|
Mescid-i Aksa’dan Haremeyn’e İslâm dünyasının manzarası

Son birkaç yıldır Mısır ve Batı Şeria-Kudüs üzerinden gerçekleştirdiğimiz umre seyahatleri, İslâm Dünyasının içinde bulunduğu tabloyu gözler önüne sermesi açısından zengin bir veri sunuyor.



Ancak, hiç de iç açıcı olmayan trajik-hazin bir tablo ile karşı karşıyayız. Görünen tablo İslâm'ın Kuzey yarım kürenin kuzeyinden büyük oranda çekilmiş olduğunun göstergesi. Özellikle İslâm'ın modernleşme-sekülerleşme süreçlerinde şehirlerden/kentlerden nasıl kovulmuş olduğunu, bedâvete, marjinalliğe mahkum edilmek istendiğini bariz bir şekilde gözlemliyorsunuz. Türkiye'nin 150 yılı aşkın modernleşme/batılılaşma tecrübesinin, dayatılan resmi ideolojinin İslâm'â/İslâm dünyasına nasıl büyük bir darbe vurduğunu çok daha net bir şekilde görüp hissediyorsunuz. Haremeyn'de Hint Alt Kıtası (Pakistan, Bengladeş, Hindistan, Nepal vs.) ve Uzakdoğu (Endonezya) ağırlıklı bir ziyaretçi profili açıkça göze çarpmaktadır. İslâm'ın güneylere, hatta Kürt sorunu bağlamında, Arap yarımadası ve çevresine hapsedilme, Batı'nın Reconquista dediği meş'um projeler adım adım sürdürülüyor sanki. İran'ın Hacc ve Umre ziyaretinden çekilmiş olması Haremeyn'de belirgin bir şekilde gözlemlenmektedir. İslâm Dünyasının mezhep ayrılığı üzerinden var olan bölünmüşlüğü daha da belirgin hale gelmektedir. Yemen'den bölgemize kadar İslâm âlemi büyük mezhep savaşlarına boğulmak istenmektedir. Yemen'de İran'ın etkisiyle Zeydi mezhebini bırakıp, İsna Aşeriye-Caferi mezhebine geçiş yapmış olan Saâde bölgesindeki Husi aşiretler konfederasyonun organize hale gelerek Başkent San'a'ya hakim olmaları bölge dengelerini tümüyle alt üst etmiş durumda. Yanı sıra, Sünni Dünya'da Selefiliğin/Selefi akide ve bakış açısının başat hale gelmiş olduğu da gözlemlenmektedir. Kuzey Afrika'da Malikiliğin, Orta Doğu'da Şâfiiliğin büyük oranda yerini Selefiliğe/Vahhabiliğe terk etmiş olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Ehl-i Sünnet'in ana omurgasını teşkil eden Eş'arîlik-Matüridilik, Selefilik/Vahhabiliğin ve modernleşmeci akımların etkisiyle maalesef çok büyük oranda çökertilmiş durumda. Bu durum artık, Hint Alt Kıtası ülkeleri ve Endonezya-Malezya gibi uzak doğu İslâm ülkelerinde de yaygınlaşmaktadır. İslâm Dünyası nüfuzu gittikçe artan militan Şiilik ve yaygınlaşan Katı Selefi akide ve Hârici akımların anaforunda ciddi bir kaos ve felaketin eşiğine gelmiş durumda. Coğrafyamızın Müslümanlığının hamurunu teşkil eden Tasavvuf ve İrfan yolu ise, yine bu akidenin etkisiyle gün geçtikçe zorla İslâm dışına itilmektedir. Bu etki ile Tasavvuf yolunun büyükleri İslâm dışı zındıka akımlarının reisleri gibi sunulmaktadır. Şeyh Bahauddin Nakşibend, Hâce Muhammed Parsâ, Hâce Ubeydullah-ı Ahrar, İmam-ı Rabbani, Hâce Muhammed Mâsum, Mevlana Halid-i Şehrezori/Bağdadi hazretleri gibi şahsiyetler Hinduizm'in, Eski Pers Kültürünün İslam âlemi içindeki temsilcileri gibi sunulmakta, bunlarla ilgili adeta Bahailik ve Kadıyanilik gibi ayrı bir din algısı dayatılmaktadır. İrfan'ın kovulduğu bir İslâm dünyası profiline doğru hızlı bir seyir takip edilmektedir. Farsça bilen tüm Müslümanlar kolayca Rafızilik ve Şiilikle suçlanmakta, Haremeyn'de Ehl-i Sünnet'e bağlı olan Afganlar dahi ana dilleri olan Farsça'yı konuşmaktan çekinmektedirler. Bir Afganlı ile Farsça sohbet ettiğim için hemen Şii/Râfızi olmakla suçlandım. Bu son derece yanlış ve trajik bir kırılma. Böyle bir tutumla kimse iflah olmaz.



