Sarı boyalı evin önünde bir kaç tane dut ağacı vardı.
Çocukken Haziran ayı geldi mi bizim evden çıkıp 50 metre yürüdükten sonra bu ağaçlardan birinin dallarına çıkıp ishal olana kadar dut yerdik.
Üzerimizde paçası birkaç kere kıvrılmış, bu haliyle ana rengi ile acayip uyumsuzluk tablosu sergileyen bir kot pantolon, yukarıda göbeği açıkta bırakan bir tişört.
Sarı boyalı evde benden 17 yıl önce doğan çocuk daha iyi imkanlarla büyümüştü ama, yüreğinde benim hiçbir zaman anlayamayacağım bir yara taşıyordu.
4 yaşında annesini kaybetmişti.
Sarı boyalı evin iki sıra yanında küçük bir ev daha vardı.
Bizimkiler oraya
derdi.
400 yıl boyunca babadan oğula, oğuldan toruna, Ahmet'ten Mehmet'e, Mehmet'ten Ahmet'e vasiyet yoluyla intikal eden bir misafirhane.
Köye gelip de kalacak yeri olmayanlar için tahsis edilmiş, gelenlerin bilâ ücret konakladıkları bir
Sarı boyalı evde doğan çocuğun babası Mehmet Davutoğlu, mübarek bir insan, tam bir hayırsever idi.
Ben doğduğum sene İstanbul'daki hemşehrileri ile birlikte organize olup bizim köyün tepesine büyük bir İmam Hatip Lisesi yaptırmışlardı.
28 Şubat'ta kapanmak üzere olan bu okulu ayakta tutmak için yaşlı haliyle bizim köyün tozlu yollarına ram olmuş, köylerden getirdiği fakir ve yetim çocukların iaşelerini karşılayarak okulu kapanmaktan kurtarmış, yine böyle bir telaş içindeyken arabasının içinde kalp krizi geçirip vefat etmişti.
Oğul Davutoğlu, o zaman başdanışman ve büyükelçi idi.
Haber Ankara'ya ulaştığında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'la toplantı halindeydi.
Özel kalem bu acı haberi tek seferde verememiş, ikinci kez toplantıyı böldüğünde mesele anlaşılmış, Erdoğan,
ayetini okuyup başsağlığı diledikten sonra kendisini Taşkent'e yolcu etmişti.
Sarı boyalı evin önündeki ağaçlarda dut yediğimiz dönemde o evden bir bakan hele hele bir Başbakan çıkacağını hayal etmek haliyle mümkün değildi.
Üstümüzden ara sıra geçen uçaklardan birinin içinde olma hayali ne kadar uzak idiyse bu da öyleydi.
Ama oldu.
ıp gelecekti
Oysa o güne kadar bu köye herhangi bir başbakanın yolu bile düşmemişti.
Büyüklerimiz, 40 yıl önce Demirel ve Erbakan'ın muhalefetteyken soluklanmak için şöyle bir uğramış olmalarını bize iftiharla anlatırlardı.
Bir selamsız bandosu geçse de heyecan yapsak diye bekleyen insanlar, komşu oldukları sarı boyalı evde doğmuş birinin memlekete başbakan olmasını mutluluk/taaccüp karışımı duygularla karşılamışlardı.
7 Eylül 2014'te Türkiye için, küçük ama bizim köy için büyük bir anlamı olan buluşma gerçekleşti.
Ayrılmak için hiç de acelesi olmayan, hatta mümkün olsa da biraz daha kalsam diye düşünen, kendisini karşılayanların da hiç acelesi olmadığını bildikleri T.C Başbakanı, doğduğu topraklara
diyerek çıkageldi.
diye seslendi köylülerine.
Taşkentlilerin yürüyüşü bile değişmişti artık.
Bundan sonra da o yürüyüş biçiminde bir değişiklik olmayacak.
Zira dışardan gelenlerin
cümlesini duyduklarında omuzları kabarmaya devam edecek oradakilerin.
Davutoğlu'nun Perşembe günkü veda konuşmasının kodlarını çözmek isteyenlere tavsiyemdir, gidip doğduğu toprakları da şöyle bir dolaşsınlar.
Devletine milletine sadık, isyan etmeyen, ama diklenmeden dik durmasını bilen insanlarla karşılaşacaklardır.
Tabii çok da iddialı olmayalım.
Veda ederken bile yük olmak yerine yük almayı tercih eden birisini bulmanın zorluğu orası için de geçerli.
21 Ağustos 2014'te
bu teklifi yapan, Cumhurbaşkanı Sn. Tayyip Erdoğan'a bütün Taşkentliler adına teşekkür ediyorum.
Aralarındaki kardeşlik hukukunun ikisinin de vadettiği gibi, son nefeslerine kadar daim olmasını ümit ederim.