Bu cümleyi birkaç ay önce, Ak Parti'nin ekonomi kurmaylarından birinden alıntılayarak, konusu galiba Almanya'daki ırkçılık olan bir başka yazıda daha kullanmıştım.
1929'da patlak veren küresel büyük kriz, önce ekonomik, sonra sosyal, devamında da siyasi felaketleri beraberinde getirmiş, en sonunda 60 milyon insanın hayatını kaybedeceği büyük Dünya Savaşı'na kadar gitmişti.
Avrupa'nın ayarları bozulmuş durumda.
Bunu kimileri fabrika ayarlarına dönüş biçiminde tanımlıyor ki, çok da haksız sayılmazlar.
Yeni olan şu:
İkinci Dünya Savaşı öncesi, yeryüzündeki bütün kötülüklerin sorumlusu olarak Yahudiler gösteriliyordu.
Şimdi, hiç de hak etmedikleri halde Yahudilerin yerini Müslümanlar almış durumda.
Antisemitizm gitti, İslamofobi geldi.
İslamofobi, ruhsuz, nötr, hatta kimileri için
bir terim gibi duruyor.
Ama öyle değil.
Doğru tercümeyi İslam korkusu olarak değil İslam/Müslüman nefreti olarak yapmak gerekiyor.
Şimdi bu nefret Avrupa ülkelerinde, ABD'de, daha doğrusu dünyanın dört bir tarafında dalga dalga yayılıyor.
Hollanda krizinin patlak vermesinden iki gün sonra Avrupa Adalet Divanı'nın başörtüsü yasağının önünü açan bir karar vermesini
uygun bulabilir miyiz?
Böyle bir zeminde ne yapmalı, nasıl hareket etmeliyiz?
Soru bu.
Önceki gün Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik ile, bu konuları uzun uzadıya konuştuk.
AB Bakanı'nın altını çizerek söz ettiği önemli bir nokta var.
Bazı ülkeler Türkiye'nin Avrupa'dan kopuşunu bilinçli bir şekilde körüklüyor.
Şu sözler Ömer Çelik'e ait.
Bu doğru bir tespit.
Ömer Çelik'le bu konuları konuştuktan sonra ofise dönüp Amerikan CNN televizyonunu açıp saatlerce Türkiye/Hollanda krizinin konuşulduğunu görseydiniz, aklınızdan ne geçerdi?
O halde ne yapmalıyız?
Sözün burasında, söylediklerine hak verdiğimizin altını çizip sözü yine AB Bakanı Çelik'e bırakalım:
Değerler Avrupası...
Yani, çok kültürlülüğü zenginlik olarak gören, ifade ve inanç özgürlüğünün kanallarını sonuna kadar açık tutan, insan haklarına duyarlı, azınlık haklarını koruyan bir Avrupa.
Çok değil bir 10 yıl önce bu değerlerin revaçta olduğu bir Avrupa vardı karşımızda.
Şimdi ise, bütün bu değerleri bir kalemde çizip atan, çizip atmış olmaktan da azıcık olsun gocunduğu izlenimi vermeyen, azınlıklar söz konusu olduğunda hukuk devletinden ziyade bir haydut devlet görüntüsü veren, şirazesini kaybetmiş, kaybettiğinin de farkında olmayan bir Avrupa var karşımızda.
Hadi o kadar genelleştirmeyelim.
Ama, revaçta olanın
değil,
olduğunu söylersek kim buna itiraz edebilir ki?
Önceki gün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun CNN International'a verdiği röportajı izledim.
(Amerikan CNN'ini Trump'un ayak sesi duyulalı beri takip ediyorum ki, bu benim için bir hayli öğretici oluyor.)
Becky Anderson'a
diye Bakan Çavuşoğlu kendisi soru soruyordu.
Hollanda'da yaşayan Türkler bahsi, bu ülkede Türkler=Terörizm başlığı altında konuşulmuyor tabi.
Henüz bu kadar kafayı sıyırmış hale geldiklerini söyleyemeyiz.
Peki ya nedir rahatsızlık konusu?
Oradaki Türkler, yeterince Hollandalılaşamamışlar!
Tıpkı Almanya'daki Türklerin yeterince Almanyalılaşamamaları gibi.
Sebep buymuş.
Almanya'da, Avusturya'da yapılan tartışmaların özünde de bu var.
Kitabın ortasından gidip yeterince asimile olmadılar deseler daha iyi anlaşılacak mesele.