Mağrip'ten Maşrika İslâm coğrafyasında süregelen kargaşa ve kaos ortamlarına karşın, insanlar aynı safta, aynı mekanda halen ibadet etmeğe, Yüce Allah'a (C.C) kulluğa berdevamdırlar. Tüm yansımalarına rağmen henüz müminlerin birlikte, bir arada ibadet tablosu tarihte olduğu gibi bozulmuş değil. Haremeyn'de Ümmetin birlik ve beraberliği konusunda umut veren tek tablo bu.



Mescid-i Aksa, İslâm Dünyasının mahzun halini, boyun eğmişliğini yansıtan bir hüzün içinde. Kapılardan kontrollü/sınırlı girişler trajik-hazin bir durumun başlıca göstergesi. Kudüs'teki Müslüman mahallelerinin bakımsızlık ve sefalet içindeki durumu, işgalden dolayı yaşanan fakirlik/çaresizlik hüznümüzü artırıyor.



Kudüs'te göze çarpan en önemli hususlardan biri, İsrail'in arkeolojik ve tünel kazılarına rağmen çok büyük oranda tarihi silüetini, yapısını korumuş olması. Eski/Sur içi Kudüs'ün yüz yıl önceki fotoğraflarıyla büyük oranda örtüşmesi. Gerek Eski/sur içi Kudüs'ün mahalle ve sokaklarında, gerekse Mescid-i Aksa/Harem-i Şerif'te tarihi yapıların/görünümün çok büyük oranda korunmuş olması bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Buna karşın Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'de tarihin kalıntı ve kırıntılarını adeta mercekle arıyorsunuz. İslam Tarih ve Medeniyetinin merkezi olan bu mukaddes beldelerdeki, tarih ve medeniyet eserlerimize yönelik korkunç tahribat, ruhaniyet ve maneviyatı hicret ettiren çok yoğun betonlaşma, çok yüksek yapılaşma; hatta, Mukaddes Ebu Kubeys gibi tepelerin ortadan kaldırılması, her bakışta göğsümüzü daraltıp, sinirlerimizi iyice geriyor. Medine-i Münevvere'de Hz. Ebubekir (R.A), Hz. Ömer (R.A) ve Hz. Ali (K.V) Mescidlerinin ibadete/ziyarete kapatılmış olması daha da rahatsızlık veren bir durum.



İslam Dünyasının farklı coğrafyalarından gelen insanların gözleri, Haremeyn'de o tarih ve medeniyet eserlerini nafile bir şekilde arıyor. Çoğu yerde izini dahi bulamıyor. İbadet mekanları yoğun bir asfalt ve beton işgaline uğramış durumda. Eskiden var olan bir çok ziyaret yerleri gün geçtikçe bir bir kapatılıyor. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere arasındaki eski ziyaret yerlerinin tamamına yakını artık kapatılmış durumda. Son yıllarda, Hudeybiye de, ziyaret ve Umre'ye kapatıldı. Aynı şekilde Râbiğ, Ebva ve Bedir de ziyarete tümüyle kapalı. Hz. Peygamber (S.A.V)'in, Ashab-ı Kirâm'ın, Hulefâ-yı Râşidîn ve Ehl-i Beyt'in hayatlarının geçtiği, izlerini barındıran eserler, Alu'ş-Şeyh ailesinin marifetiyle, “Şirk/cahiliye; Tevhid'e aykırı” gerekçesi ile bir bir yok edilmiş durumda. Uhud Dağı ve çevresi ile, Arafat/Cebelu'r-Rahme tepesi de ziyarete kapatılsa artık şaşırmayacağız. Oysaki, temel farz-sünnet ibadetlerin/nüsüklerin eda edildiği mekanlar haricinde, kimse ibadet ve tapınma maksadıyla bu yerleri ziyaret etmemekteydi. Herhangi bir tarihi mekanı hatıra olarak ziyaret etmeyi, akidevi zeminden ibadet/tapınma/şirk koşma olarak değerlendirmek bir bir eşlemeci, düz bir mantık/bakış açısı ve beyinsizliğin ürünüdür. Haremeyn-i Şerifeyn'i , Kudüs ve Mescid-i Aksa'daki gibi Tarih ve medeniyet eserlerinden, sözde Şirki önleme gerekçesi ile tecrid edip , yoksun bırakmak hangi iz'an ve vicdanın ürünüdür. Aynı tutum neden Cidde ve Riyad'taki, hatta Necd'in eski merkezi Dir'iyye'deki tarihi yapılar için sergilenmiyor? Neden bir kısım tarihi eserler, hatta Tâbiin devrine ait kitabeli mezar taşları Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'deki müzelerde sergileniyor. Tarihi eserler yerinde olunca, Şirk oluyor da, kaldırılıp müzelerde sergilenince Şirkten arınıyor mu? Bu nasıl bir mantık?


#İslam
#Mescid-i Aksa
#İslam Dünyası
#Kudüs
7 yıl önce
Mescid-i Aksa’dan Haremeyn’e İslâm dünyasının manzarası
2020 yılında ekonomik büyüme, cari açık ve enflasyon hedefi
Terör Türkiye'yi değil HDP ve PKK'yı bitirecek
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!