Bilir misiniz?
Rotterdam'ın İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma acı bir hikayesi vardır.
Avrupa şehirlerinin çoğu, Hitler'in savaş makinasına, ancak büyük bir yıkım yaşandıktan sonra teslim olmuşlardı.
Rotterdam'ın akıbeti ise başka türlü oldu.
Daha en başta, henüz tek bir bomba düşmeden beyaz bayrak açan bu şehir, teslim olduğunu bildirmesine rağmen Alman uçaklarının saldırılarıyla yakılıp yıkılan nadir Avrupa kentlerinden biri olmuştur.
Rotterdam'a 2004 ve 2005'te iki kere dosya haber hazırlamak için gittim.
O tarihlerde Türkiye'de iki konu çok tartışılıyordu.
1-Din eğitimi nasıl olur/olmalı?
2-Eğitimde, kamuda başörtüsü sorunu.
başlığıyla çalıştığım dosya haberler için en güzel malzemeyi Hollanda'da bulmuştum.
Neden derseniz, buradaki özgürlük, diğer Avrupa ülkelerinden de çok daha fazla idi.
Hollanda, ifade özgürlüğü, çok kültürlülük, farklı yaşam biçimlerine tolerans gösterme gibi nitelikleriyle diğer Avrupa ülkelerinin çoğundan bir tık daha öndeydi ve bununla gurur duyduklarını da açıkça söylüyorlardı.
Rotterdam'da bir Türk okuluna gittim.
Mehmet Akbulut isimli okul müdürüne, okul müfredatını sordum.
diye cevap verdi.
O dönem, Türkiye'de devlet kurumlarında başörtülü olarak çalışma imkanı sağlamak, çok uzaklarda kalan bir fikir gibi görünüyordu.
Üniversitelerde bu iş sağlansa, herkes fit olacak gibi bir hava vardı.
Rotterdam'da ise, okullarda, devlet kurumlarında öğretmen olarak, memur olarak görev yapan, o halleriyle de çalıştıkları yerlerde saygı gören insanlarla röportajlar yaparken, aklımdan
diye aklımdan geçiriyordum.
Şimdi gördüğümüz şu:
Benim 12-13 yıl önce bıraktığım Hollanda'nın altından çok sular akmış durumda.
Bunu en son hafta sonu insanda ürkütücü duygular uyandıran gelişmelerle karşımızda bulduk.
Türkiye'den Rotterdam'a giden, bütün niyeti de oradaki Türklere Türkiye'de yapılacak referandum ile bir konuşma yapmak olan Aile Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'ya gösterilen muameleyi gördünüz.
O, çok kültürlülüğü ile övünen, hoşgörü diyen, farklılıklara saygı diyen Hollanda'dan geriye faşizmin kuyruğuna takılan bir başka Hollanda çıkıp gelmişti.
İşin korkutucu tarafı da bu.
Normalde, yasalara bakarsak, bugün de aynı özgür çerçevenin yerinde durduğunu söyleyebiliriz.
Ama sorun şu ki;
Karşımızdaki yeni kafa, artık kıyafete değil, kıyafet sahibine;
Dini eğitime değil, dinin ve din sahibinin bizatihi kendisine düşman olup çıkıvermiş.
Böyle bir ortamda yasaların öyle kalması ne anlam ifade eder ki?
Birkaç yıl önce Almanya'da yaşayan, bu işlere de kafası iyi çalışan bir arkadaşım şöyle demişti:
Bu, burada az dursun.
79 yıl öncesine gidelim.
9-10 Kasım 1938'de, İkinci Dünya Savaşı'nın tamtamları çalarken, tarihe Kristallnacht/Kristal Gece diye kara bir leke olarak geçen olaylar yaşandı.
Almanya'da Yahudilere ait dükkanlar, ibadet yerleri, kitlelerin kışkırtılması, polisin de buna göz yumması ile saldırıya uğradı.
Birkaç gün süren saldırılar ve yağmalamalar sonunda 91 Yahudi öldürülmüş, yüzlercesi ağır yaralanmış, 7 bin 500 işyeri yağmalanmış, yaklaşık 180 sinagog yakılıp yıkılmış, pek çok mezarlık tahrip edilmişti.
Olaylara Kristal Gece denmesinin sebebi, saldırılardan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının yaydığı ışıltılar idi.
Burada az dursun dediğim yukarıdaki sözü şimdi tekrar hatırlayalım.
Son yıllarda Avrupa'da yaşayan Müslümanlar/Türkler, Kristal Gece'nin düşük profilli halini zaten yaşıyorlar.
Ama bu son olaylarda karşılaştığımız gözü karalık, pervasızlık insanı daha bir ürkütüyor.
Bu işin sonu nereye varacak diye ürküyor insan.