|
Neye talip olduğunu bilen ‘niyetliler’
Ramazan'ı kana bulamaya devam ediyor birileri. Tunus'da, Irak'da, Mısır'da patlayan bombalar, Suriye'de adım adım kapımıza dayanan iç savaş, Doğu Türkistanlılara uygulanan mezalim ve daha başka coğrafyalarda dökülen masum kanlar...

Hiç kesilmeden, oluk oluk, Ramazan boyunca da devam etti, ediyor. Şiddetlenerek hatta kimi zaman.

Suriye'de sınırı geçerek içeri girecek miyiz, girmeyecek miyiz, uluslararası dengeler, pazarlıklar, stratejiler... Koalisyon kiminle nasıl kurulacak, sonra ne olacak... Müthiş bir belirsizlik. Kimsenin tek aktör olarak asayı eline alamaması bu küresel zamanların en belirgin niteliği.

Derken giderek şiddetlenen çarpışmalar. Haber kaynaklarında çelişen haberler. Köken veya mezhep üzerinden kaça bölündüğü bilinemeyen kitlelerin birbirine düşmanlaştırılması. Sünnilerle Şiilerin, Araplarla Kürtlerin, Kürtlerle Kürtlerin çatışması... Ve sonra akşamın girişiyle gelen yeni günde açılan oruçlar, edilen dualar, hep birlikte kılınan teravihler...

Böyle iç içe her şey. Her zaman. Çeldiriciler, nifakçılar ile aşıklar, masumlar bir arada. Kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeden aynı davaya hizmet edebiliyorlar.

Bizi gerçek kılan niyetlerimiz. Hayatın her anını ibadet niyetiyle yaşama çabası insanda işe yarama duygusunu arttırıyor. Fiili dua yerine geçen hayırlı işler yapma azmi duyuyorsunuz, insanlığa ve kainatın tekamülüne hizmet etme arzusuyla bir tür yokluğa adıyorsunuz kendinizi.

Asıl varoluşu onurlandırmak, Hakka yaklaşmak, fenâ bulmak için...

Aynı anın içinde dökülen kanlara bakıyorsunuz. Kimi başkalarının kanını öfke ve intikam hissiyle dökerek direniş uyguladığını ve şahitlik ettiğini söylüyor hakikate. Kimi ise direnişini kendi kanını dökmeyi göze alacak bir mücahede ile gerçekleştirmeye talip.

Masumların kanını “şimdi kafirlere ölüm” diyerek nefret ve öfke ile dökmeye talip olanlar ile “canım sana feda ya Resulullah” aşkını gerçekleştirmeye talip olanlar... Bu ikisi arasında hiçbir zaman aşılamayan bir sınır var. Musa'dır diye katledilen erkek bebeklerin kanı ile canına can katılmıştır Musa'nın. Kurbanlık koyunun kanını akıtmanın ibadete dahil oluşu içinde katman katman sır barındırıyordur mutlaka.

Şimdi burada, bahçeye bakan iki asırlık pencerenin önünde, rüzgarda tatlı tatlı hışırdayan yapraklara bakıyorum. Ihlamura, cevize, nar çiçeklerine, yediveren güllere, kiraz ve erik ağaçlarına, hızla olgunlaşmakta olan böğürtlenlere... Ve anlamaya çalışıyorum acizane. Anın içindeki celal ve cemali.

Patlayan bombalarla, dökülen kanlarla, mis kokulu çiçekler şu anın içinde, bizi ebedi şimdinin sonsuzluğuna daldırarak, eşyanın hakikatine dair ipucu bırakıyorlar kesintisiz olarak. Cemalinden olduğu kadar, celalinden razı olmanın sorumluluğu insan olma yolculuğumuzda ne kadar ağır bir yük.

Şer görünenlerin hikmetini tefekkür edebilmek, ölçüler içinde direnmek elbet gerekiyor. İsyan etmeden rıza göstermek de bir direniş. Bu bir bakıma kendi canını feda etmeyi göze almak demek.

Ya Rabbi bütün isimlerin güzel, sonsuz tanesi daima esma ü hüsna'na diyebilmek... Ve bunu sadece sözde bırakmayarak, yaşantında, vücudunda tatbik edebilmek... Elbette bunun ödettiği bedeller saymakla bitmez müminliğe talip olanlar için.

O'nun her an bir işte oluşunu düşünmeye çalışıyorum. Birbirine çok benzeyen çatıştırma senaryolarını, nifak tohumu serpiştirilmiş strateji uzmanlıklarını, doğruların arasına sıkıştırılmış yalan kanıtlarla döşenmiş diplomatik gerekçeleri inceliyorum sabah akşam. Hayatın gerçekliğine tek el ile değmenin yetersizliğini fark ediyorum.

Başladığımız yere dönsek de, Ortadoğu'nun sınırlarını yeniden çizmek ve yönetebilmek için benzer senaryoların tuzağına düşsek bile... Döndüğümüz hiçbir zaman aynı yer, dönen hiçbir zaman aynı suret değil. Her şey bir kez oluyor. Biricik ve bir.

Bunu kavramaya çalışmak yetmiyor, her şeyin her şey ile arasında bir bağ olduğunu, hiçbir şeyin tekrar etmediğini delillendirmek gerekiyor. Aynı anda. Hem tenzih hem teşbih gibi. O hem her şeydedir. Hem hiçbir şeye benzemez. Bunun hakikatine varmak gerekiyor.

Oysa bizler, çoktan varmışız gibi, pek fazla biliyoruz. Neyi bilmediğini bilmemek her aşamada sınava tabi tutuyor bizi, farkına varamıyoruz. Alametlere bakmalı, iz sürmeli, ilişkiler kurmalı, işaretleri okumayı öğrenmeli insan bu yolculukta. Savaşlardan iç savaşlara, denizlerden iç denizlere... Sulh ve fetihlerden gönüllere... Başlangıcı ve bitişi olmayan, seveniyle sevilenini bir kılan bu yolculukta. Bir arada ve ayrı ayrı...

Evet; çarpıtmaların, yalancılıkların, hilelerin, sahtekarlıkların, kavga ve katliamların merkezinde... Gerçek hayat. Ne bunların dışında, ne bunlardan ibaret yalnızca. Gerçek olmak, gerçek olmaya çalışmak, maharet gerektiriyor. Her şeyden önce sahiciliğin bütün yapay sınırlarını kaldırmayı bekliyor bizden. Gerçek gücün sermayesi bu; sahicilik, samimiyet. En azından neye talip olduğunu bilen 'niyetliler' için.
#Doğu Türkistan
#Ortadoğu
#tunus
#ırak
9 yıl önce
Neye talip olduğunu bilen ‘niyetliler’
üç hâtun
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim