|

Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal, bir toplantıda bir kez daha anlatınca iyice anımsadım detayları. Ve şöyle düşündüm: 'Bugünün Türkiye'sini de pekâlâ izah eden bir hikaye bu. Öyleyse bir kez daha hatırlatmak lazım gelir.'



1919 yılının Maraş'ındayız. Henüz adının önüne 'kahraman' ibaresini alacağı günler gelmemiş, fakat çok yakın. Şehirdeki Ermeniler, bütün umutlarını gelecek olan Fransız güçlerine bağlamışlar. Çünkü Fransızların uzattığı havuç pek hoş: 'Size, Maraş'ın da içinde olacağı bir Büyük Ermenistan kurduracağız.'



Azıcık tarih okuduysanız bilirsiniz. Maraş, dönemin pek çok Osmanlı şehri gibi tam bir sosyolojik çeşitlilikle mukayyet… Evet, şehrin ana omurgası Sünni Türkmenlerden oluşuyor, lakin Yahudiler, Ermeniler, Aleviler ve Abdallar da meskun bu güzelim şehirde.



Abdallar evet. Hani şu beş bin yıldır 'bozulayan', 'zanaatımız budur kurban olduğum ağam' diyerek davulun, zurnanın, divan sazının hakkını veren Abdallar. Kalaycılık edeni, çift-çubuk süreni, duvar örüp yün eğireni dahi vardır. Hatta eli hiçbir enstrümana yatkın olmadığı için mektep-medrese okuyup alim-ulema, edip-udeba olanına dahi rastlandığı vakidir.



Eli kulağa atıp Karacaoğlan emmilerinden, Kazak Abdal dayılarından, Nesimi babalarından 'bozulatmak' hayatlarının en temel neşesidir.



Elbette fakirdirler. Elbette kıt kanaat geçinmektedirler ve elbette 'Allah'ın bu gününe de şükür' cümlesi ağızlarının pelesengidir.



Abdal Halil Ağa, yahut kısaca Halla, Abdal aşiretinin en namlı davulcusudur ki davula şehrin bir başından vursa diğer ucundan sesi duyulur.



Zaten kıt kanaat olan geçimleri o günlerde 'yok'a düşmüştür. Savaş yüzünden düğün yok, dernek yok. Düğün dernek olmayınca kese yok, bahşiş yok. 'Ekmeğe İngiliz'in dürbünüyle bakar olmuş Halla' diyeyim de ötesini siz anlayın.



Avradının dırdırından bezip de kulübesinin önüne çıktığında bir delikanlı seğirtiyor hemen Halla'ya. 'Halla ağam' diyor, 'Agop ağa seni çağırıyor. Tez kavuşsun, bahşiş kavidir' dedi.



Delikanlının 'Agop' dediği, Maraş'ın ileri gelen Ermenilerinden Agop Hırlakyan. Hasretle Fransızların gelip şehri Ermenilere teslim etmesini bekliyor. Halla'nın da velinimeti. Geçmişte çok davul dövdürtmüş, çok bahşiş indirtmiş Halla'ya.



'Aman' diyor Halla, 'amanı bilir misin yeğenim? Essah mı diyon? Ya ben seğirtip gitmez miyim hemen?'



Davulunu boynuna astığı gibi koşturuyor Agop'un konağına. Belki de aylar sonra kuşağına bir kese girecek. Halla koşmasın ne etsin?



Agop, karşısında kan ter içinde duran Halla'ya hemencik bir kese uzatıyor. 'Hadi yine iyisin köftehor. Devlet kuşu kondu başına' demeyi de ihmal etmiyor.



'Emret beyim' diyor Halla, 'emret cümle Maraş'ı inleteyim.'



Agop diyor ki: 'Yarın iki kirveni de al yanına. Şehrin girişinde Fransız ordusunun haşmetli kumandanını karşılayacağız şehrin girişinde.'



Halla, kuşağına yerleştirdiği keseyi çıkarıp Agop'a uzatmak için bir saniye bile düşünmüyor. 'Olmaz, davul dövemem' diyor. Agop zengin, Agop küstah: 'Parayı mı azımsadın? Sen merak etme. Davulunun kasnağını altınla doldururum.'



Belki sadece bayram namazlarına giden, belki de hayatı boyunca bir camiden içeriye adım dahi atmamış Halla, kırçıl, kötülemiş sakallarını sıvazlayıp veriyor cevabı: 'Bilirim beyim bilirim. Hemi de istesen sade kasnağımı değil, evimi de altınla doldurursan da gören şaşar kalır. Lakin bu din meselesidir. Bu millet meselesidir. Ben gün böyle günde, dem böyle demde ne sana ne de Fransızlara davul çalamam.'



Halla o akşam davulunu, Hırlakyan'ın konağından rahatça görülen Şişman Hacı Ahmet Ağanın toprak damında çalmış. Hem de öyle bir çalış ki, rivayet doğruysa davulun sesi ta Kürtül'den duyulmuş.



Ol hikâyât bundan ibaret.



Şimdi demem odur ki, memlekette ne Hırlakyanlar biter ne altınları. Ne Fransız ordusu biter ne silahları. Ancak bu aziz memlekette kendisine Agop'un yahut Fransız'ın uzattığı altınları elinin tersiyle itiverecek Hallalar da bitmez, bitmiyor işte.



Yeri geldi söyleyelim. Dün bu millet, keserle, nacakla, çimen çorbasıyla düşmana direnirken kendisine uzatılan kese kese altınları kuşağına sokuveren adamlar yok muydu sanırsınız. Elbette varlardı. Ancak işte şimdi biz, o adamlara değil, Halla gibilerine yolluyoruz Fatihalarımızı. Halla olmanın farkı 'bir Fatiha' kadardır zira.



Ne diyordu Hırlakyan: 'Zaten ne olduğunu bizde anlamadık kuzum. Fransızları kaçarken gördük en son. Ama öyle böyle değil, görsen Usain Bolt sanırsın her birini. Öyle de koşulur mu be arkadaş?'


#Mahir Ünal
#Agop
#Ermeniler
#Aleviler
#Abdal Halil Ağa
8 yıl önce
Halla
İstanbul’un geleceği Türkiye’nin geleceği demek
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…