|
Herkesin bir pîri var!

Her metnin bir noktası var, vücuda geldiği bir çıkış noktası. Kalemden önceki ilk çıkış. Bir nefes diyelim. Metne üflenen nefes. Oradan açılışını yapıyor dünyaya, kâinatın sayfalarına. Metnin ham maddesi, bu anlamda hiç silinemeyen, yok edilemeyen bir noktadır. Döne döne kendi sonsuzluğunda...

Bazen bir kokudan doğuyor metin. Eski bir şarkı gibi unutulmuş bir hatıranın canlanmasıyla bazen. Yolda yürürken gözüne çarpan alelade bir tabeladaki isim sana en sert gündeme dair derin bir yazı yazdırabilir, bir kozmetik reklamı mesela medeniyet değerleri üzerine özgün bir yorum yaptırabilir sana.

Veya dünya güzeli küçük bir kız çocuğunun birdenbire gelip eline tutuşturuverdiği bir gülün çağrışımıyla güzel kokunun En Sevgili’ye sevdirilmesinden yola çıkıp ‘Gül medeniyeti’ne dair bir dizi metinler üretebilirsin.

Duyguların çağrıştırdığı her şey bir gerçeğe dayanır, işte metnin çıkış anında bunu fark edersin.

Şunu da anlarsın: O çıkış noktası ilhamın geldiği yerdir zaten. Ana kaynak. Metnin açılışı ile kalbin açılışı anın sonsuzluğunda çift taraflı bir akıştır. Belki sadece senin için böyledir. Buna varırsın.

Girer çıkar, gelir döner, gider gelir, uzar kısalır akış.

Bir bakmışsın karşı kıyıdasın.

Tabir edilmiş bir rüya gibi. Açmışsın anlamını. Açılmışsın.

Metin bazen yüzlerce sayfalık bir kitap olur bazen aynı yoğunluğa denk gelecek birkaç dize sadece.. Hepsi Fâtiha’sı gibidir aslında noktanın.

Gönlü fetheden her açılış, evet bir içeri girme biçimidir. Sana bir davet, bir çağrıdır. Kendini gerçekleştirmek üzere var olan her şeyin dayandığı nokta, belki de diyorum bir tür kemalât noktasıdır. Varlığın kemâli senden seni talep etmektedir. Kendinden kendini.

Sen tekamül ettikçe varlık genişleyecek, açılacak, yayılacak... Bir geçtiğin yerden bir daha geçmeden... Döne döne...

Bir kelime içindir işte tüm metin. Bir harf için. Ol nokta için.

Varlığın kemalinde bir hazreti insan içindir tüm kainat. En Sevgili için...

Tıpkı yazarken bazen her şeyin bir metne hizmet etmesi gibidir bu. Musa’dır diye Firavun’un katlettirdiği tüm masum evlatların kanının onun canına can kattığını... Musa’nın itirazına rağmen Hızır’ın boğduğu çocuğun küllî ruhla bütünleşmeye bir atıf olduğunu... Duyumsadıkça... Mecazın da gerçeği açılır sana, katman katman... Dalarsın içine biraz.

Yazan insanlar bunu sık sık hisseder. Bazen böyle kaynağından çekersin ilhamını. Her şey sana o tek harf vücuda gelsin diye hizmet etmeye başlar. Hatta sen alıcı konumunda durursun da tam teslimiyet içinde... İlham sana gelir, seni kaplar, içinden geçirir tüm sahiciliğiyle. Varlık bir harf olur İbn Arabi’nin tabiriyle ve sen de onun anlamı...

Aynı şeyleri defalarca da yazsan, hep başka bir şeydir o. Okunan da... Yazılan da... Gerçekten tam bir örtüşme yaşanır. ‘Sonsuzca başka’ olan her şey bir ifadeye bürünebilir senin metninde. Ve o en güzel kelimenin içinde bir olurlar. Anlam böyle derinleşmektedir. Kâinâta sığmayanın kâmilin gönlüne sığdırılması gibi. Göğüs genişler genişler...

İç içe geçer orada her şey ile her şey. Bu anlam sınırsızlığı baş döndürücü bir ikramdır yazan için. Her şey mümkündür, kendi anadilinde. Kalem yazar.

