|
İstanbul protokolü "krema" mı, "mayonez" mi?

Ankara''nın protokolü ile İstanbul''un protokolü farklıdır.

İstanbul protokolünde "1 numara" olan "Vali", Ankara''daki devlet erkanı listesinde, kimbilir kaçıncı sırada yer alabilir?

Aslında "İstanbul Protokol"unu "devlet" değil "sermaye" belirler.

Büyük aile holdinglerinin üyeleri, medya patronları, banka sahip ve üst-düzey yöneticileri bu "İstanbul protokolü"nun çekirdeğinde bulunur..

Değişen dönemlere göre, bazan generaller, bazan politikacılar, bazan teknokratlar falan da, İstanbul protokolüne girer ve çıkar..

"İstanbul Protokolü"nün son durumunu, mesela Rahmi Koç''un, Baba Bush için verdiği davette gördük..

Burada, eski benzer protokol listelerinde ön sırada bulunan Dinç Bilgin yoktu..

Buna karşı, şimdiye kadar sadece "arkadaş protokoller"inde yer alan Kemal Derviş, Baba Bush''lu davetin yıldız ismiydi..

Söz konusu "İstanbul Protokolü"nün ipuçlarını, TÜSİAD toplantılarından, çeşitli özel vakıfların mütevelli heyetlerinden ve kış mevsiminde, Avrupa kayak merkezlerindeki birlikteliklerden de çıkartabiliriz..

Bazı heveslilere göre, İstanbul protokolünün üyeleri, "Türkiye''nin kreması"dır.

Ancak gerçekçi bir tahlil yapıldığı zaman, bu listenin, genel olarak "krema"dan ziyade zaman zaman kesilen bir "mayonez"e, veya içinde sütten çok su bulunan bir "muhallebi"ye benzediği söylenebilir.

Esnaflıktan tüccarlığa, zanaatkârlıktan sanayiciliğe geçiş sürecini tamamlamış, ama "çağdaş sermaye"nin gereklerini henüz benimsememiş, devletten korkan, krizden ürken, esen rüzgâra yelken açmayı hüner sayan bir çoğunluktur İstanbul protokolü..

Turgut Özal iktidarda ise, hanımlarını "papatya" yaparlar ve inzivadaki Demirel''i, gıyabında bol bol eleştirirler..

Demirel iktidar olunca da, ona Sibel Can''lı davetler düzenleyip, "yeni düzen"e yanaşırlar..

Ara rejimlerde de, davetlerine üniformalıları çağırıp, "paşam.. paşam" diye peşlerinden koşarlar..

"İstanbul protokolü"nün üyeleri, çok sık Avrupa''ya, Amerika''ya gider.. Oradaki refahı da, siyasal özgürlükleri de, liberal serbest rekabetçi ortamı da, çok iyi bilirler..

Kendileri Avrupa''ya, Amerika''ya gider..

Ama Avrupa''daki, Amerika''daki sosyo-politik ortamın Türkiye''ye gelmesini, hiç savunmazlar..

Özel konuşmalarında, "Türk halkı henüz Batı demokrasisine hazır değil" diye konuşurlar..

Özal''dan önceki "ikame sanayi"leşmeye dayalı "korumacılık" döneminde, dünyanın en kalitesiz sanayi ürünlerini, dünyanın en yüksek fiyatları ile satar ve Türk halkının bu ürünlere müstahak olduğunu düşünürlerdi..

Dünyadaki "gerçek sermaye"nin, çağın değişimini çeken lokomotif olduğunu, hiç görmediler..

Ankara''da kim varsa ve ne yapılıyorsa, onu alkışlamayı, "istikrar"ın gereği olarak gördüler..

Birbirine temelden zıt ekonomik ve sosyal-siyasal programların hepsini, sonuna kadar desteklediler..

Bu programlar iflas edince, yeni programları da destekleyeceklerini ilan ettiler.

Aralarından, batanlar, elinden bankası alınanlar, hapse girenler, çok sık çıktı..

Ama "kalan sağlar"la protokol listelerini takviye edip, "krema" rolünü oynamayı sürdürdüler..

Şimdi ciddi bir değişim olgusu, Türkiye''nin kapısını yumrukluyor..

Siyaseti, idaresi, medyası ve sermaye yapılanması ile, Türkiye ya değişecek, ya değişecek..

Bu değişimi biz yapmazsak, dünya zorla değiştirecek bizi..

Daha temiz, daha şeffaf, daha az devletçi, daha çok serbest rekabetçi ve dünyalı bir Türkiye geliyor galiba.

"Kriz"den, mutlaka "değişim" çıkacak..

Bakalım eski "İstanbul Protokolü"nden kimler kalacak, kimler gidecek?

İzleyelim, göreceğiz..

ŞAKA

Esnaf ve Ecevit!..

Ecevit''in kendisine atılan "yazar-kasa"yı algılaması üzerindeki çeşitlemeler, devam ediyor..

Bir sayın okurumuz (Süleyman Atabeyoğlu) şu "şaka"yı iletmiş bize..

Ecevit, bir esnafın yazar-kasa attığını duyunca, olayı şöyle yorumlamış..

-Vatandaşımız, fedakârlığın en büyüğünü göstererek, krizden çıkabilmemiz için, kasasını bize teslim etti! Bu, vatandaşımızın sağduyusunun bir kanıtıdır!..

AKIL-DIŞI

Başarısızlar, hala ayakta duruyor!..

Her meslekte başarı "yarın"ı önceden gören, durumu doğru yorumlayıp ona göre tedbir alanlar tarafından sağlanır.

Başarılı bankacı, "krize hazırlıklı" olandır..

Başarılı sanayici, nakit akım tablosunu sağlam tutabilendir..

Başarılı gazete yöneticisi, tirajını, okurun güvenini ve sermayenin kârlılığını, aynı anda koruyabilendir..

Başarılı gazete yorumcusu, büyük çoğunluk tersine düşünse bile, yanlış gördüklerini seslendiren, olacakları önceden görüp, yazabilendir..

Ama Türkiye''de "özel sektör" de, "devlet"ten farksız..

Türkiye''deki basın sermayesi ile KİT''ler arasında pek fark yok bu açıdan..

Bakın işte.. Şu "Sabah"ın serüvenini irdelemek, bunu anlamaya yeter..

Özellikle "28 Şubat süreci"nde, "Sabah" kendi varlık sebebini inkâr eden bir rotaya oturtuldu..

"Sivil"lik bırakıldı, "militarizm" desteklendi..

"Liberallik" bırakıldı, "devletçi" ve "devlete bağımlı" olundu..

"Serbest rekabet" yerine, "kartelcilik" seçildi.

Sonuç ortada.. Daha ötesi var mı?

Dinç Bilgin cezaevinde!..

Ve "Sabah"ı, oradan alıp, şimdiki noktaya getiren kadrolar, hâlâ işbaşında..

Tıpkı, Bülent Ecevit''li, Hüsamettin Özkan''lı, Mesut Yılmaz''lı siyaset düzeni gibi..

"Başarısızlar", iskambil kâğıtları gibi, birbirlerine dayalı, ayakta duruyor.

Dinç Bilgin ise, cezaevinde!

23 yıl önce
İstanbul protokolü "krema" mı, "mayonez" mi?
‘Mutlaka döneceğiz’ ya da Nekbe’dir yaramızın adı
O güne geri dönmek
‘İletişim aklı’
Bir sen bir ben bir de aile
Deprem gerçeği, ekonomi güvenliği ve TOBB Genel Kurulu’ndan yansıyanlar