|
Fransız’ın ‘Yumuşak OHAL’i…
Pazartesi günü
Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu
ile yaptığı ortak basın toplantısında açıklamalarda bulunan
Fransa Dışişleri Bakanı
Jean-Marc Ayrault
, “Fransa ile Türkiye'deki OHAL yapısal olarak farklı. Fransa'daki OHAL'lerde yargının hâlâ bağımsızlığı söz konusudur” deyince bizim ecnebi aydınlarımız pek bir sevindi.


Dünyanın neresinde olursa olsun adı üstünde 'olağanüstü hal”in mahiyet itibarıyla anlamı üç aşağı beş yukarı bellidir. Fransa, Türkiye gibi ateş çemberinin bizzat dibinde alevlerin üzerine sıçradığı bir ülke olsaydı, mevcut durumda 'terör' belasına karşı aldıkları olağanüstü sert tedbirleri, yumuşakmış gibi gösterme çabası içine girer miydi acaba? Oysa, 'Batıdır, ne yapsa yeridir, ne dese doğrudur' zihniyetiyle ve empati yoksunu 'ben ben'ci akıl yürütmeleriyle Fransız Bakan, beden dilindeki kasıntılı duruşu pekiştiren ifadeleriyle, deplasmanda akıl vermeyi tercih etmiş. Demiş ki:



“Sizlerdeki OHAL'de ise polis yetkilerine ekstra bir yetki getiriliyor. Hukuk devletine saygısı ve temel hak ve özgürlüklerini göz önünde bulundurması ve yargılamaların adil bir şekilde sürdürülmesi gerekiyor. Yargılananların, faillerin konuyu üst makama götürmelerine imkân vermeniz gerekir. “



Allahtan bizim bakan gerekeni söyledi de dilimizin ucuna gelen lâf, içimizde kalmadı. Fransız Bakan kendi ülkesindeki kanlı saldırılarda ele geçirdikleri teröristler için de aynı şefkatli ifadeleri kullanıyor olabilir mi dersiniz?



Bu ikiyüzlülüğü bizim aydınlarımızın göremiyor olmasına alıştık. Ancak bu 'asırlık Türk aydını' gerçekliğini biliyor olmamız, neredeyse hemen her gün çeşitli vesilelerle ve çeşitli örneklerle bir Batı yalakalığı şeklinde karşımıza çıkmasını yadırgamamıza engel değil. Fransa Dışişleri Bakanı'nın Pazartesi günkü açıklamalarından sonra haberi kullanma biçimlerine görmezden gelmek kolay değil çünkü:



“Fransa'daki OHAL'i örnek gösterenlere Fransız Bakan'dan cevap”



Besbelli hislenmişler. Aslında satır aralarında “Tabii canım, adam haklı. Bizdeki OHAL ile Fransa'daki OHAL hiç bir olur mu?” diyorlar. Şair

İzzet Yasar

, dünkü tweet'inde “terör failleriyle fikir özgürlüğü arasında açık bir ayrım yapılmalı” diyen Fransız Bakan'a hitaben demiş ki:



“Sen onu önce Jean-Marc Rouillan'ı fikir suçundan 8 aya mahkûm eden kendi hâkimlerine söyle!”



Böyle olur Fransız'ın yumuşak OHAL'i…



Bu haber vesilesiyle yıllar önce “Amerika'nın tüm olumsuz özellikleri bir yana, demokrasisi bir yana” diye düşünüp, özellikle Hollywood örnekleriyle eğitim sistemlerindeki

'ifade özgürlüğü'

nü sık sık örnek veren bir gazeteci arkadaşımızı hatırladım. Amerika'ya görevli gittiği ilk ya da ikinci günün akşamı bulundukları bir barı basan Amerikan polisi tarafından kendisi dâhil herkesin, binbir küfür eşliği altında duvara dayatılıp hoyratça üzerinin arandığı o gece, zihninde ve gönlündeki muhtemel 'Amerikan Rüya'sını sıfırlamaya yetmişti. Demişti ki:



“Los Angeles'ı 'Melekler Kenti' diye biliriz. Ama işte o kadar.”



Hele ki işin içine 'katliamlar, saldırılar' girdi mi, bakın bakalım Batı kolluk ve güvenlik güçleri, fikir ile terörü birbirinden ayırıyor mu? Ya da ayırana kadar 'fikir' sahibinin başına neler geliyor?



Düşünce ve fikir suçlularını elbette terör suçlularıyla aynı kefeye koymak affedilir bir iş değildir. Diğer yandan “Kırk yıllık kani, olur mu yani?” dedirtecek kadar cemaziyelevvelini bildiğimiz Batı'yı, 'uysa da uymasa da' allayıp pullayıp bize satmaya kalkan içimizdeki İrlandalılar'ı da hoş görmek pek mümkün değil…



Bob Dylan keşke Nobel için ortaya hiç çıkmasa…

Bu köşede

'Nobel bile ilkeli olamıyor'

başlığıyla yazmış ve bu iddialı kurumun bugüne dek

'elit bir duruş'

algısıyla tanındığını,

Bob Dylan

'a verdikleri edebiyat ödülüyle de vaatlerinin tersine popüler kültüre hoş görünme çabası içine girdiklerini ifade etmiştim. “Nobel'in bile ilkeli olamadığı bir dünyadayız vesselam” diyerek,

'elitin kıymeti

'nden (seçkin'in değil, elit'in) dem vurmuş ve bu kurumun geleceğin yüksek sanatı, bilimi örnekleri arasından bu özgün duruşla seçimler yaptığına işaret etmiştim. En azından eskiden vaatleri bu yöndeydi.



Ödül şaşkınlığının ardından Bob Dylan da, bir başka popüler Nobel ödülü sahibi

Obama

'nın tersine, bu itibar cilasına çok hevesli olmadığını gösterir gibi ortalıktan kaybolmuş, Nobel yetkilileri dâhil kendisine ulaşmak isteyenleri de hüsrana uğratmıştı. Buraya kadar her şey olasılıklar skalası içinde kimseyi şaşırtmayan gelişmelerdi. Ancak Nobel Edebiyat Ödülü jürisinden

İsveçli Per Wästberg

'le ilgili haber, bu kurumun popüler kültür dünyasında gündem oluşturmak isterken, seçici kurul olarak da sıradanlığa prim vermek durumunda kalabileceğini gösterdi. Beyefendi öfkelenmiş ve “Gelecek zaman zarfı içinde diyelim ki gelecek ay boyunca hiçbir açıklama yapmazsa o zaman ben bunu saygısız ve küstahça bulurum” deyivermişti..



Bir popüler kültür ikonuna isteyip istemediğini bile bilmeden ödül vereceksin ve sonrasında da kimi ve neyi temsil ettiğini unutan, bıçkın bir jüri üyesi çıkacak, protest şarkıların en krallarının sahibi olan birine posta koyacak. Bir de ben

'elit bir

duruş'tan falan söz ediyordum değil mi?



Sonradan Akademi de bir açıklama yapıp, “Nobel Ödülü almış bir yazar, ödüllerin dağıtılacağı törenlerde nasıl tavır sergileyeceğini kendisi belirler” demiş. Sonuçta başka ne diyebilirdi ki?


#OHAL
#Mevlüt Çavuşoğlu
#İfade özgürlüğü
#Nobel Ödülü
٪d سنوات قبل
Fransız’ın ‘Yumuşak OHAL’i…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset