|
Tekerrür eden tarih değil, gafletimizdir
Yazı günüm. Fakat ben günümde değilim. Ne yazı yazacak tadım, ne karar verdiğim bir konu var. Yaşananları üzüntüyle, öfkeyle, şaşkınlıkla seyrediyorum, o kadar. Bir de dua.

Aklıma, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun “Sırf yazmak ihtiyacıyla masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu” sorusuna verdiği cevap geliyor. Kütüphaneme yürüyor ve kitabı buluyorum: “Gazeteye giderken kafamda hiçbir yazı konusu olmadığı halde, çıkarken bir yazı bırakmaya mecbur olmak hoşuma gidiyordu. Bazı kimseler bunu çok tuhaf bulurlar: İnsan içinden geldiği zaman yazmalı, çizmeli, derler. İçinden geldiği zaman ebem de yazar. Mesele, daha doğrusu işin meslek tarafı, hiç canın yazı yazmak istemediği gün oturup zorla yazabilmek.” (Edebiyatçılarımız Konuşuyor, Varlık Yayınları, 1976, sayfa 82)

Memleket meselelerine eğildiğimiz vakit, bizi, siyaset yapmakla suçlayanlar oluyor. Devamı şöyledir: Aynı kişiler, aradan belli bir süre geçtikten sonra, sizi, hadiselere kayıtsız kalmakla suçlarlar.

Bizim meselemiz zaten milletin ve memleketin ta kendisidir.

Geçenlerde, Faruk Kadri Timurtaş'ın Mehmed Akif ve Cemiyetimiz kitabını okudum. (Yağmur Yayınları, 1962) Timurtaş, Akif'in şairliğine değindikten sonra, sözünü şöyle sürdürüyor: “Gönülleri ona bağlayan hususlar, daha başka şeyler. Unutulmayan, unutulmayacak olan Akif, bizce; vatansever Akif, mümin Akif ve bunların hepsinin üstünde sarsılmaz bir karakter adamı olan Akif'tir.” (Sayfa 9)

Yeniden ve her gün şehit haberleri gelmeye başladı. Memleketimiz üzerinde türlü oyunlar oynanıyor. Hudut boylarımızın bir kısmı yangın yerine döndü. Millet hayatımız bir kez daha tehlikede, tehdit altında. Bütün bunlara kayıtsız kalmak mümkün müdür? Elbette değil. Kayıtsızlık, korkakların yahut başka bir hesabı olanların işidir. Bizler hesaptan değil, hasbîlikten yanayız.

***

Zor günlerden geçiyoruz. Fakat unutmayalım; kötü zamanların iyi tarafları da vardır. Dostlarınız ve diğerleri ortaya çıkar. Böylece, kime itimat edebileceğinizi öğrenirsiniz. Onlar için gönül rahatlığıyla “Bir niyet ki dost / Bir çaba ki bizden” diyebilirsiniz.

Öte yandan, şunu da kabul etmemiz gerekir: Ağzımızda tat kalmadı. Bu durum, haliyle, sözlerimize de yansıyor. Dillerden acı kelimeler dökülüyor. Birbirimize karşı daha kırıcı oluyoruz. Kırgınlıklar ise ayrılığı hızlandırıyor.

Ebubekir Kurban, 'muhabbet ve merhamet ertelenemez' demişti. Bunu unutmayalım. Elbet şunu da: Adalet ve atalet kavramları yan yana gelemez, gelmemelidir.

Evet, devletin değil de milletin direncini kırmaya yönelik saldırılara şahitlik ediyoruz. Hiçbir tanıma sığmayan, ölçüye gelmeyen bunca cinayetin başka bir izahı yok. Amaç, 'bunlardan her türlü kötülük beklenir' duygusuyla insanları yıldırmak, usandırmak.

İşin bir başka yüzü de şu: Sokakta su borusu patlasa, çöpler iki gün geç alınsa, bunları Sayın Erdoğan'dan bilecek ve sonrasında kem söz edecek çok sayıda insan var. Bilhassa bazıları, bu şahsi düşmanlığı vatan hainliğine kadar vardırdı. Hesabını nasıl verecekler, bilmiyorum.

Artan olaylar ve inanılmaz tavırlar. Bunlar birbirini besliyor, tamamlıyor, hatta cesaretlendiriyor. Katilin yazdığı güven mektubuna inanıyorlar da, masumların, mazlumların feryatlarına inanmıyorlar.

***

Bugün Libya, Mısır, Suriye, Irak ve Filistin topraklarında yaşananları, bizden bağımsız düşünebilir miyiz? Yahut burada yaşananları oralardan.

Saldırıların sistemli ve tehlikeli olmasının bir nedeni de bu. Bir üst akıl tarafından organize edildiği ve uluslararası proje olduğu çok açık.

Bütün bu toprakların sakinleri, yüz sene önce, aynı ülkenin vatandaşlarıydı. Ne olmuşsa, yaşanmışsa; aynısı oluyor, yaşanıyor. Aslında tekerrür eden tarih değil, gafletimizdir.

Şöyle söyleniyor ve doğrudur: Avrupa, üçüncü dünya savaşını kendi topraklarından uzak tutup İslâm coğrafyasına taşıdı.

Başaran'ın bir şiiri var. İçinden iki dize: “Dört yıldır ölüyor Avrupa / Kan kokuyor gazeteler.” (Nisan Hatırası)

Türkiye için terör örgütünün ilk kurşununu, bölgemiz için Irak'ın işgalini ölçü alırsak, otuz yıldır düzenli olarak öldürülüyoruz. Kadim beldelerimiz yakılıyor, yıkılıyor. Gazetelerimiz, haber bültenlerimiz kan kokuyor. Tam üç kuşak bu ölümleri, yıkımları görerek büyüdü. Sürekli yalana, kara propagandaya maruz kaldı. Sonuç ne olur dersiniz?

Madem yüz yıl öncesiyle günümüzde yaşananları birlikte okuyor ve değerlendiriyoruz, o halde Said Halim Paşa'nın yazdıklarına gidelim. 1918 karanlığında kaleme aldığı cümlelerden biri: “İnsaf ve uzak görüşlülükten iyice mahrum olduklarını ispat eden bu istilâcılar, müslümanlara reva gördükleri zulüm ve gaddarca muamelelerle, günün birinde meydana çıkacak olan tepkiyi de çabuklaştırmaktan geri kalmıyorlardı. Bu tepki elbette vukubulacaktır.” (Buhranlarımız, İz Yayıncılık, sayfa 165)

'İstilâcılar'ın yanına işbirlikçileri de ilave edip cümleyi yeniden okuyalım.
#Bedri Rahmi Eyüboğlu
#Faruk Kadri Timurtaş
#mehmet akif
9 yıl önce
Tekerrür eden tarih değil, gafletimizdir
28 Şubat kadınlarına ithaf ederim
Aleviliğe dair, “Kapıları açmak: Dostluk temelinde çözüm”
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm