Ege'ye ahar gelmiş.
Ya da gözlerimiz, ruhumuz Ankara'nın bozkırına kodlandığı için bize öyle geliyor.
İzmir'de uçaktan indikten sonra 210 km yol katedip üniversite öğrencileriyle buluşmak için Muğla yoluna koyuluyoruz.
Aydın'a kadar otoban…
Oradan ilerisi, otobanı aratmayan asfaltıyla, bölünmüş yol.
Zeytin bahçelerini, yemyeşil ormanları sağımıza solumuza alarak ilerliyoruz.
Kaptan pilot Ali'ye bugüne kadar hangi partiye oy verdiğini soruyorum.
diyor.
CHP seçmeni olup, referandumda
oyu kullanmayı planlayan bir seçmen…
Şimdi burada az durup bunu biraz analiz etmek gerekiyor.
Siyasi analizlerine değer verdiğim eski İçişleri Bakanı Efkan Ala'ya bu hikâyeyi anlatınca,
cevabını aldım.
Türkiye'de seçmen davranışı epeyce karmaşık.
Bazen tuttu mu tam tutuyor, salladığı zaman da tam sallıyor.
Seçimden seçime, referandumdan referanduma, keskin karar değişikliklerine giderek oy kullanabilen ciddi bir kitle var.
lafı da oradan geliyor zaten.
Matematiksel hesaplarla ilerleyip net sonuçlara ulaşmanız her zaman mümkün olmuyor.
Ki, 1 Kasım 2015 seçimlerinde de gördüğümüz gibi bizim seçmenin bir bölümü, bazen araştırma şirketlerinin bilimsel yöntemlerini bile taca gönderebiliyor.
Bizim kaptan pilot Ali gibi, CHP seçmeni olup referandumda
demeyi düşünenler olduğu gibi, AK Parti'ye oy verip bu defa
demeyi planlayan ya da kararsız durumda olan bir kitle de var.
Peki, Efkan Bey'in tabiriyle
16 Nisan'da ne yapacak?
Sorumuz bu.
Şöyle gidelim.
Yaşam tarzı, dünya düşüncesi itibariyle AK Parti'nin değerlerine uzak, kendisini hepten ya da çoğunlukla o dünyaya ait bulmadığı halde oy tercihini bu partiden yana kullanmış asgari yüzde 10-15'lik bir kitle var.
Benzer davranışlar, diğer partiler için de geçerli.
Sandık başına, içinden
diye geçirmeden giden bu kitle, referandum sonuçlarında da belirleyici bir rol oynayacak.
Araştırma şirketlerinin yöneticileriyle de konuştuktan sonra şöyle bir noktaya geldim.
Bu kitlenin oy davranışı 16 Nisan'da iki türlü gelişecek.
2015 yazında, yokluğunda susuzluğun ne demek olduğunu anlayan birisi gibi, siyasi istikrarın kıymetini, tehlikeye düştüğünde anlayan seçmen, sandığa hücum etmişti.
Değilse, 173 günde tercihlerin bu kadar hızlı değişmesi mümkün olmazdı.
Bu durumda, referandum sonuçlarının bu belirleyici kitlesinin, zaten temel vaadi
olan 16 Nisan referandumunda
demek için sandığa koşacağını düşünebiliriz.
Beni İzmir'den Muğla'ya götüren CHP'li seçmen gibi,
diyerek istikrara yönelecek olan kitle, sandıkta
oylarını tahminlerin ötesine taşıyabilir.
Burası böyle ama ikinci bir ihtimal daha var.
Ya, 7 Haziran iklimi, hakim iklim haline gelirse?
Bu, ne yapacağı belli olmayan kitle, AK Parti'nin iktidarda kalmaya devam etmesini istediği halde, referandumu bir
fırsatı olarak görürse bunun sonucu ne olur?
Soruyu sordum cevabını da kendim vereyim.
Böyle olursa, bu düşünceyle sandık başına gidenlerin en az yarısı, 17 Nisan'a pişman olmuş olarak girer.
Nereden mi biliyorum?
2015'in 8 Haziranında bir anket yapılmış, bir gün önce AK Parti'ye oy vermediğini söyleyenlerin yüzde 4 ünün bu kararından pişman olduğu sonucu ortaya çıkmıştı.
Bu rakam,
güdüsüyle sandığa gidenlerin aşağı yukarı yarısına tekabül ediyordu.
Şu bir gerçek.
Seçimlerin telafisi, referandumlara göre daha kolay oluyor.
17 Nisan sabahına
sonucuyla uyanmamız halinde ise, bu pişmanlığın gelecek nesillere kadar ulaşması gibi bir ihtimal karşımızda duruyor.
Öyle bir durumda, böyle bir sistem değişikliğini milletin önüne koyana kadar kim bilir kaç on yıl daha kaybedeceğiz.
Konuştuğumuz araştırma şirketlerinin yöneticileri, referandum tarihi yaklaştıkça
oylarının yükselişe geçtiğini söylüyor.
Bu,
refleksinin yavaş yavaş yerini
eğilime bıraktığının bir işareti.
Ama şunu da tekrar edelim.
Türkiye'de sandığın hiçbir zaman şakası olmamıştır.