yumuşak güç’, yani üst yapı meseleleri?

TOKİ’lere bakıp bu konuda karamsarlığa düşmemek elde değil. Sermaye birikimi, kültürel zenginliği beraberinde getiremeyebiliyor ne yazık ki.
‘Çözdürülmek İstenmeyen Süreç’in ekonomisi
İnsanı bir karanlık içinde gösteren, tünelin ucunda ışık arama ihtiyacından bile yoksun bırakan ve ‘Çıkış yok’ duygusunu kalın siyah bir şal gibi örten tespitler karşısında lâfa nereden başlayacağınızı şaşırırsınız. HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın şu tespitinde olduğu gibi:

“Yaşanılan tecrübeler açıkça ortaya koymuştur ki İttihatçı ve Kemalistlerin de, Gülen Cemaati ve AKP’nin de çözüm projeleri çözümsüzdür. Bugüne kadar Cumhuriyet Hükümetlerince ‘Çözüm’ olarak ortaya koyulan politikalar sorunu daha da karmaşıklaştırmış ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Kalıcı ve adil bir çözümün parametreleri ise başka bir yazı konusudur.”

Sözü edilen yazı yayımlanana kadar soluksuz kalıp karalar bağlayabiliriz.

Filipinler dönüşünde uçakta gazetecilerle sohbet ederken açıklamalar yapan Başbakan Davutoğlu da, ‘Çözüm Süreci’nin önünü açmak için nerelerde tıkanmalar yaşandığına bakmış ve üç farklı zemine dikkat çekmiş:

“Gezi’nin şehirli bir zemine dayanan bir görüntüsü vardı, 17 Aralık dini görünümlü idi, Kobani etnik görünümlü idi. Bu tarz mayınlar çözüm sürecinin önüne çıkartıldı. Çözüm Süreci’nde ne zaman ilerleme kaydetsek bir şekilde sabote ediliyor. Özal zamanından bu yana durum böyle.”

Batılı hayal gücü de, bizlerin hayal gücü de bu sürecin başarılı olması halinde Türkiye ekonomisinin hangi zirvelere göz dikebileceğini görecek kadar geniştir. Terör mücadelesi adı altında ayrılan bütçelerin başta istihdam ve eğitime, üretime ‘kaydırıldığını’ hayal etmek bile Çözüm Süreci’nin bu memleket için olmazsa olmaz, hayati ihtiyaçların en başındaki meselemiz olduğunu hatırlamamıza vesile olur. Sayın Bakan Mehmet Şimşek, bu ‘kaydırma’yla 300-400 milyar dolarlık sonuçlarından söz etmişti.

Gelecek vaadi somut örneklerle netleştirildiğinde aslında bölgesel kalkınmalar arasındaki farkların kapatılabilmesinin önündeki en büyük engelin de ‘Çözdürülmek istenmeyen’ bu süreç olduğu daha iyi anlaşılabilecektir. Gelecek vaadi, ‘Çözüm Süreci’nin manası ve ruhudur ve bu ruh, canlı tutmadıkça, ‘Çözdürmek istemeyenler’ amaçlarına her gün biraz daha yaklaşacaklardır.
Dört başı mamur bir 100. yıl galası

Şehir Tiyatroları’nın 100. Yıl Kutlama Töreni'ne iyi ki de davet edilmişiz. Son yıllarda bu kadar mükemmel organize edilmiş çok az etkinlik gördüm. Son derece yaratıcı arka plan yansıtmasıyla etkileyici bir sahne düzeni ve çeşitli müzikallerden canlı, güçlü bir orkestra eşliğinde şarkılar... Erol Evgin’in, Nükhet Duru’nun, Emre Altuğ’un, Zihni Göktay’ın, Hakan Aysev’in, Burak Kut’un olağanüstü performansları... Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu’nun gecenin akışını avucunda tutmak için verdiği büyük çaba... Her şey çok iyiydi.

İnanılmaz dinamik ve anlamlı bir program akışı... Anlayacağınız dört başı mamur bir iş. Müthiş güzel kıyafetleri içinde gecenin değerine yakışır tuvaletler, takım elbiseler, şık hanımefendiler, beyefendiler, yıllarını Şehir Tiyatroları’na vermiş dost yüzler, başarılı sanatçılar...

Peki hiç mi falso yoktu? Ne yazık ki kadı kızında da bulunacak türden, gecenin ruhundan kısa süreliğine de olsa bir kopuş sayılabilecek bir küçük olay oldu tabii. Cihan Ünal’ın mesaj vermek, muhalefet etmek isteğinden kaynaklandığını düşündürten ve Antalya Film Festivali’nin alışılmış görüntülerinden birini izliyormuşuz hissiyatı veren konuşması... Bütün geceyi keyifle izlemiş olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın önünde bağıra bağıra attığı iki tirat salondan alkış aldıysa da gecenin güzelim bütünselliği içinde ne yazık ki sırıtıverdi. Neymiş; 4. Murat’tan ve de Atinalı Timon’dan iki tirat, bugünü ne güzel de anlatıyormuş.

Kadı kızında da kusur olur, dedik ya. Nitekim, Erhan Yazıcıoğlu çıkıp bir ara “Bağcıyı dövmeye değil üzüm yemeye geldik. Biz tiyatrocular tuluat yaparız ama ahengi bozmayız” dedi.

Keşke bu müthiş Gala Gecesi’ni Antalya Film Festivali’ni düzenleyenler de görebilseler ve “Türk Sinemasının 100. Yılı'nı biz de şöyle kutlasaydık”, deselerdi.

#ABD Ticaret Odası
#İstanbul
#Myron Brilliant
9 yıl önce
Sermaye temerküzünde merkez çoklandı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi