İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Richard Moore, Ankara'da merak duygusu güçlü bir büyükelçi olarak tanınır.
Gittiği yerlerde
sorular sorar, bu şekilde merakını gidermenin bir yolunu bulur.
İyi ki öyle yapıyor diyeceğiz, zira aldığı cevaplar konuştuğu kişiye göre
olunca kendisi açısından da maksat hasıl olmuş oluyor olmalı.
Mesela, İngiliz elçinin birkaç yıl önce görüştüğü bir Diyanet yetkilisine, DAİŞ'in cinayetlerinden yola çıkarak
biçiminde sorduğu soruya aldığı cevaba bir bakalım.
Richard Moore ile görüşen din adamının DAİŞ/İslam ilişkisine, İsrail/Tevrat yorumuyla verdiği cevaba:
Nasıl?
Bunu geçelim şimdi.
İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Moore, şu yakınlarda bu defa Suriye konusuyla yakından ilgilenen bir devlet kurumunun başkanı ile bir görüşme yapar.
Ancak bu defa roller biraz değişmiştir.
Soruyu soran İngiliz elçi değil, ilgili kurumun başındaki Türk yetkilidir.
Söz konusu yetkili Büyükelçi Moore'a
diye sorar.
Soruya Büyükelçi Moore'un verdiği cevaptan daha dikkat çekici olan ise, bu görüşmenin hemen ardından gelen yeni bir randevu talebi olmuştur.
İngiltere Büyükelçisi görüşmeden çıktıktan 5 dakika sonra ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass, sorduğu soruya yanıt vermek için olsa gerek ilgili kurumun başkanından randevu ister.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Bass, son dönemde Türkiye'deki basın özgürlüğü konusunda taşıdığı endişeler dışında kamuoyuna görüş vermekten kaçınıyor.
Bu bir yerde anlaşılabilir bir durum tabii.
Şimdi çıkıp Washington'daki sözcü gibi
” dese, Ankara'da komedyen muamelesi göreceğinin farkında olmalı.
Neyin ne olduğunu herkesin bildiği gibi kendisi de bildiği halde, bunu söylemesi halinde Washington'da sıkıntı olur düşüncesiyle İngiltere Elçisine
diye dedirten de Büyükelçi Bass'dır belki de.
Kim bilir.
Burası böyle ama elçilerin Ankara'nın belli konulardaki tepkisini/şüphesini yatıştırmak için gösterdikleri bu çaba bir yerde anlamsız kalıyor.
Neden derseniz, Ankara'da kulak verdiğimiz çevreler, Suriye konusunda Türkiye'yi bütünüyle denklem dışı tutmayı amaçlayan bir Kerry-Lavrov anlaşmasının sadece televizyonlarda konuşulup, gazetelerde yazıldığıyla kalmadığını söylüyor.
Bu yazıyı yazmadan önce görüşlerine başvurduğum bir güvenlik kaynağı bana, Eylül ayında Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlarının New York'ta görüştükten sonra yaptıkları açıklamaya dönüp bakmamı salık verdi.
zaten diyerek.
Döndüm baktım ve şunu gördüm.
Ankara'daki kaynağın önem atfettiği o görüşme, Rusya'nın Suriye'de ağır hava bombardımanına başladığı 30 Eylül gününe denk gelmiş.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun geçen ay
açıklamasına konu olan görüşmelerden biri yani.
Kaynağımıza göre Rusya ile ABD arasında yapılan Suriye anlaşmasının üç temel hedefi var.
1-Suriye'nin üniter yapısının korunması (bunu Esad rejiminin ömrünün uzaması biçiminde okuyabilirsiniz)
2-Suriye'nin geleceğinin laik/seküler yapılar üzerinden inşa edilmesi. (bunu da ılımlı muhalifler dediğimiz Türkiye'ye müzahir grupların ABD tarafından gözden çıkarılıp tasfiyesi biçiminde okuyabilirsiniz)
3-Yeni Suriye'nin İsrail'in güvenliğini tehdit etmekten bütünüyle uzak bir yapıyla inşa edilmesi.
Bu gizli anlaşmanın uygulanabilmesi için Ankara'daki kaynağın ifadesiyle Türkiye'ye
mesajı verilmesi gerekiyordu.
Yazının geldiği noktada zihnimize üşüşen soru,
diye bağırmaya başladı.
Soralım o halde.
Sonuncusu Pazar günü olmak üzere 5 ayda Ankara'nın kalbine yapılan üç ayrı vahşi saldırının taşıdığı ana mesaj bu muydu?
demek mi istiyorlar.
Mesela sonuncusu, Pazar günü Ankara'da patlatılan bombaların vakti, bir gün sonra başlayacak Suriye görüşmeleri için mi gözetildi.
John Kerry ile Lavrov arasında yapılan gizli anlaşma hayata geçsin, reel politik hayat bulsun, Türkiye'deki hükümet de pürüz çıkarmasın diye mi tezgahlanıyor bütün bu vahşet tabloları?
İngiltere Büyükelçisi Moore, bir de Ankara'daki Rus Büyükelçiye gidip bunu sorsa ne kadar güzel eder.