|
Turgut Özal"ın yarası

Perşembe gününden bu yana rahmetli Turgut Özal''a ilişkin olarak televizyonların haber bültenlerinde ve gazete sayfalarında sergilenen "anlamsızlık" gülünç, ama bir o kadar da sinir bozucu. Tartışılan konu için gönül indirip söz söylemek bile gereksiz. İşin "doğruluğu" değil önemli olan; sanki kurşun elinin ya da başının bir santim yanından geçmiş olsa bir şeyler değişecek. İşin içinde "propaganda hinliği" arayanların belleğinden, rahmetli Özal''ın suikast girişiminden hemen sonra yaptığı konuşma silinmiş anlaşılan. O sözlere ne eklenebilirdi ki? Sağ ele "gösterişli" bir bandaj mı? Burada önemli olan Ahmet Özal''ın şu söyledikleri: "Birileri," diyor, "Özal''ın kredibilitesini yok etmeye, ortadan kaldırmaya çalışıyor." Bu son tartışma başlığı, nicedir sürüp giden bir eğilim için bir "örnek olay" oluşturuyor yalnızca. Üstelik birbirinden çok farklı, çok ayrışık kesimlerin, her fırsat düştüğünde, Turgut Özal''a laf etmek konusunda "ortak" bir tutum sergilemeleri de önemli bir "siyasal gösterge"; Turgut Özal''ın neler başardığını kanıtlıyor ve önümüzdeki dönem için de bir "siyasal model" oluşturuyor. Dahası da var; bu "ortak tutum", Turgut Özal''ın "asıl yarası"nın hâlâ nasıl da derinden kanamakta olduğunu gösteriyor.

Son günlerin "anlamsızlığı" beni Turgut Özal''ın rahmetli olduğu döneme götürdü. Özal''ın vefatının hemen ardından Mustafa Çalık yönetimindeki "Türkiye Günlüğü" dergisinde "Siyasetin Beatniki: Turgut Özal" başlığıyla bir yazı kaleme almıştım. Bugün biraz öfke, biraz da bıkkınlıkla dile getirmek istediklerime ancak o günkü duygusallığımın karşılık geldiğini gördüm. İzin verirseniz, Özal''la birlikte Adnan Kahveci''nin anısına adanan bu yazıdan, güncelliğini bugün de yitirmediğini düşündüğüm bazı bölümler aktarmak istiyorum:

"Rahmetli Özal Türkiye''yi değil, Türkiye rahmetli Özal''ı önceliyormuş meğer! Çünkü içimizden sıyrılıp gelivermişti. Yanlışları vardı, onu olağan kılan, ama daha önemlisi verimli kılan. Sylvia Plath ''mükemmel feci bir şey,'' der, ''çocuğu olmaz.'' Tek Parti''nin donuk, ulaşılmaz, göksel ''mükemmel işleyiş'' sendromunu onunla atlattık, gaf yapabilmenin tadına vardık.

Ben Turgut Özal''ı oldukça geç keşfettim. Gündelik politika konusundaki diretme dolu yargılarının statükoculuğun sinsi kelime oyunlarıyla bezeli olduğunu kavramam oldukça uzun zaman aldı. Şimdi bir siyaset adamını anlamakta bu kadar gecikmenin, bir siyaset adamının gerisinde kalmanın keyfini çıkarıyorum. Bunu, bir zamanlar öfkeyle söz ettiğim bir ülkede, bugün nice odağın yeni umutsuzluk rüzgarları estirmeye çalıştığı bir ülkede coşku içinde yaşıyorum. Keşke Turgut Özal''ı yitirmenin verdiği burukluk karışmasa bu kendini keşfetme serüvenine!

Gür düşünceler gürbüz sözcüklere gereksinim duyar. Rahmetli Özal''ın siyasetin yorgun ve tutkusuz akışına kattığı nice sözlük, olanca savrukluğuyla, gündelik dilin ıssız köşelerinden, aramızdan bir yerden doğrulup gürbüz Türkiye''nin şaşkınlık dolu yenilik öğelerine dönüşüvermiştir. Bu sağlıklı dil, tutkuya, hırsa, heyecana kapıldığımız, soğukkanlı ya da ürkek olmanın sınırını aşıverdiğimiz her anda kendini gösterir. Yanıbaşımızdan doğan bu dil, yarının gür tonları için alçakgönüllü bir denemedir."

Türkiye hâlâ o gür tonları arıyor. Milan Kundera "Gülüşün ve Unutuşun Kitabı"ndaki karakterlerinden birini şöyle tanımlar: "Beni iyi anlayın: Kendisine âşıktı demedim, yazgısına âşıktı. Bu ikisi birbirinden çok farklı şeyler." Türkiye, "kendine âşık politikacılar"la yeterince uzun zaman geçirdi. Türkiye yine -rahmetli Özal gibi- "yazgısına âşık" bir lider ve ona eşlik eden bir "siyasi irade" arıyor. Merkez sağdaki "kilitlenme" için büyülü formüller değil, böylesine basit bir tanım yeterli görünüyor ve Türkiye''nin önümüzdeki bir yılı iyi değerlendirmesi gerekiyor.

25 yıl önce
Turgut Özal"ın yarası
Dağların öğrettikleri
Niçin Diyanet
Nureddin Paşa
Kuklaları oynatan Derin Kuklacılar?
‘Susadım çeşmeye varmaz olaydım’