|
New York’tan gelen pis kokular-3
FETÖ’cüler, şimdi de
“Kasım ayını bekleyin”
diyorlar.

İtirafların önünü kesmek, gevşek ya da zor durumdaki bağlılarını tutmak için uygulanan rüya karışımlı vaatlerin sonuncusu böyle.

İşin Kasım bağlamında rüya yok yalnız.

Anladığımız kadarıyla bu defa, 27 Kasım’da New York/Manhattan Mahkemesi’nde yapılacak olan duruşmaya umut bağlamış görünüyorlar.


Manhattan Mahkemesi’ndeki davayı yürütenlerin, dava başlamadan önce yargıcından başlayarak FETÖ ile içli dışlı olduklarına dair verileri önceki iki yazıda dile getirmiştik.

Hakim sıfatıyla hüküm verme yetkisine sahip olan Richard Berman isimli mahkeme başkanının, FETÖ’nün organize ettiği etkinliklere davet edildiği, İstanbul’a kadar getirilip konuşma yaptırıldığı, Today’s Zaman gazetesine demeç verdiği, bu işler ortaya çıkınca 14 Mayıs’taki duruşmada söze girerken, bu
‘temaslarının’
adil karar vermesini etkilemeyeceğini açıklamak zorunda kaldığını anlatmıştık.

Sonra da, Ankara’da görüştüğümüz bir Yüksek Yargı Kurumu’nun tepesinden gelen şu değerlendirmeyi aktarmıştık:

“Olur mu öyle şey? Bu, hakim tarafsızlığını doğrudan etkileyecek bir şeydir. FETÖ ile yakın ilişki içinde olan, onlarla diyalog içinde hareket eden bir hakim, böyle bir dosyaya bakamaz.”

Mesele, Amerikalı hakimin İstanbul’da bir hukuk sempozyumuna katılmış olmasından ibaret değil.

Düz bakınca buradan şüphe uyandıracak yorumlar üretmek, sinekten yağ çıkarmakla eş tutulabilir.

Ama mesele böyle düşünenlerin sandığı gibi değil.

Bizim burada üzerinde durduğumuz noktalar şunlar:

FETÖ’nün taşıdığı dosyalarla hüküm geliştirmek, elindeki dosyayı terör örgütü olduğu 15 Temmuz’da ortaya çıkmış bir yapının yönlendirmesiyle tekemmül ettirmek, Türkiye’nin egemenlik alanına giren bir konuya, siyasi bir motivasyonla yaklaşmak, olan suçların üzerine gitmek yerine, suç üretme güdüsüyle meseleyi ele almak ve bu işi yargı üzerinden bir hesaplaşma noktasına taşımak.

Buradan meseleye yaklaştığınız takdirde, Yargıç Berman için, şu kuşkuları dile getirmek zorunlu hale geliyor:

FETÖ ile diyaloğu/ilişkisi ne düzeyde?
Kendisini, Amerika’dan kalkıp İstanbul’a getirebilecek ikna gücünü kim nasıl bir ilişki derinliği ile sağlayabildi?
Devamında bu ilişkiler masumane bir sempozyum katılımından mı ibaret kaldı?
O sempozyumun öncesinde ve sonrasında kimlerle ne tür ilişkiler içerisindeydi?

Sadece kendi ülkemizdeki tecrübelerimiz bile bu soruları değerli hale getiriyor.

Hakim devşirme, savcı devşirme, avukat devşirme alanlarında hayli parlak! bir kariyeri olan FETÖ’nün aynı şeyi ABD’de yapmadığının nasıl bir garantisi olabilir?

Pazar günü çıkan New York Times haberinden anlıyoruz ki, 27 Kasım’daki duruşmada Rıza Zarrab’ın itirafçı olarak kullanılıp, buradan bu işleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kadar uzatmaya çalışan bir çaba var karşımızda.

14 Mayıs’taki ilk duruşmaya ayakları zincirli halde getirilen Zarrab’ın bu hali, kendisinin hangi şartlarda tutulduğu ve neye zorlandığına dair bir fikir veriyor.

Belki de o duruşmada
“Roma’yı da ben yaktım”
diyecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta işin bu kısmının farkında olduğunu gösteren bir beyanatta bulunmuş, şöyle demişti:

“Benim bankamın genel müdür muavinini hiçbir şey olmadan tutuklayacak, vatandaşımı yargılayıp itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin”.

Önceki iki yazıda kendisiyle ilgili meselenin neden ibaret olduğunu anlattığımız Erdoğan’ın bu işi, ABD yönetimi nezdinde gündeme getirdiğini de biliyoruz.

Trump ile yaptığı görüşmelerde, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Ankara’ya yaptığı ziyaretlerde Cumhurbaşkanı’nın bu kumpas planını gündeme getirdiğini duymuştuk.

Niye böyle yapmış olabilir sorusunun üç tür cevabı var.

1-Erdoğan, kendinden, ne yaptığından emin. İran’la zamanında yapılan ticaret yönteminden bir suç üretilemeyeceğini muhataplarına açıktan anlatıyor.
2-Manhattan’da yürütülen FETÖ destekli yargılamanın, Trump yönetimi ile araya kara kedi sokma gibi bir niyet de taşıdığını gördüğü için, bunu bizzat yeni yönetimin tepelerine iletmiş durumda.
3-Bu işin, sadece kendisine değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına bir saldırı olduğunun Trump yönetimince bilinmesini istiyor.

Peki Trump yönetimi bu işi neresinden tutuyor?

Erdoğan’ın duruşunu ciddiye aldıklarını gösteren bir veri var elimizde.

Cumhurbaşkanı, 8 Eylül açıklamasında ABD yönetimini
“Aciz bir tutum sergilemekle”
suçlamıştı.

Trump ise, bu sözlere tepki vermek yerine, ertesi gün kendisini telefonla arayarak yatıştırıcı bir tutum sergilemişti.

Ama nereye kadar?

İki ülke ilişkilerinde zaten büyük sıkıntıların varlığı ortada iken, meselenin daha büyük bir çıkmaza girme ihtimali, Trump yönetimini ne ölçüde rahatsız ediyor?

Bunları Kasım sonunda göreceğiz belki.

Bir de şunu söyleyelim:

Üç günlük yazı serisini şöyle bir cümle ile bitirmek, bu seriye neden girdiğimizin gerekçesini özetleyebilir:

Kasım sonunda karşımıza çıkacak tablo, ikili ilişkilerdeki kanamalı durumu, geri dönüşü olmayan bir bitkisel hayata sürükleyebilir.

#ABD
#Türkiye
#FETÖ
6 yıl önce
default-profile-img
New York’tan gelen pis kokular-3
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti