|
Harcıâlem…
Dünyada iyiliğin çoğalışı ile inançlıların niceliksel artışı arasında sanıldığından daha karmaşık bir ilişki vardır diye düşünüyorum.

Bir inanca iktisap etmiş kişinin “a priori” şöyle bir kabulü olabilecektir: “Eğer tüm insanlar benim dahil olduğum inançla şereflenirse dünya harika bir yer olacaktır.”

Tabii biraz tecrübeli olanlar çıtayı bu kadar yukarı koymazlar. Ama onlar bile dünyanın şu halinden çok daha iyi bir yer olacağını söylemekten geri duramazlar. Bu iddiada bulunmamak sanki kendini inkâr etmek gibi hissedilir. Daha da tecrübeli olanlar ise, dünyada iyiliğin artmasının, nicelik/sayı meselesi değil, ahlaki nitelik/doğru eylem meselesi olduğunu “hissederler”. “Mümkün olduğunca” kaydı dinin değil, Adem oğlu/kızının kısıtlılığına yönelik bir göndermedir.

Sanırım bu durum, tebliğ/misyon kavramının yanlış anlaşılmasından kaynaklanıyor. Tabii ki dinlerde bu kavram (dini yayma) merkezi bir önemi haizdir/tabiidir. Ama tebliğin hedefi, dünyayı cennet kılmak mıdır, yoksa yaşayan her bir insana hayati olduğu düşünülen bir tercihin ulaştırılması sorumluluğunu yerine getirmek midir?

Dünyada inancımızın yegâne din olması arzu edilebilir. Ancak bundan murad edilenin tanımı, neredeyse eylemin kendisi kadar kritiktir. Yani insanlar bu ümidin gerçekleşmesinden ne bekliyor? Hangi saiklere dayalı eyliyor veya hissediyorlar?

Eğer, niyet ve beklenti, tebliğ sonucu nihai hedefe ulaşıldığında cennetin yeryüzüne inmesi ise, önümüze koca bir kaya yuvarlanacaktır. Bir an için tüm dünyanın tabi olduğunuz inancı kabul ettiğini hayal ediniz. Bu ilk önce büyük bir başarı, memnuniyet hissi yaratacaktır. Peki ya bir adım sonrasında, beklenti ne olmalıdır? Herhalde, dünyanın bir cennet olması... Olacak mıdır?

Her inanç onu iktisap edenin kapasitesi kadar işlevseldir.

Böyle bir iddia ile yola çıkmak, tebliğ/misyonun en önemli iddiasının altını oyan bir tedbirsizlik içerir. Müminlere ve mümin olmayanlara “bu dünyada” cennet vaat etmek, inanca bir vade/mekân biçmek anlamına gelecektir. Dini doktrin uzamını bu dünyaya çekmek dini başarısızlığa mahkûm edecek, böyle bir durumda ona laik alana dair performans kriterleri uygulanacaktır.

İnancın yeryüzünde artmasıyla daha iyi bir dünya tabii ki umulabilir. Lakin bir cennet beklentisi sanırım oldukça tartışmalıdır.

Aynı hata (kanımca) dini modern hayata uyumlu göstermeye, bilimle bağdaştırmaya, dini tarihsellik manivelasıyla bugünde sürekli temize çıkarmaya çalışanlarda da görülür. Dini teknikleri (dua, ibadet, vahiy, mucize) bilimsel yöntemle uyumlu ya da rakip göstermeye, bilimle kutsal kitapları yarıştırmaya sanki gerek yoktur ve bu aslında bir aczin itirafına dönüşür. Bu acz dine değil, insana dair olacaktır.

Çünkü iman, bilgilenme sürecinden ziyade, (metafizik değil, bilimsel, rasyonel bilgiden bahsediyorum) Allah’la kişisel müşarekette gelişen özel bir deneyimin sonucudur. Modern bilim bu konuda hiçbir şey söylemeye ehliyetli değildir. Aynı düzlemde olmayan şeyler birbirine ikame edilemez, dönüştürülemez, yarıştırılamaz. İman etmenin şahsi deneyimini yaşayan mümin, “Şu şu bilgisel nedenlerle Allah diye bir şey yoktur” diyen kişiye sadece dostça gülümseyecek ve ona şöyle diyecektir: “İyi ama dostum, sen orada yoktun, benim ne yaşadığımı nereden bileceksin?”

Dini bilimsel olarak kanıtlama çabaları, cenneti bu dünyaya kişisel gayretle indirme türünden Allah’tan rol çalmalar ve akıl oyunları sadece inancı laik/cismani dünyanın harcıalemine muhatap etmek olur.

Oysa inanç laik/modern akılla asla çürütülemez. Laik akla da akıl yoluyla benimsetilemez. Bu halde, aslında ateistlik sadece bir kişiyi ilgilendiren bir karar olmaktadır. Kişi, Allah’ı kendisi için yok sayabilir, ama “Allah yoktur” genellemesi yaptığı anda boşa düşer. Çünkü Allah’ın varlığına dair özel tecrübelere sahip değildir. Allah/inanç konusunda ancak “içeriden” ahkâm kesilebilir. Bilimde deney ne ise, inançta kişisel deneyim odur.

Ben şahsen safi akıl/bilgi yoluyla inanan ve bu inancı sürdüren bir kişi görmedim. (Zaten o zaman kurtuluş sadece münevverlere ait bir ayrıcalık olur ve Allah kendisi ile çelişirdi.)

İnanç akıldan önce ruha zimmetlenmiştir. Yoksa insanların ekserisi Allah’ın olmadığına “iman” edebilirdi.
#tebliğ
#markar esayan yazıları
#yeni şafak köşe yazarları
9 yıl önce
Harcıâlem…
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak