Nisan ayının sonunda Recep Tayyip Erdoğan, PBS’ten Charlie Rose’a verdiği röportajda, Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iadesinin istenileceğini söylediğinde, hatırlarsınız, Gülen Örgütü medyası, Gazeteci ve Yazarlar Vakfı gibi kolları ve sempatizanlarıyla ayağa kalkmıştı. New York Times gibi putlarını ayağa kalkıp arkalarına geçmiş görmenin de verdiği garip bir hazla, kanal kanal gezerek Gülen’in Türkiye’ye iadesinin hukuken mümkün olmadığını, Erdoğan’ın taptıkları uluslararası sistemin mabedi Washington’dan böyle şeyler söyleyerek Türkiye’yi dünyaya nasıl da rezil ettiğini falan anlatmıştı günlerce.
Erdoğan söz konusu röportajda Charlie Rose’un “Amerikan yönetiminden ne bekliyorsunuz?” sorusu üzerine, “Bunları sınır dışı etmesini. Ben Amerika’nın kendi güvenliğini tehdit eden birileri olursa ne yaparsam, stratejik ortağımız da bizim ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir konuda onu yapmalı,” demişti. Devam eden günlerde TBMM’de gündeme ilişkin soruları yanıtlarken, yabancı bir gazetecinin, “Yabancı basına verdiğiniz röportajınızda Gülen ile ilgili ifadeniz var. Gülen’in iadesiyle ilgili hukuki süreç başlayacak mı?” şeklindeki soruya “Başlayacak,” yanıtını vermişti.
New York Times bunun üzerine Obama yönetimini Gülen’i Türkiye’ye iade etmemeye davet eden bir başyazı yayınlamış ve ‘’Erdoğan dediklerini yapar ve resmi bir iade isteğinde bulunursa, yasalara göre Amerikan hükümeti isteği değerlendirmek zorunda’’ diyerek, Türkiye’deki inkârcıların aksine bu ihtimalin varlığına dikkati çekmiş, ‘’Ama sakın vermeyin’’ diye bir ön alma çabasına girmişti.
İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nin, Gülen örgütünün ‘Tahşiye’ kumpasına ilişkin olarak Cuma günü açıkladığı kararda, devlet mekanizmasını etkisiz hale getirmeyi amaçlayan örgütün lideri Gülen hakkında istenen yakalama ve kırmızı bülten taleplerini kabul etmesi, her türlü yıpratma çabasına rağmen Ankara-Washington hattında iade talebine ilişkin sürecin başlamak üzere
Gülenciler her ne kadar hipnoz halinde bir inanmışlıkla Batılı kurtarıcılarının gelmesinden ümidi kesmemeye çalışıyor olsa da, Amerikalıların böyle bir konuda duygusal değil, gerçekçi davranacağını hepiniz tahmin edersiniz. ABD’nin yapacağı belli: Gülen Örgütü beceremedi, artık bırakacaklar. Esas önemli olan ne kadarını, nasıl bırakacakları…
Söz konusu yazımda, “Gülencilere önerim beddua seansları bırakılıp tez dua seanslarına başlansın ve liderlerinin faydadan çok zarar getirmeye başladığı düşünülüp ‘Zaten çok yaşlı ve hastaydı’ diyerek üstünü örtecekleri bir Amerikan istihbaratı fecaati yaşanmasın” demiştim. Son günlerde sık sık sosyal medyaya düşen “Fethullah Gülen öldü” haberleri bana o günkü tahminimi hatırlatıyor ve bir senaryonun test edildiğini düşündürüyor.
Genelde bozuk bir Türkçe’yle kaleme alınan internet haberlerinden bir örneği, dilbilgisi düzeltmesi yapmadan paylaşıyorum: “Hastalanan ve kalp krizi geçiren Gülen Pocono Mountains den Pennsylvania Hospital hastanesine kaldırıldı.Gülenin son göz altılardan dolayı çok sarsıldıgı bugün kalp krizi geçirerek hastaneye kaldırıldıgı idda ediliyor.Hastaneye kaldırıldıgı sır gibi saklanıyor.Gülenin kalp krizi geçirdigi ve hastanaye kaldırıldıgı Türkiyedeki çevresinden saklanıyor.”
Aylar süren “Bunları Gülen yapmadı, onu dinlemeyen derin bir yapı yaptı,” veya “Dinlemelerin sorumlusu paralel yapı değil, Alman istihbaratı,” türü yönlendirmelere ne Erdoğan ne de kamuoyu geldi. Peki, hedefi Gülen’den başka yere saptıramayanlar, bir hasar tespit analizi yapıp onu ve örgütün bir kısmını feda ederek devasa yatırımı kurtarma yoluna gider mi? Bence gider, onlar için en rasyoneli de budur. ABD, Gülen gibi hem örgütün lideri hem de en zayıf halkası olan, yani kısa sürede çözülebilecek birini, eğer örgütün CIA vb istihbari örgütlerle bağlantısı dolaylı değil direktse ve artık ülkesinde tutmak kendisine zarar veriyorsa, Türkiye’ye teslim etmektense farklı bir çözüm bulabilir. 2014’ten çok umutlulardı, olmadı; tahminim, 2015 Gülen ve örgütü için pek de iyi geçmeyecek.