28 Şubat Postmodern Darbesi, askerin ön planda oynadığı rol nedeniyle genellikle yalnızca bir askeri darbe olarak değerlendirilegelmiştir. Oysa 28 Şubat aynı zamanda ekonomik bir darbedir. Ekonomistlere göre, 28 Şubat’ın Türkiye’ye toplam maliyeti 290 milyar dolar civarındayken, aynı süreçte bankalardan 46 milyar dolar hortumlanmıştır. ‘İrtica öcüsü’yle korkutulan toplum kaosa sürüklenmiş ve beraberinde çıkarılan kriz sayesinde müthiş bir vurgun yapılmıştır.
Sivil iradenin son 14 yılda kademe kademe kukla iktidar rolünden çıkıp hakkı olan yere gelmesinin, çarpıtılarak ‘Erdoğan’ın otoriterleşmesi’ diye ezberletilmeye çalışıldığı iki yıldır yürütülen kampanya sürecinde gördüğümüz girişimler de aslında bundan pek farklı değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi Kalkışması sürecinde, halk hareketi kılığına girmiş girişimin ardında kimin olduğunu, ‘Faiz Lobisi’ ifadesiyle herkesin anlayabileceği en basit şekliyle özetlerken aslında farklı bir post-modern darbe teşebbüsüne işaret etmiştir.
Merkez Bankalarının bağımsızlığı demokrat bir söylem değil, meselesi iddia edilenin aksine neoliberal bir savdır. Siyasal iktidarın para politikasını büyüme, işsizlik, faiz indirimi gibi hayra dönük konulara yön vermek amacıyla bile kullanması, neoliberal argümana göre piyasaların işleyişini ve dengelerini bozar. Daha ötesi, liberaller bunu piyasaya yapılan bir müdahale olarak yorumlar. Özetle piyasa denilen puta dokunulmamalıdır, halkın seçtiği sivil irade yani siyaset, ekonomiye karışmamalıdır, put kızdırılmamalıdır.
Merkez Bankalarının siyasetin politikalarına uygun olarak çalışması da bu neoliberal argümana bağlı olarak müdahalenin ta kendisidir. Küresel neoliberal çevreler ‘Merkez Bankasının bağımsızlığı’ gibi janjanlı bir söylem geliştirip Merkez Bankası’nı siyaset üstü bir yapıymış gibi tanımlamaya çalışır. Oysa bir ülkenin para politikası toplumun tüm kesimlerini, dolayısıyla seçilmiş iktidarı yani siyaseti doğrudan ilgilendirir. Yani Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söylemi ile bize dayatılmaya çalışılan demokrasi değil, piyasa adlı putun ve bu puttan beslenenlerin hegemonyası altında yeni bir teknokrasidir. Siyasetin ekonomiye karışmadığı bir ortamda, malum çevrelerin aç gözünü doyurmak için halka çıkarılacak acı reçetelerin kabulüne karar verecek bir sivil irade kalmayacaktır, Merkez Bankası kimseye sormadan kendi kendine kemer sıkma paketleri uygulayan yerli bir IMF haline gelecektir.
Bu özgürlük, bağımsızlık falan değil, basbayağı ne idüğü belirsiz bir yapıya bağımlılık, disiplinli görüntüsünün arkasına küresel sermayeyi saklayan teknokrat-otorite, bir hegemonya demektir. Bu milletin bu canavarı bunca zaman beslemiş ve kendi aç kalmışken, bu ‘bağımsızlık’, ‘özgürlük’ masallarına karnının tok olması gerekir.