|
AB'nin tabelasında artık faşizm yazıyor

ABD'de seçimler olacağı vakit, bütün dünyanın ABD seçimlerine odaklanmasına alışmıştık. Bu normaldi, çünkü dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücünde oluşacak yeni yönetim dünya ekonomisini ve dünya siyasetini yakından ilgilendiriyordu.



Seçimleri bu kadar konuşulan, bu kadar dile dolanan, bu kadar manşetlere konu olan başka bir ülke yoktu…



Ama artık var; o ülke Türkiye'dir.



EVET, Türkiye, özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan defalarca dünya medyasına konu olmuştu.



One Minute ve Gezi olaylarında, 17-25 Aralık operasyonlarında dünya basını spotlarını Türkiye'ye çevirmişti.



Ancak ilk kez Türkiye'nin yapacağı bir seçim, bir referandum bu kadar yüksek dozda uluslararası tepkiye sahne oluyor.



16 Nisan'daki referandum Türkiye'nin iç meselesi olmaktan öteye geçti. Referandum öyle bir hal aldı ki, hayır cephesinin içinde artık sadece CHP veya diğer muhalif partiler; sadece odalar, borsalar, STK'lar; sadece birtakım muhalif yazarlar, kanaat önderleri de yok…



Kandil'de terör ve ölüm kusan eli kanlı teröristler de AB ülkeleri de referandumu kendi meseleleri olarak kabullenip, hayır kampanyasını sırtlanıyorlar.



İşbirliği halinde, birbirine paralel “hayır koalisyonu" yapıyorlar.



O kadar ki, Avrupalı milletvekilleri, PKK amblemleri önünde hayır propagandası yapıyor, Avrupa ülkeleri PKK'nın üst düzey yöneticilerine adeta kırmızı halı seriyor, istedikleri şehirde, istedikleri meydanda propaganda özgürlüğü sunuyor, Türkiye'nin bakanlarına terörist muamelesi yapıyorlar.



Hayırcılığı mandacılıkla harmanlayan gerzekler de PKK'lı teröristlere Avrupa meydanlarında özgürce miting yaptırılmasını görmezden gelip, Suriyeli bir bakan Türkiye'de miting yapmak istese izin verir miydiniz diyorlar.



Almanya, Hollanda, Avusturya, İsviçre, Belçika… AB ülkeleri kendi sorunlarını bıraktı, Türkiye'deki referanduma kafayı taktılar.



Hollanda'da seçimlerin en başat konusu Hollanda'nın iç sorunları değildi; doğrudan doğruya Türkiye'ydi. Hollanda'daki seçim maratonunun son düzlüğünde yegâne mesele Türkiye'ydi.



Aynı şekilde, Almanya'da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı, kimsenin umurunda olmadı, sönük bir seçimin sonunda bir Cumhurbaşkanı seçtiler.



Eminim, Almanların çoğu, Erdoğan'ın adını yeni Alman Cumhurbaşkanından daha iyi biliyorlardır.



Çünkü kendi ülkelerinin liderleri dünya siyasetinin başrol oyuncusu değil artık, sadece “yardımcı oyuncu" olarak boy gösteriyorlar artık.



Kendi medyaları bile yaptıkları yayanlarla bunu açıkça ortaya koyuyor. Avrupa'da yayın yapan etkili politik dergilerin neredeyse tamamının kapaklarını Erdoğan fotoğrafları süslüyor.



Etkili, köklü Avrupa gazetelerinin hepsinde de durum aynı… Öyle dış haber sayfalarından filan değil, doğrudan doğruya kapaktan, iri iri harflerle ve Türkçe manşetlerle yayın yapıyorlar.



Avrupa televizyonları sabahtan akşama kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ve Türkiye'yi tartışıyor, referandumu manipüle etmek için uğraşıyorlar.



Şu bir gerçek: Türkiye artık “merkez ülke"dir. Dünya siyasetinin en başat aktörlerinden biridir.



Anayasası ABD ve müttefiklerince yapılmış ve onaylanmış ezik Almanya, Türkiye, kendi iradesiyle yeni bir anayasa yapacak, yeni bir sistem inşa edecek ve dünya siyasetinde daha belirgin bir rol üstlenecek diye öfkeden kuduruyor.



Tasmasını elinde tutuğu Hollanda ve Avusturya gibi ülkeler de öfkeden gözü dönmüş bu Almanya'ya yaverlik ediyor.



16 Nisan'da, Türkiye'deki referandumdan hayır çıkması için ellerinden geleni yapıyorlar.



Bütün uluslararası kuralları, demokratik nezaketi, diplomasiyi ayakları altına alıp çiğniyorlar.



Gazetelerinde, dergilerinde, internet sitelerinde, televizyonlarında sabahtan akşama kadar Türkiye ve Erdoğan düşmanlığı yapıyorlar.



15 Temmuz'da darbe yapmak isteyen FETÖ'cü hainlere kol kanat geriyorlar.



Köpekleriyle, coplarıyla saldırıyorlar.



Kendilerini demokrasi havarisi gibi lanse ediyorlar oysa basbayağı demokrasi haramiliği bu.



Neymiş, Türkiye, 16 Nisan'da yapılacak referandumda “evet" derse, AB'nin kapısını sonsuza kadar kapatacaklarmış.



Şu ikiyüzlülüğe bakın.



Mısır'da darbe yapıldığında darbecilere kapılarını ardına kadar açan Avrupa, Türkiye'nin özgür ve demokratik bir tercihi sonunda kapılarını tamamen kapatacakmış.



Kapatın, acilen kapatın hem de… Çünkü bugünkü Avrupa Birliği kapısının tabelasında artık “demokrasi" yazmıyor.



Çünkü o kapının ardında artık faşizm ve Nazizm var.



O kapının ardında terör destekçiliği var.



O kapının ardında islamofobi, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık var.



O kapının ardında ortaçağ karanlığı, bulantı, buhran, bunalım var.



Avrupa'nın başı dönüyor, midesi bulanıyor; hastalıklı bir çocuğa gebe Avrupa.



Bu çocuğun adı neo-nazizmdir, neo-faşizmdir.



Güya “kapıları kapatırız" diye tehdit ediyorlar: Hâlbuki kapatırız dedikleri kapı aslında kendi elleriyle inşa ettikleri cehennemin kapısından başka bir şey değil.



Ve AB, dozunu arttırdığı faşizmle kendi cehennemine odun taşırken, bu cehennemden uzak durmak en iyisidir.



Türkiye Avrupa'nın karanlığına, kâbusuna, nazizmine, faşizmine “hayır" derken, kendi aydınlık geleceğine “EVET" diyecek. Ne AB durdurabilecek bunu, ne de hayırcılığı mandacılıkla harmanlayan uşaklar!


#ABD
#Faşizm
#Avrupa
٪d سنوات قبل
AB'nin tabelasında artık faşizm yazıyor
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü