|
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesi

28 Şubat Postmodern Darbesi, askerin ön planda oynadığı rol nedeniyle genellikle yalnızca bir askeri darbe olarak değerlendirilegelmiştir. Oysa 28 Şubat aynı zamanda ekonomik bir darbedir. Ekonomistlere göre, 28 Şubat’ın Türkiye’ye toplam maliyeti 290 milyar dolar civarındayken, aynı süreçte bankalardan 46 milyar dolar hortumlanmıştır. ‘İrtica öcüsü’yle korkutulan toplum kaosa sürüklenmiş ve beraberinde çıkarılan kriz sayesinde müthiş bir vurgun yapılmıştır.

Sivil iradenin son 14 yılda kademe kademe kukla iktidar rolünden çıkıp hakkı olan yere gelmesinin, çarpıtılarak ‘Erdoğan’ın otoriterleşmesi’ diye ezberletilmeye çalışıldığı iki yıldır yürütülen kampanya sürecinde gördüğümüz girişimler de aslında bundan pek farklı değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gezi Kalkışması sürecinde, halk hareketi kılığına girmiş girişimin ardında kimin olduğunu, ‘Faiz Lobisi’ ifadesiyle herkesin anlayabileceği en basit şekliyle özetlerken aslında farklı bir post-modern darbe teşebbüsüne işaret etmiştir.

Komplo falan değil, sadece Türkiye’de de değil, tüm dünyada aslında ABD’nin arkasında bulunduğu veya dolaylı yoldan desteklediği tüm darbeler ekonomik olagelmiştir. Her türlü yolu mubah görerek makul ve hakkı olandan fazlasına talip olanlar, Türkiye gibi ülkelerin sivil ve milli iradeyle yönetilmesinden duydukları rahatsızlığı gidermek ve menfaatlerinin önünü tıkayan yolu açmak için Gezi’deki gibi toplumsal olaylar çıkarabilir veya çıkan olayları yönlendirebilir, medyasını ve sivil toplum uzantılarını kullanıp yaptıklarına meşru zemin arayabilir, askeri kullanarak yönetime el koyabilir. Hiç kimse ‘Aman canım sen de’ demesin. Mısır’da, Tayland’da olan buydu, Ukrayna’da olan buydu, Venezuela’da denenen ve hala yapılmaya çalışılan da bu.

Bugün bir süredir Merkez Bankası ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında faiz üzerinden yürüyen tartışmanın tarafları arasında da, görünmez bir taraf olarak bu yapı var. Ve bu yapının, uzun zamandır Türkiye’de reel faizin sıfırlanmaya çalışılmasından en çok rahatsız olan kesim olduğu hepinizin malumu. Erdoğan Merkez Bankası’na ‘Bağımsız olmaya bağımsız ol eyvallah, ama gerçekten bağımsız mısın?’ türünden sorular yönelterek ekonomi bürokrasisinin ardına saklanan bu yapıyı dürtüklemeye ve ortaya çıkarmaya çalışıyor.
28 Şubat döneminde de askerlerin arkasında saklanan bu yapının, ülke fakirleşirken nasıl da fil gibi şiştiğini biliyoruz. Buna rakamlarla bir örnek; 28 Şubat darbesinin yaşandığı 1997 yılında 8 milyar lira civarında olan bütçe harcamalarının yaklaşık 2,3 milyar lirası faize gitti. Yani bütçeden harcanan her 100 liranın 28,3 lirası faiz ödemesi olarak uçtu. 2001 krizinin de yaşandığı 1998-2002 yılları arasında ise bu değer giderek büyüdü, bu dönemde her 100 liranın ortalama 43,5 lirası faiz ödemesiydi.

Naif olmaya gerek yok. O faizi yiyen ne emekli Ayşe Teyze ne bakkal Tahsin Amca’ydı ne de işçi Burhan Efendi’ydi. Bugün de gıdası yüksek faiz olan bu çevreleri şişiren ve obezleştiren para politikaları, millet için kemer sıkmak demektir. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesi de, faiz artışının kime fayda kime zarar getireceği veya gerçekten bağımsız olup olmadığı açısından enine boyuna tartışılmalıdır.

Merkez Bankalarının bağımsızlığı demokrat bir söylem değil, meselesi iddia edilenin aksine neoliberal bir savdır. Siyasal iktidarın para politikasını büyüme, işsizlik, faiz indirimi gibi hayra dönük konulara yön vermek amacıyla bile kullanması, neoliberal argümana göre piyasaların işleyişini ve dengelerini bozar. Daha ötesi, liberaller bunu piyasaya yapılan bir müdahale olarak yorumlar. Özetle piyasa denilen puta dokunulmamalıdır, halkın seçtiği sivil irade yani siyaset, ekonomiye karışmamalıdır, put kızdırılmamalıdır.

Merkez Bankalarının siyasetin politikalarına uygun olarak çalışması da bu neoliberal argümana bağlı olarak müdahalenin ta kendisidir. Küresel neoliberal çevreler ‘Merkez Bankasının bağımsızlığı’ gibi janjanlı bir söylem geliştirip Merkez Bankası’nı siyaset üstü bir yapıymış gibi tanımlamaya çalışır. Oysa bir ülkenin para politikası toplumun tüm kesimlerini, dolayısıyla seçilmiş iktidarı yani siyaseti doğrudan ilgilendirir. Yani Merkez Bankası’nın bağımsızlığı söylemi ile bize dayatılmaya çalışılan demokrasi değil, piyasa adlı putun ve bu puttan beslenenlerin hegemonyası altında yeni bir teknokrasidir. Siyasetin ekonomiye karışmadığı bir ortamda, malum çevrelerin aç gözünü doyurmak için halka çıkarılacak acı reçetelerin kabulüne karar verecek bir sivil irade kalmayacaktır, Merkez Bankası kimseye sormadan kendi kendine kemer sıkma paketleri uygulayan yerli bir IMF haline gelecektir.

Bu özgürlük, bağımsızlık falan değil, basbayağı ne idüğü belirsiz bir yapıya bağımlılık, disiplinli görüntüsünün arkasına küresel sermayeyi saklayan teknokrat-otorite, bir hegemonya demektir. Bu milletin bu canavarı bunca zaman beslemiş ve kendi aç kalmışken, bu ‘bağımsızlık’, ‘özgürlük’ masallarına karnının tok olması gerekir.

#28 şubat
#merkez bankası
#faiz
9 yıl önce
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesi
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler