|
Milletimizin tekrar dirilmesi

Mükrimin Halil Bey'in (Yinanç) İslam Ansiklopedisi'ne yazdığı bilhassa Akkoyunlar, Bayezıd, Cihanşah, Danişmentler ve Diyarbakır makaleleri şapka çıkartılacak metinlerdir. Faruk Kadri Timurtaş, Diyarbakır maddesi için bakınız şöyle diyor:



'Tarihi vakaların bir şehre bağlı olarak çok güzel örneği olan Diyarbakır maddesi gibi bir araştırmayı meydana getirmek herkesin kârı değildir…'



Bu makaleleri yazmak gerçekten bir tarih nosyonu ister. Aslında biz Mükrimin Halil Bey'i hiç tanımıyorduk; onu Marmara'ya veya Laleli'de bulunan Acem'in kahvesine gelen, emekliliği yakın bir profesör olduğunu düşünüyorduk!



***



Meslektaşı olan Faruk Sümer'in onun hakkında yazdıkları ise şöyledir:



'M.H. Yinanç, dünya tarihinin ana hatlarını gayet iyi bilen bir âlimdi. İslam tarihini, Arap boy ve oymaklarını ve bunlara mensup meşhur kişileri de çok iyi biliyordu. Bu sahalarda birinci sınıf bir mütehassıs idi... Çok yakından meşgul olduğu ilim sahası ise Orta Çağ İslam Tarihi ve bilhassa Orta Çağ Türkiye Tarihi idi. Bu konuda kırk yıldan fazla bir zaman çalışarak pek çok ve pek kıymetli malzeme toplamıştır ki, bu dünyada pek az ilim adamının erişmiş olduğu bir başarıdır. Bu kıymetli malzeme, dikkatle ve itina ile yazılmış olarak, sayısı yüzü geçen defterlerde bulunmaktadır ki, bunların yayınlanması ilim âlemi için pek büyük bir kazanç olacaktır.'



Bu yazılanların kesinlikle abartı olduğunu zannetmiyorum.



Ömer Hakan Özalp'in yazdığı 'Tarihe Adanmış Bir Ömür: Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç' adlı kitabı elime geçti. Bundan da anlaşılıyor ki hocamız hakkında bir vakıf kurulmuştur. Bu vakfı ortaya çıkaranlara teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. Hocamızın emekleri üniversitede kaybolur; bunları memleketin ilim âlemine duyurmak lâzımdır. İşte vakıflarda bunun için vardır.



***



Hocamız, Türk milletine gönülden bağlıydı. Bazen şöyle derdi:



'Türk milletinin çobanında bile mizah vardır, eşkıyası bile merhametlidir…'



Irkçı değildi, fakat milliyetçi idi. Milletimizin tarihi harsını gayet iyi biliyordu. Bir adamı kesinlikle suçlamazdı; ama ne yaptığına, ideallerine bakardı. Tarihimizi bir bütün olarak görüyordu. Mesela bizim tarihimizde Hunların içinde Gorlar vardır; bu Gorlar bir ırk değildir, milletimizin bir boyudur, yani öz evladıdır. Bu Gorların Beyi Alp Urungu, kendilerinin de Türk milletine mensup olduğunu söylüyordu. Bunlar kimin atasıdır? Ayrıca Balkanlarda Goralar bulunmaktadır; bunlar kimin soyundan gelmektedir?



Dil sadece bir unsur değildir; Bulgarlar, X. yüzyılda Hıristiyanlığı, Ortodoksluk mezhebini kabul ettiler. Bunun üzerine Rusça kelimeler dillerini işgal ettiler. Anglosaksonlar, Frankfurt'tan gelen Almanlar, kuzeyden gelen Vikinglerin ortaya çıkması ile oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken geçmiş tarihin üzerine bina edildi. Ne yazık ki tarihimizi hiç bilmiyoruz. Şehitlerin kanı ile oluşmuş bu devlet yıkılırsa tarihimizi bilmemekten yıkılır. Ne olur bir tarihçi, asistanına Gorlar hakkında doktora konusu verse kıyamet mi kopar? İşte biz bunun için, Mükrimin Halil Hoca'ya muhtacız. O, ciğeri yanarak milletimizi düşünür, ne ihtiyacı varsa onun çözümü için çaba harcardı.



***



Selçuklu'yu, Osmanlı'yı birer hanedan telakki ediyordu. Hepsinin hükümdarlarını, kumandanlarını sevgi ile anıyordu. Yalnız Mükrimin Halil Bey, Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'in türbesinin resmini cüzdanında taşırdı. Milletimize hizmet eden devletin başından Mehmetçiklere kadar hepsinin üzerinde titrerdi. Bilhassa Osmanlılarda, Kanuni Sultan Süleyman'ı daha fazla severdi; bunun yanında diğer hükümdarlar da onun gölgesinde kalmaz, hepsinin de ayrı ayrı hakkını verirdi.



Mükrmin Halil Hocamız, milletimizin tekrar dirilmesini tarihî bağlarımızın kuvvetlenmesinde görüyordu. Bütün emeklerini bu yola verdiğini, Prof. Sabri Esat Siyavuşgil nasıl hafızamıza çakıyor:



' O, asır asır, sene sene hatta günbegün tarihi yaşayan adamdı. Her günü mâzi idi. Hiçbir hadise olmazdı ki, onda İslam Orta Çağı'na halka halka giden tedâiler uyandırmasın. Hiçbir vak'a zuhur etmezdi ki, hafızasının derinliklerine daldırdığı, dikkatle altı yüz yıl öncesine ait benzerlerini bulup çıkartmasın. Yaşadıklarımızla onun anlattıklarını karşılaştıranlar, tarihi bir tekerrürden ibaret olduğunu inanmak zorunda kalırdı.'



***



Onun mükemmel bir hafızası vardı. Yıllarca gece gündüz arşivlerde çalışmış, fakat ilme olan aşkı onu yıpratmıştı. Çünkü Türkiye'de takım çalışması yoktu. Her şey onun üzerine kalmıştı. Müzmin bekârlıktan dolayı da kendisine bakamıyordu. Son dönemlerde kalp hastalığı vardı. Fazla heyecana gelemiyordu. Bir gün üniversitede, dersin en hararetli anında, birden sınıfın kapısı açılmış; elleri bayraklı gençler 'Dağ başını duman almış' marşını terennüm ederek sınıfa girmişlerdi. İçlerinden biri 'Ya ilim ya ölüm arkadaşlar' diye bağrınca, hocamız 'Yine bir ihtilal mi oluyor?' deyip, olduğu yere yığılmış ve hemen Haseki Hastanesi'ne kaldırılmasına rağmen birkaç gün sonra (22 Aralık 1961) hakkın rahmetine kavuşmuştu. Hocanın cenazesi Süleymaniye Camii'nde kılınan namazın ardından Merkez Efendi kabristanına defnedilmişti. Ruhu şâd olsun.



Bu milletin tekrar dirilişi için, Mükrimin Hoca gibilerine ne kadar muhtacız…

#İslam
#Makale
#Metin
il y a 7 ans
Milletimizin tekrar dirilmesi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler