|
Sıcak bir Portekiz esintisi

Afrika'nın Cape Town ve Johannesburg şehirlerinde birkaç günlük turumuz henüz bitmişti. Yolculuğumuz Botswana sonrasında da Swaziland ve Mozambik'le devam edecekti. Hızlı ve maceralı yolculuğumuz trafiğin soldan akan karmaşasıyla iyice renklenmişti. Bir süre bize epeyce ters gelen trafikle cebelleşmiş; ancak beş saat süren Johannesburg- Gaborone(Botswana'nın başkenti) yolculuğunda bu sorunumuzu da aşmıştım. Elbette zamanında İngiltere, Kıbrıs ve Tayland'da edindiğim trafik tecrübesinin de faydası yadsınamazdı.



Uzun bir yolculuğun ardından Gaborone ulaştık. Burası 1966'da İngiltere'den bağımsızlığını kazanan bir yer. Ayrıca güvenlik açısından da son derece ileri düzeyde. İnsanlar, mutlulukları ve güler yüzlü tavırlarıyla bu güvenin ne kadar yerinde bir düşünde olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.



Yolculuk Malavili Davut'la keyifli bir şekilde devam ederken şehir merkezini sormak için bir taksiye yanaştık. Taksiciye: “Şehir merkezi nerede?” diye sorunca, adam gülmeye başlıyor. Soruyu yanlış anladığını veya bizi hiç anlamadığını düşünerek bir kez daha soruyoruz: “Şehir merkezi nerede?” Taksici, gülmeye devam ederek yanındakilere bir şeyler söylüyor. Sonra onlar da gülmeye başlıyor.



Derken kendimizce merkezi bir yer bulup arabamızı park etmeye karar veriyoruz. Yolda başka birini gördüğümüzde bu sefer soruyu ona yöneltiyoruz. O da garip bir şekilde gülümseyip bize şu cevabı veriyor: “Burada şehir merkezi yok.” Her yer aynı gerçekten. Ne bir merkez ne de büyük bir alan var. Neyse deyip yolumuza devam ediyoruz.



Etraf epey sıcak. Aşırı bunaltıcı havanın etkisinden kurtulmak için insanlar rengârenk şemsiyeler kullanıyor. Her yerde seyyah tezgahlar ve kafeler var. Ortada bir hükümet binası ve ortada kurulu bir Pazar yeri var. Güzel bir kafede çay içiyoruz. Derken şehir 4 saat içinde bitiyor ve ülkeden çıkıyoruz.



Yolda Davud'a: “iyi dinle bu şarkıyı” diyorum. Flash belleğimde getirdiğim Müslüm Gürses'i dinliyoruz. Davud, şarkıdaki ruhu anlamıyor, suratıma anlamsız bir şekilde bakıyor. Şarkıyı değiştirip Bergen'i açıyorum. O arada aniden telefon çalıyor. Arkadaşım telefonu açıyor. Karşıdaki ses: “Beyefendi Güney Afrika bu kadar hız yapamazsınız” diyor. Hiç aldırış etmeden hızımıza devam ediyoruz. Davud da sesini çıkarmıyor hatta şarkının sesini yükseltiyor. Belli ki Bergen'i sevmişti. Böylece bütün bir yol boyunca arabesk dinliyoruz.



Şimdi Güney Afrika'nın başkenti Johannesburg'dayız. Swaziland'a ulaşmak için 600 kilometrelik bir yolu aşıyoruz. Swaziland kısmen Güney Afrika'nın içinde kalan bir yer. Ülke en çok da Kralın her yıl ulusal festivalde kendisine yeni bir eş seçmesi ile biliniyor. Ayrıca AIDS oranının yüksekliği ve buna bağlı olarak ortalama ömrün 32 olması da çok dikkat çekici.



Başkent Mbabane oldukça küçük bir yer. Zaten şehir neredeyse dev bir alışveriş merkezi konumunda. 20 kilometre uzaklıktaki Manzini ise Tahtakale'nin büyük ölçeklendirilmiş hali… Yani açıkçası gör ve çık şeklinde bir şehirdi burası.



