|
Müjgan Cunbur’un rüyası

Bazı kimseler, birçok profesör ve ilim adamının kitaplarını İsmail Saib Sencer'in yazdıklarını söylerler; mesela Rescher, Bursalı Tahir Bey'in ismi ile neşredilen üç ciltlik 'Osmanlı Müellifleri' eserinin İsmail Saib Sencer'e ait olduğunu belirtir. Ayrıca İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın 'Osmanlı Tarihi'nin en azından bir bölümünü Hoca'dan faydalandığı rivayet edilmektedir. Doğru mu, değil mi? Bilmiyoruz. Ama o büyük hazineyi toprağa götürmediğini idrak ediyoruz. Profesör Rescher, İsmail Saib Bey için bakınız bu konuda neler söylemektedir:



“Hoca, Bayezid Kütüphanesi'nde yaşayıp faaliyette bulunduğu sürece bir aslanın soluğu hissedilirdi. Bugün bu kütüphane belki biraz modernleştirilmiştir; ne var ki çevrede bıraktığı izlenim, eskinin bu aslanının, bugün ancak derisi saman doldurulmuş bir aslan olduğudur. Biçim ve post var, ama ruh yoksa bir zamanlar kütüphanede kendisine hiç azalmayan ziyaretçi akını niye olsun?”



***


Hasan Ali Yücel, Mevlânâ Hazretleri'nin el yazısını hiçbir yerde görmemiştir. Şerafeddin Yaltkaya, Bayezid Umumî Kütüphanesi'nin müdürünün, bu hususta mâlumatı olabileceğini söylediği zaman, Hasan Ali Yücel'in yüreği hop oturup hop kalkmıştır. Mevlânâ'nın el yazısının olduğunu ve onun bu kitabı kendisine getireceğini söyleyince çok sevinmiştir.



“Bu sevincin kıymetini, büyük insanların büyük ruhlarına kıymet verenler kolay takdir ederler. Bu vesile ile şimdiye kadar bulamadığım, göremediğim bu kıymettar ve tarihi yazıyı, Türk irfan âlemine takdim imkânını bana verdiği için İsmail Saib Efendi'ye en derin minnettarlığımı burada zikretmeyi hem kendim, hem bu nevi yadigârın kıymetini bilenler için bir borç telâkki ederim,” demiştir.



***


Söz, sahibine göre hüküm ifade ettiği için İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın, Hocamız hakkında söylediklerini itibara almak lazımdır:



“Hoca, Türklerden ziyade Avrupalı âlimler tarafından tanınırdı. Avrupa'dan bir müsteşrik veya Mısır'dan, Hint'ten İstanbul'a uğrayan bir âlim, mutlak surette Bayezid Umumi Kütüphanesi'ne uğrayıp, içi ve dışı nurlu olan bu mütebahhir âlimi ziyaret ederek müşküllerini gördükleri çok bâkî idi.



Bundan bir müddet evvel Türkiye'ye gelerek, Ankara ve İstanbul'da ilmî konferanslar veren meşhur Fransız âlimi M. Mansiyon, İstanbul Umumi Kütüphanesi'nde bulamadığı Hoca'yı, son ikametgâhı olan Koska'daki Ragıp Paşa Kütüphanesi'nde ziyaret etmiş, ilmî musahabede bulunmuştur.'”



***


Emekli olduktan sonra, Ragıp Paşa Kütüphanesi'nin içindeki mektebin bir hücresini İsmail Saib Bey için tayin etmişlerdi. Küçük bir taş odaya yatağını serer, üstüne oturur, misafirler için de karşısında iki kırık sandalye bulunurdu. Doğu memleketlerinde tevazuun düştüğü durum budur.



Vefatı, ardında doldurulamayacak bir boşluk bırakmış, pek çok bilim adamı ve araştırmacı onun yokluğunu hissetmiştir.



Ord. Prof. Dr. Fındıkoğlu onun hakkında söylenenlere şöyle cevap vermiştir:



“Bazıları eseri yok, diyorlar. Onun eserleri, Hoca'nın tabutunun arkasında gidenler, cemaatin arasında bulunan oryantalistler ve orada bulunamadıkları için müteessir olan Avrupalı bilim adamlarıdır. İstese mükemmel eserler verebilecek olan Hoca'nın kitap yazmaması, Şark'a mahsus bir felsefenin sonucudur. O, eseri satırlar arasında değil, göğüsler ve gönüller içinde yaşatan ve devam ettirenlerdendir.”



***


Mahir Hoca, 'Yılların İzi' kitabında İsmail Saib Bey'in cenazesini nasıl takip ettiklerini şöyle anlatmaktadır:



“Definden sonra herkes döndü, ben garip kaldım. Hem de Hocam olduğu için, Rescher'in kabrin başından dönmesini bekledim. Herkes gittikten sonra mezarın başında ellerini kavuşturmuş halde on beş dakika durdu. Ben uzakta olduğum için ne söylediğini, ne okuduğunu işitmedim. Dönüp yanıma gelince dedi ki: 'Benim güneşim söndü. Artık bana hayat karanlıktır, yaşamaya bile değmez.' Elbette bu söz ilim aşkının bir ifadesidir.”



***


Müjgân Cunbur'un rüyası çok dikkat çekicidir. Müjgân Hanım sebebiyle, burada Dursun Gürlek'e ne kadar teşekkür etsem azdır. Zira Türk Edebiyatı Dergisi'nde ona yazılmış olan bu mektubu açıkladı.



Müjgan Hanımefendi, İsmail Saib Hoca'nın kitapları ile uğraşırken bir rüya görmüştü: “Çalıştığım odanın kilidini açarken, birden kapının açılıp, büyük cüsseli, beyaz sakallı, barut rengi lâta giymiş bir zatın biraz öfkeli bir sesle, 'buraya girerken besmele çekmeyi, kitapları alırken Fatiha okumayı unutma!' dediğini duydum. Arkasından yığın halindeki kitapların 'Fatiha, Fatiha' diyerek kanatlanıp uçtuklarını gördüm. Korku ile uyandım. Sabah kalktığımda üst dudağımın şişmiş olduğunu gören annem 'kitap tozu' dedi. Ertesi gün çalıştığım ve kitapların durduğu odanın kapılarının kilitlerini açarken hizmetli Osman Efendi'ye yanımda bulunması için rica ettim; içimden besmele çekmeyi ve Fatiha okumayı unutmadım. Daha sonra şöyle bir vaka cereyan etti: 'Keşfü-z Zünun'a zeyl yazanların arasında İsmail Saib Sencer'in resmi ile karşılaştım. Bu zat, göreve başladığım günün gecesinde rüyamda gördüğüm kişiydi. Adı geçen eserin başındaki kısa hayat hikâyesini okudum. Bu suretle İsmail Saib Hoca'yı biraz daha tanımış oldum.”



***


Rescher'in, İsmail Saib Hoca ile ilgili ilk makalesinin sonu şöyledir:



'O, feleğin aldığı yalnız biri değildi; onunla elimizden bütün bir âlem gitti.'


#Müjgân Cunbur
#Türk Edebiyatı Dergisi
#İsmail Saib Hoca
7 yıl önce
Müjgan Cunbur’un rüyası
Batı, sütten çıkmış ak kaşık değil
Erkek hayvanları burma ve kısırlaştırma meselesi
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…