Anlamak istemeyene bir şey anlatma imkânınız yoktur. Yorulduğunuzla kalırsınız.
İnsanın soyu bir, huyu bin.
Kendisinden başkasının hayatına, fikrine ve yaptıklarına tahammül edemeyen. İllâ onun dediği, istediği olacak.
Karşılarında kim var? Avrupa'ya çalışmak için giden vatandaşlarımıza devletimizin dağıttığı broşürden bir madde:
İşte böyle bir inceliği hasım bellemişler.
Yeminli düşmanlar vardır. Hiçbir mantıklı izah ve haklı gerekçe onları yolundan edemez. Çünkü çıkış noktaları başkadır.
O kibar, o medeni, o bilmem ne insanların Bosna, Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye'de neye dönüştüğünü gözlerimizle gördük. Yeter ki ellerine fırsat geçmesin. Sizi zayıf ve savunmasız zamanınızda yakalamasın. Halep'te cemaatiyle beraber bombalanan cami, son acı örneğimiz.
Said Halim Paşa, 1918 yılından sesleniyor: “İnsaf ve uzak görüşlülükten iyice mahrum olduklarını ispat eden bu istilâcılar, Müslümanlara reva gördükleri zulüm ve gaddarca muamelelerle, günün birinde meydana çıkacak olan tepkiyi de çabuklaştırmaktan geri kalmıyorlardı. Bu tepki elbette vukubulacaktır.” (Buhranlarımız, sayfa 165)
İşte bu yüzden şunu söylüyoruz:
İslâm ailesinden hiçbir ülkenin ayağa kalkmasını, umut olmasını, iyi emsal teşkil etmesini istemiyorlar. Türkiye, kendi kararlarını verebilecek aşamaya doğru gidiyor. Gitmek istiyor. Bu durum kimleri rahatsız ediyor? Niçin?
Şimdi tekrar 1914 yılına geri döndük. Aynı durumun içindeyiz. Kötülüğün hafızası kuvvetlidir. Unutmuyorlar.
Batılıların çirkin tavırları, küstah çıkışları ve sahtekâr tutumları, millî uyanışı (tepkiyi) hızlandırmaya da yarıyor. Olan hayırlıdır. Bazen görmek veya kabul etmek istemezsiniz. Kader, zorla gösterir size.
1914 dedik. O yıllarda Ermeni çetelerine destek veriyorlardı. Şimdi de ihanet şebekesine, bölücü terör örgütüne, ülkeyi ticarethane gibi görenlere. Evet, huy.
Memleketlere pazar ve hammadde deposu, milletlere müşteri gözüyle bakanlar; yüz yıl önce her adımımıza, kararımıza karışıyorlardı. İstiyorlar ki bu vaziyet (düzen) değişmesin. Onlara rağmen adım attığınızda neler olur? Bakınız: Münbiç meselesi. Bir daha bakınız: Sistem değişikliğine gidilmek istenmesi.
Müdahil olmak ile müdahale etmek aynı şey değildir. Birincisini yaptık, ikincisini ve asıl önemlisini yapamadık. Harici ve dâhili birçok adres, açık bir şekilde, bu noktaya gelmemizi engellemeye çalışıyor.
Hadi, dışardaki adresleri tanıyoruz. Evveliyatları belli, sabıkaları kabarık, geçmişleri ortada. İçerdeki bazı kişi ve gruplara ne oluyor? Görevlileri, ecnebilerle maddî veya manevî bağı bulunanları saymıyoruz. Onlar bu topraklardan eksilmez.
Tam burada düşmanlık bahsine geri dönmeliyiz. Bir insana veya partiye olan düşmanlığın vatanın aleyhine dönüşmesi. Unutmayalım:
Millet hayatını ipotek altına almak isteyenler, Millî Mücadele'de bile hak iddia edenler, kendi insanını daima hor görenler. Bunlar da ayrı bir topluluk. Ayrıca:
Kusur aramak, birinci işleri oluyor çünkü.
İbrahim Kalın, son eserinde, “Hakikat, varlıkların toplamından daha fazla bir şeydir” diyor. (Ben, Öteki ve Ötesi, İnsan Yayınları, sayfa 46.) Bu cümleden ilhamla söyleyelim: Türkiye, hepsinin toplamından çok daha fazlasıdır.