Gezinin en heyecanlı bölümü ise yeni başlıyor. Akşama doğru Mozambik sınır kapısına varıyoruz. Alımlı bir kadın pasaportumuzu kontrol ediyor. Portekiz aksanıyla: “Mozambik'e hoş geldiniz” diyor.



Yanımdaki arkadaşım, bu karşılaşmadan sonra: “Sıcak bir Portekiz esintisi gibi değil mi? Her şey güzel olacak galiba.” diyerek gülümsüyor. Buralar hakkında az çok fikrim olduğu için içimden: “Birazdan görürsün Portekiz esintisini.” diyorum. Çok geçmeden olaylar gelişiyor. Vize işlemleri uzadıkça uzuyor. Bir polis araç evraklarımızın eksik olduğunu söylüyor. Halbuki tüm işlemler ve evraklar eksiksiz. Biz herhangi bir sorun yok dedikçe, adam belki bagajınızda unutmuşsunuzdur diyor. O zaman durumun rüşvet talebi olduğunu kavrıyoruz. “Afrikalının dilinden Afrikalı anlar” diyerek Davud hemen öne atılıyor ve kısa bir süre sonra “Hadi gidelim işlem tamamdır” diyerek yanımıza dönüyor. Elbette çekecek çilemiz bitmiyor. Yolumuza devam ediyoruz. Derken yolun ortasından üniformalı iki polis el feneriyle işaret yaparak aracımızı durduruyor. Yine aynı cümleyi duyuyoruz: “sigortanız eksik.” Davud, çorba parası diyerek elindeki parayı uzatıyor. Fakat adam oldukça sinirli bir şekilde, “böyle çorba parası mı olur?” diyor.



Adam uzattıkça uzatıyor. Ben artık dayanamıyor ve olaya müdahale ediyorum: “Utanmıyor musunuz ülkenize gelen misafirlere böyle davranıyorsunuz. Bizim sizden beklentimiz sadece bir hoş geldiniz demenizi duymak. Siz yol boyunca rüşvet ve haraç alıyorsunuz.” Bunun üzerine adam irkilerek geri çekiliyor. Biz de yola devam ediyoruz.



Bunları yaşadıktan sonra ülkeden neredeyse nefret etmiştik. Ta ki kamyonetten dökülen pirinçleri toplayan onlarca insanı görene kadar. İçimiz acıyor. Görüntüler hafızalarımıza kazınıyor ve otelimize doğru yola çıkıyoruz. Oteli bulamıyoruz zira şehirde neredeyse hiçbir yerde elektrik yok. Bir petrol istasyonundan yardım istiyoruz. Biri bize eşlik etmeyi teklif ediyor. Çaresiz kabul ediyoruz. Fakat işin sonunda ne olacak merak da etmiyor değiliz. Vardığımızda sadece “İyi akşamlar” deyip ayrılıyor ama. Demek ki iyi insanlar da var deyip dinlenmeye geçiyoruz.



Sabahleyin şehirde bir iki tur atıyor ve şehir merkezindeki Portekiz sömürgesinden kalma yapıları geziyoruz. Derken deniz kenarına doğru ilerliyoruz. Gördüğümüz manzara tek kelimeyle muhteşem. Med-cezirin oluşturduğu okyanus boşluğu alabildiğince görkemli. Birkaç kadın midye topluyor, bir kadın oldukça ilerde dua ediyor. Erkekler ise sahile vuran botu tamir ediyorlar. Bizse okyanusunun çekildiği alanda kalan kurumuş bir ağacın üstüne çıkıp bin bir türlü pozlar veriyoruz. Yani herkes Med-cezirin oluşturduğu ortamın nimetlerinden yararlanıyor işte. Ve bir müddet sonra okyanusun esintisini arkamıza alarak geri dönüş hazırlıkları yapıyoruz. Sınırda yine aynı olaylar gelişiyor. Mozambik sınır polisleri bizi sıcak bir Portekiz esintisiyle uğurluyor...



#Portekiz
#Afrika
7 yıl önce
Sıcak bir Portekiz esintisi
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset