|
Hiç ölmeyecekmiş gibi nasıl çalışılır?

'Her şeyin iki ucu vardır, bir ucundan tutarsan diğer ucu sarkar, ortasından tutarsan dengeyi sağlarsın' diyor Vehb bin Münebbih.



Kur'an-ı Kerim konusundaki ifrat ve tefritler çok sonradan başladı dedik ama onun yaratılmış olup olmadığı konusundaki tartışmaları düşünürsek bunun daha Hicri İkinci Asır'da ortaya çıktığını görürüz. Gerçi bir asır sonra da yok olup gitti. Kur'an-ı Kerim'in yaratılmış/mahlûk olduğunu ilk söyleyenler Mutezile iken bu görüşü sevip sürdürülmesini isteyenler Abbasi saray çevreleridir. Neden sevmişler? M. Watt'a sorarsanız bugünkü tarihselciliğin başlangıcı sayılan bu görüş sayesinde saray, hoşlanmadığı hükümlerin Kur'an'ın ilk iniş zamanlarına ait olduğunu, şimdilerde ise bu hükümlerin değişebileceğini kabul ettirmek istiyordu, çünkü böyle düşünülmesi yeni harcamalara kaynak bulabilmeleri için onların işine geliyordu. Onun için de Kur'an-ı Kerim'e mahlûk/yaratılmış değildir diyenleri şiddetle cezalandırdılar.



Ancak bu konuda önce ifrat değil tefrit ortaya çıktı, bunun ifratı sonradan doğdu. Mutezile Kur'an-ı Kerim mahlûktur derken buna tepki olarak ortaya çıkan düşünce sadece Kur'an-ı Kerim'in değil, ona ait hiçbir şeyin mahlûk olamayacağını söyleme noktasına kadar gitti. Kâğıdı, mürekkebi, hatta kılıfının bile yaratılmış olamayacağını dahi iddia edenler oldu. Bu iki ucun belirginleşmesinden sonra ortayol bulundu ve Allah'ın kelam sıfatı olarak Kur'an-ı Kerim'in O'nun zatından ayrı olmayan aslının mahlûk olmadığı, ama onun indirilmesinin, okunmasının hatta Arapçalığının hâdis/mahlûk olduğu anlaşıldı. Bütün bunlar elbette ümmetin ana gövdesinde oluşan fikirler değildi, uçlarda tartışılıyordu, sonra tekrar ana gövdeye dönülüyordu.



Sünnet konusunda ifrat-tefrit


Sünneti ve onun yazılı hale gelmiş formu olan hadisleri anlamada da ana gövde hiç hata yapmadı. Ulema ve müçtehitler meseleyi hep doğru anladılar. Ama bir tarihten sonra bazılarınca hadislerin Kur'an-ı Kerimden bağımsız ve başlı başına bir kaynak ve norm imişler gibi görülmesi, kendi mezhebi meşrebi ve ideolojisini destekleme adına çok zayıf hadislere, hatta uydurma olanlara bile tutunulması şeklindeki ifrat, sünneti hepten reddetme tefritini doğurdu, en nihayet 1850'lerde Hindistan'da

Kuraniyyun

/Kur'ancılar diye bir akım ortaya çıktı. Allah'tan İslam dünyası buna çok fazla itibar etmedi. Bugünlerde, muhtemelen iyi niyetlerle yeniden kendini gösteren '

Kur'an
İ
slamı
' söylemi onun 'abdate' edilmesinden başka bir şey değildir

, bu da geçer. Yeter ki, bunun doğmasına sebep olan marazi anlayış da düzeltilmiş olsun.



Hangi konuda ifrat ve tefrit yok ki? Sanki uçlardan birine savrulma insanın hamurunda/fıtratında var. O halde neden Allah insanı böyle yarattı diye akla gelebilir. Demek ki, imtihanın sırrı burada. Bütün mesele dengeyi tutturabilme. İnsanın başarması istenen şey bu. Bu da tabii sağlam bilgiye muhtaç.



'O Rahman olan Allah, Kur'ân'ı
öğretti
.
İ
nsanı
yarattı
,
ona beyanı
öğretti
Mizanı
/
ölçüyü
indirdi
.
Ölçmede haddi aşmayın
,
ölçmeyi adilce ve tastamam yapın, mizanı
bozmayın diye”
.


İbadetlerde bile ifrat ve tefrit olabilir. Bunu anlattık. Kendinin ve diğer insanların hukukunun çiğnenmesine sebep olan bir ibadet anlayışı ruhbanlığa götürür. Ama Kur'an-ı Kerim ifadesiyle, kenarın ucunda ibadet etmek, çıkarı olursa devam etmek, olmazsa bırakmak da ibadeti anlamada bir tefrittir. Böyle olunca bazıları dünya ahiret dengesini yanlış kurmuş ve şu söze hadis diye sarılmışlar: “

Hiç ölmeyecekmişsin gibi dünyan için, yarın ölecekmişsin gibi ahiretin için çalış

”. Oysa orta yol ancak iki üç iyi bilindikten sonra anlaşılabilir. Ahiretin kalıcılığı ile dünyanın geçiciliği iyi kavrandığında ortayolun ikisi için de aynı derecede çalışmak olduğu söylenemez.

“ Allah'ın sana verdiği her şeyde ahiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma”

(Kasas 28/77) ayet-i kerimesi bu sözün hadis olmadığına zaten işaret ediyor. “

Bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir, ahiret yurdu ise işte asıl hayat odur, ama bir bilseler

” (Ankebût 29/64) ayeti de. Âd kavmine ne diyordu Allah: “

Ne o, kâşaneler yapıyorsunuz, sanki hiç ölmeyecekmişsiniz gibi”

(Şuara 26/129).

Bu söze hadisçiler zaten 'aslı yoktur' demişler. Demek ki, dünya ahiret dengesindeki orta yol hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmakla değil, her ikisinin cesametleriyle orantılı çalışmaktır.



Tabii bu ve benzeri ayetlerden bir miskinliği ve bir lokma bir hırkayı anlama tefritine düşenler de olmuş. Mesele iyi kavranmazsa bu anlayışa da kapı açık. Ama 'Allah'ın sana verdiği her şeyde ahiret yurdunu ara' demek, her şeyi bırak ahiret için çalış demek değildir, her yaptığını orayı hesaba katarak yap demektir. İkinci olarak '

düşmanlarına karşı gerekli gücü hazırlamadan

' ve '

kıyamınızı, yani ayakta durmanızı sağlayacak serveti elde etmeden

' Allah'ın verdiği her şeyde Ahireti arayabilmiş olamazsınız.


#sünet
#yaşam
#ölüm
8 yıl önce
Hiç ölmeyecekmiş gibi nasıl çalışılır?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…