Evet yazmak başkası olmaktır, başka bir şey olmaktır aynı zamanda. Şu kahve fincanı sensin, şu gözlük kılıfı, şu araba sileceği, bu cevizli kek, bu kedi... Sen oldukça... Senin dilinde defalarca can kazanır...

İçindekini dökebilmesi için sürahinin bardağa eğilmesi gerek. Kendi ilminden çırağına akıtan usta misali. Tevazuyla eğilir ve bilgelikle kuşkusuz. Bir yandan da bardağın boyutlarına kendini uyarlamaktadır, yani tenezzül etmektedir eğilerek. Bardağın seviyesine ve boyutuna inmektedir. Çırağın ustayı sevmesi, ustanın çırağı sevmesiyle birdir böyle bakınca. Müridin mürşidi, mürşidin müridi sevmesi, erkeğin eşini, kadının erkeğini sevmesi...

Her şeyin her şeye eğilmesi... her şeyin her şeyi dönüştürmesi... Dışarıda kalan bir şey yoksa... Mecnun Leylâ olur. Bir ilahi emir olur sevgi. Herkese ve her şeye farz. İlk zikrin sevgi oluşuyla farz kılınmıştır bu belki. “O onları sever, onlar Onu...”

Bu her şeyin her şeye itaati ve tenezzülü gibidir aynı anda. Her şeyden her şeye bir akış, bir dökülüş, bir karışma var. İsteyen, içeren, kuşatan, kuşatılan, arzulanan... Çift yönlü bir buluşma. Her zerresinden birleşme... Birlenme. Tam teslimiyet. Tevhid.

Artık ne anlatırsan anlat şiir olur metin. Her şeyin mecazı varsa da, anlam herkesin gönlüne kendi gerçeğinden giriyor. Belki en somut, en elle tutulur an! İster sus, ister konuş, ister güven, ister kuşku duy.

Sevmek gerçeğin tabiri olur. Tüm yalanları sile sile...

Yazan kişi şunu da bilir içinden: Sevmek masumiyettir. Ocakta kaynama kıvamında bir tas süt gibi beyaz. Nezahat adlı küçük kız çocuğunun tebessümle uzattığı gül kadar. Masum. Affeden. Arındıran, yıkayan. Öz gibi temiz...

Fırata döndüren bir kalp ahlakını temsil eder Nezahat aynı zamanda. Kendiliğinden, plansız bir güzellik. Nezahat seven ve sevilendir. Kalem harfi yazıyorsa anlattığı sevgidir, aşktır. Aşk varsa sır var. Küçük Nezahat’in bilmeden bildiği...

“Gâhi güldür gâh varak, gâhi şecer, gâhi nevat / Hayy u Kayyum sırrını ezber okur her bâr göl.”

Yaprak da, ağaç da, çekirdek de olsa, o ten toprağına düşen temiz bir tohum. İçimizden dışımıza kıyam eden güzellik medeniyeti.

Harf. Tane. Zerre. Nokta. Aşk. Hepsi bir çıkış.

Nezahat’in uzattığı gülü sevdikçe gam silinecek gönüllerden. Bahçe olacağız, mahalle büyüyecek, şehir olacağız, sevgili olacağız. Kaygusuz Abdal’ın diliyle; “Eğer dilersen mâşuk ile vuslata ermek / Aşka mürid ol, aşkı sen özüne pîr eyle...”

İnsan sevdiğiyle birlikte oluyor hep, olacak... Sevdiği o olur, ondan olur... Olacak. Maşûk her âşıkla aşık olacak. Yeni bir aşk. Tekrarı olmayan. Makamları yükselten. Övmelerin yetmediği, söylemelerin yetmediği, her şeye yayılan, her şeyi fetheden anlam. Hep yeni. Ama kadim aynı zamanda.

Gül kokusu gönülden gönüle bu ilahi sırrı açmadan ama paylaşarak yaymaktadır, yayacak. İşte kalem bunu yazıyor kesintisiz olarak her metinden metine, sayfadan sayfaya... Noktası daima yerli yerinde.

Seni bana, beni sana uzatan, bizi kalbimizden tutturup birbirimize teğelleyen, ezelden ebede varlıkta mevcud kılan o gül kokusudur biraz. Nezahat medeniyeti; şiir gibi daima, neresini okursan, nereden bakarsan bak.

#metnin
#Döne döne
#Musa
9 yıl önce
Herkesin bir pîri var!
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle