|
İlim sakası

Türkiye'de ilk 'Devlet Kütüphanesi' sıfatı İstanbul Bayezid Kütüphanesi'ne verildi. II. Abdülhamid zamanında, kütüphanenin kurulmasına başlandığı zaman (1882), imarethanenin bir kısmı ahır olarak kullanılıyordu. Onarıldıktan sonra 24 Haziran 1884'de resmen açıldı. Kütüphanenin ilk kitabı, 'Naima Tarihi' idi. Hafız-ı Kütüplüğü'ne de Hoca Tahsin Efendi getirildi. Daha sonra, ikinci olarak İsmail Saib (Sencer) Efendi atandı. Hoca, aynı zamanda daha önceden verdiği cami derslerine devam ederek Bayezid ders-i âmlık payesini kazandı. Ders-i âmlık olabilmek için medreseden mezun olup, icâzet aldıktan sonra bir imtihana daha girmek gerekiyordu. Bu şekilde halka açık ders verme yetkisi kazanan müderrisler, umumu nezdinde oldukça etkili idi. Daha sonraları Hafız-ı Kütüplük unvanı müdürlüğe çevrildi. Hoca Tahsin Efendi'den sonra, İsmail Saip Efendi bu görevi kesintisiz olarak 43 yıl sürdürdü. Buradan emekli olduktan 5 ay sonra vefat etti. (22.03.1940) Cenazesi kalabalık bir cemaat tarafından Merkez Efendi Mezarlığı'na defnedildi.



***


Bayezid Kütüphanesi'nde daha sonra müdür olan Hasan Duman, İsmail Hoca hakkında şu hususlara dikkat çekmektedir:



'Mesleğinin ihtiyaç ve amaçlarına tam anlamı ile yararlı olabilmek için Tıp, Eczacılık ve Hukuk fakültelerine devam etmiştir. Bu seçkin çabaların hedefi diploma almak değil, anatomi, biyoloji hastalıklar ve modern hukuk alanında bilgi sahibi olmaktı. Nitekim bu yüzden kendisine ''eski tıbbı bilen bilgin'' adını verdiler. Arapça, Farsça dillerini çok iyi bildiği gibi İngiliz, Almanca, Fransızca dillerine de aşına idi. Zira bu kütüphanecinin her şeyden önce okuyuculara yetkili bir kılavuz olduğu bilincinde idi. Onlara, amaçları doğrultusunda yol gösterir, araştırma ve incelemelerden dolayı sağlam kaynaklar verirdi. İsmail Saib Hoca'nın son sözü şu idi: ''Kütüphanecilik alma mesleği değil, verme mesleğidir.''



***


İsmail Hoca, bunca bilgi ve senteze ulaştıktan sonra niçin kitap yazmadığını soranlara 'ümmi' olduğunu söylermiş. Öyle bir tevazu onun ruhunu kaplamıştı ki, Tıp Fakültesi'nden diplomasını teslim almak üzere haber gönderdiklerinde, gayesinin diploma almak olmadığını bildirir. Onun bu tutumuna hayret edenler için Hadis-i Şerifte, tıp ilmine işaret buyrulduğundan tahsil ettiğini belirtmişti.



Bunca zaman kütüphaneyi mesken tutmuş bir insan, elbette birkaç eser bırakabilirdi…



Ord. Profesör Dr İsmail Hakkı Uzunçarşılı onun hakkında bakınız ne söylüyor:



Fevkalade malumata sahip üstadın, esef ile söyleyelim ki bir eseri yoktur. Hem memleketimizde hem de hariçteki ilim adamlarını, kendisinin mütalaalarından gösterdiği mehazlardan istifade ederler. Müşküllerini bir vasıta veya doğrudan doğruya görüşerek hallederlerdi. Bunun için, şarkiyatla ilgili âlimler ve onun talebelerinin eserleri Hoca merhuma ait değil midir?



İsmail Hakkı Hoca doğru söylüyor, kendisi de dâhil olmak üzere aynı kuşaktan sütünü emmemiş kim vardı? Prof. Dr. Mehmet Ali Ayni, Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü, İbnülemin Mahmut Kemal, Bursalı Mehmet Tahir, Hasan Basri Çantay, Kilisli Rıfat Bilge, Abdülaziz Mecdi Tolun, Mehmet Akif Ersoy, Mükrimin Halil Yinanç, Süheyl Ünver, Raif Yelkenci, Yahya Kemal, Mustafa Şekip Tunç, İsmail Hami Danişment, Hilmi Ziya Ülken, Prof Dr. Helmut Von Ritter, Prof. Dr. Luis Massignon, Prof. Dr. Oscar Rescher ve bunlara mümasil pek çok ilim adamı İsmail Saib Sencer'den yararlanmamış mıdır?



Dr. Adnan Adıvar ise onun için şöyle demektedir:



O, bir kütüphane memuru değil, canlı bir bibliyografya idi. Paris, Berlin, Londra, Şarkiyat okulları öğrencileri bile biraz olsun İsmail Saib Hoca'nın öğrencisidirler. Helmut Von Ritter, onun için 'İlmin Hatifi' yani 'Bilimin gaipten seslenişi' demiştir.



***


Şu da bir gerçektir ki, her milletin mutlaka bir noksanı vardır. Süheyl Ünver Hocamıza ise bizler için şu hükmü veriyor:



Biz Türkler şifai (yani söyleyip geçen ) bir milletiz. Oysa temel şu olmalıdır; 'Tahlili Millet.'



Güzel bir teşhistir, inşallah kurulan bunca üniversitemizden sonra bu açığımızı kapatacağız.



Süheyl Hocamız, İsmail Saib Efendi için şunları söylüyor:



O, Bayezıd Kütüphanesi'nin ruhu idi. Oraya insanlar şüphe ile girerler, tenvir ile dönerlerdi. Onun orada kendisine has bir havası vardı. Eskiler bu tip insanlara 'Üslupla beyan aynı ile insan' derlerdi.



İlim yüksek ahlâkı icap ettirir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Hocamızın ahlâkı hakkında övücü cümleler ile onu bizlere aktarıyor:



Hoca merhumdan istifade edenler, hüsnü ahlakına meftun idiler. Kendisini gücendirmiş olanlara bir şey olmamış gibi dost muamelesi yapar, o kabil insanlara icabında kudreti nispetinde maddi yardımlarda bulunurdu.



İsmail Hakkı Uzunçarşılı, merhumu çoğu zaman çorba içerken, salata ve hatta ekmeği tuz ve biberle yerken gördüğünü söylüyor…



Bir taraftan engin bir bilgisi, diğer taraftan ise fazileti olan bir kütüphanecinin bu cazibesine araştırmacılar kapılmazlar da ne yaparlar?




#Devlet Kütüphanesi
#Bayezid
#II. Abdülhamid
7 yıl önce
İlim sakası
Livaneli, Baykal’a neden ateş etti?
Kara dinlilerle milletin savaşı
İş yapma kolaylığı endeksi nedir?
SGK’nın faaliyet raporu acı gerçekleri ortaya çıkardı
2020 yılında memurlara ödenen ödül, huzur hakkı ve taltif tutarları ne kadar oldu?