|
Hanelerde çocuk ko(r)kusu...

Kuşak çatışması kadim bir meseledir. Çatışmanın bireysel yönü kadar toplumsal kültürel boyutu da vardır. Modern zamanlara gelinceye kadar eskiler ile yeniler arasındaki mücadele daha ziyade iktidar mücadelesine dayanırdı. Eski kültürde babanın mutlak otoritesi ve bu otoriteyi gölgesinde ot bitirmez bir muktedirlik üzerinden yürürlükte tutması, oğulları öfkelendirirdi.

Babalar ve oğullar, kayınvalide ve gelinler, anneler ve kızları arasındaki anlaşmazlık, benim çizdiğim yola tabi olacaksın/olmayacağım çatışmasından ilerlerdi.

Eski dönemin pederşahi otoritesi, modern zamanlarda yerini gençlere, post- modern zamanlarda ise çocuklara bıraktı. Evet günümüz toplumu merhum Fethi Gemuhluoğlu"nun ifadesi ile veledşahi bir toplumdur. Zaman ve mekan çocuklara göre ayarlanır. Çocukların dediği dikkate alınır. Lakin bu dikkate alma asla Hz. Ali Efendimiz"in "Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayınız,15 yaşında kadar arkadaşlık ediniz,15 yaşından sonra istişare ediniz" ilkesi çerçevesinde olmaz. Tüketim toplumunun desteği ile çocuklar aileler üzerinde hükümran olmuşlardır artık.

Eskinin nohut oda bakla sofa evlerinde; dört beş çocuk büyütülürken; bugün saray yavrusu evlere bir çocuğun bile fazla gelmesinin temel nedenlerinden biri çocukların evlere sığmaması ,özgürlüğünü idrak edeceği sokaklardan mahrum olması ise diğeri de tüketim toplumu kalıpları içinde çocuğun evin patronu olarak inşa edilmesidir.

Toplumsal dokunun ne kadar değiştiğini tespit etmeden kadim ilkelerimizin sürekliliğini sağlamamız mümkün olmaz.

Kadim ilke nedir?

Çocuklar cennetten gelen bir müjdedir ve üzerlerine cennet kokusu sinmiştir.

Günümüzde hakikaten çocuklar cennet kokusu olarak mı kabul ediliyor yoksa bir proje olarak mı?

Yeni kuşakların çocuk sahibi olma/olmama idraklerini etkileyen nedenler nelerdir?

Küçük hikaye olarak bir mektubun eşliğinde yol bulmaya çalışalım.

Buyurun:

Merhaba Hocam;

Zaman ve mekânı iyi örgütlemeyi öğütleyen zatınızın vaktini fazlaca almayacağım.

"Ekrandan Edep Dersleri" başlıklı yazınızı okuduğumda zihnime üşüşen birkaç düşünceyi izninizle paylaşacağım.

Şöyle ki;

Tuğrul Hoca"nın söylediklerine tüm kalbimle iştirak ediyorum. Zira annemin ninesi, ben çocukken devamlı şöyle derdi: "Biz, bir hamile kaldığımızı bilirdik, bir de doğurduğumuzu...Doğurana kadar ise eşimizden gayrısı hamile olduğumuzu bilmezdi. Çocuk dünyaya geldi mi herkese müjde verilirdi... Şimdikilerde edep kalmamış, hamile kalır kalmaz herkeslere duyuruluyor..."

Ninem dinî hassasiyetleri olan, Konyalı bir hanımdı..

Fakat dinî hassasiyetleri nispeten daha az ve başı açık 80 yaşındaki komşu teyzemiz de bu fikre iştirak ederdi. Kendisi doğma büyüme İstanbullu.. Derdi ki "Aman ya Rabbim ne ayıp, şimdikiler dedelerine gösteriyorlar ultrason sonuçlarını.. Ne günlere kaldıksa Rabbim!"

Hasılı eskiden "edep" bahsinde; İstanbul"u, Anadolu"su, dindarı, başı açık olanı kısacası "bizim insanımızın tamamı" hem-fikir idi... Şimdi ise herkesin kendine göre bir edep ve ahlak algısı oluştu... Edep konusundaki bu parçalanmışlık, tartışmaların çıkış sebebi.. TV gibi algıları uyuşturmaya yönelik bir araçtan, böyle bir edep dersinin bunca parçalanmış bir topluma fazla geleceği bellidir..

Dediğiniz gibi, TV"de böyle hassas konularda konuşanların, bu gerçeği her daim göz önünde tutmalarında fayda vardır..

Fakat benim değineceğim husus şu ki; şimdiki nesilde -Y kuşağı mı dersiniz bilmem- zaten bir hamilelik ve doğum korkusu had safhada iken ve insanlar artık bu nedenle çocuk dünyaya getirmekten kaçabildikleri yere kadar kaçarken böyle sözler sarf ederken daha bir dikkatli olması gerektiği..

Siyasiler, olsun hocalar olsun hangi kuşağa hitap ettiklerinin ne yazık ki farkında değiller sanki.. Artık nesil değişti ve hitap edilen kesimin büyük çoğunluğu 1975 sonrasında doğanlar.. Bu nesil ise gerek hamileliğin ve doğumun getireceği maddi acılardan olsun gerekse de çocuk dünyaya getirmenin kendisini hayattan tamamen koparacağını, bir nevi atıl bırakacağını düşünmekten olsun kesinlikle çocuk dünyaya getirmek istemiyor.. Benim de içinde olduğum bu kuşağın içine doğduğu maddi ve manevi hayat şartlarını düşünürseniz bunda çok da haksız olmadıklarını görürsünüz..

Doğum oranlarının düşmesi ise bunun bir nevi kanıtı.. Her ne kadar Başbakanımız 3 çocuk dese de, bunu hitap ettiğiniz kitlenin problemlerini ve dilini öğrenmeden yaptığınızda maalesef bir anlamı olmuyor... Mesela çocuk odası olmayan kütüphanelerin olduğu, çocuklu aileye evin kiraya verilmediği bir ülkede yaşadığımızı düşünürsek ne demek istenildiği dahaiyi anlaşılır..

Hasılı şartlar böyle iken, bir de söylemler böyle sert olursa yakında kimsenin çocuk sahibi olmak isteyeceğini sanmıyorum.

Benim neslimin çocuk hadisesine yaklaşımını izah eden şu cümleyi duyduğunuzda sanırım durumun vahametini daha iyi anlayacaksınız:

"Bu iş madem olacak, kaçış yok, bari bir an önce olsun bitsin, kurtulalım..."

Tek çocuklu ailelerin neden çoğaldığını bir de bu zaviyeden düşünün derim..

Ramazanınız mübarek olsun. Selam ederim. F. Z. B

11 yıl önce
Hanelerde çocuk ko(r)kusu...
İyi Ki Varsınız
Bir Başka Mesele: Neden cinsiyet değiştiriyorlar?
Birliğe çağrı
Adamın adı Filistin
Dünya bu gençlerle güzelleşecek