|
Bir münevverin siyasetle imtihanı - 2

Mahir Ünal’ın devrimlerin sertliğinden söz etmesi yanlış mıdır?

Asla!

Tamamen doğrudur.

Ayrıca konu zaten hep gündemdedir. Bir torunun dedesinin mezar taşını okumaktan mahrum edilmesiyle başlayıp, ilmî, kültürel ve siyasî düzeylerde yapıla gelen tartışmalar bugün de devam etmektedir.

Öte yandan, son olarak Ünal’ın münevver kimliğiyle vurguladığı mesele, sadece
inkâr eden
değil aynı zamanda inkâr edilen yönünden büyük
çelişki
dir.

Zira böyle bir inkâr devrimleri ve yapanları yok saymak anlamına geldiği gibi, birilerinin uğrunda savaştıklarını söyledikleri Batılılaşmacılık, çağdaşlaşmacılık vb. içleri boş kutsal kaselerin kendiliğinden kırılması anlamına da gelir.

Dolayısıyla Ünal’ın dile getirdiği görüşte, tartışmanın
özne
si
Cumhuriyet değil,
kültürel tahrip, baskı ve zorbalıktır. Bunu hafızada ve dilde tutmak ne Ünal ne de başkaları için suç teşkil etmez, bilakis geçmişi bilerek şimdiyi ve geleceği daha iyi kurmak bakımından özel bir
değer
taşır.

“Konu böyleyken Mahir Ünal AK Parti’deki görevinden neden ayrılmıştır?” sorumuz tam buradan doğmuştur:

Bizim ilk etapta bu sorunun cevabını münevverlik ile siyasetçiliğin hakikatlerindeki farklılıklarda aramamız konunun esası itibariyle doğrudur ki, bundan hareketle başka tespitlerimiz de olacaktır.

Ancak bu tespitlere geçmeden önce Ünal’ın istifasına
mal bulmuş mağribi
gibi sarılanların, sarılma nedenlerini kısaca değerlendirerek onları kendi maksadımızın selameti için konunun
dışına
itmek zorundayız.

FETÖ artığı ya da kripto veya muhalif kimi köşe yazarları, Mahir Ünal’ın istifasını, düşünce özgürlüğünde 12 Eylül’ün bile gerisinde kalmaya; AK Parti’ye hâlâ büyük dava sahipliği ve ideolojik anlamlar yükleyenlerin büyük hüsranına; ittifak partisinin güç gösterisine… yorarlarken, şu ortak amaçlarını hiç gizlemiyorlar: Erdoğan’ı ve partisini yıpratmak!

Başkan Erdoğan’ın AK Parti’nin son grup toplantısında, Ünal’a teşekkür etmesi, kendisiyle farklı alanlarda yakın çalışmaların süreceğini belirtmesi, mezkûr köşe yazarlarını –soğuk duş etkisiyle birlikte- susturacak nitelikte olsa da, AK Parti ve Müslüman kamunun ilişkisi cihetinden söylenmesi gereken şeyler bulunmaktadır.

Zira, AK Parti’nin şunca yıldır Müslüman kamunun desteğine mazhar oluşu, FETÖ artığı ya da kripto köşe yazarlarınca sürekli saldırılan bir husus olagelmiş; 15 Temmuz FETÖ darbesinin öncesinden başlanarak, iktidar nedeniyle İslamcılığın ölümünün ilanı ve sözde zıtlıklar üzerinden Müslüman kamuyla Erdoğan arasında derin bir çatlağın doğması hedeflenmiştir.

Gerçek şudur ki, AK Parti’nin kurulduğu ve siyaset yaptığı zemin bir başka partininkiyle aynıdır; emsallerinden farkı ise kuruluş felsefesi ile bu felsefeyi oluşturanların Müslüman kamunun taleplerine olan açıklığıdır.

Diğer bir söyleyişle Erdoğan, AK Parti’yi kurarken Müslüman kamunun beklentilerinin ne kadarına cevap verebileceğini düşünmüşse, kendilerini sosyalist, liberal, sol-kemalist vb. adlarla niteleyenlerin beklentilerine de o kadar cevap verebileceğini düşünmüş olmalıdır. Çünkü o bir
İslam partisi
değil,
Türkiye partisi
kurmuştur.

Müslümanların devletten yani iktidardan taleplerine gelince:

İslam devleti tabiri modern ve dolayısıyla içi henüz doldurulmamış bir tabirdir. Bu sebeple Muaviye Sendromunun da bir uzantısı olarak
mevcut
şatlarda
Müslümanların devletten bekledikleri, onun Darü’l-Harp ile Darü’l-İslam
ara’sında
bir yerde, salt adalet üzere durmasıdır. Bu tutumu belirleyen asıl şey ise dinî selametin devletin selametine bitişik olmasıdır ve bu bakımdan devletin varlığı öncelikli ve zorunludur. Hal böyleyken, Müslümanlığından ve dirayetinden emin olunan birinin devletin başında bulunması, doğal olarak Müslüman kamunun şevk ile memnuniyetine ve onu desteklemesine sebeptir.
Buna karşılık Erdoğan da mevcut dindar, Kemalist ve laikçi çatışması içinden –çoğu zoraki olarak– çıkartılan problemlerin
üstünden atlamak
(sahiden önem arz ediyorlarsa o problemleri ilgililerin harareti söndükten, ortam normalleştikten sonra halletmek) suretiyle son derece maharetli, basiretli ve iradeli bir tutum sergilemiştir.

Mezkûr köşe yazarlarının ilk etapta sarsmaya ve yıkmaya çalıştıkları şey zikredilen memnuniyeti ve desteği de ihtiva eden siyasî dengedir.

Bu bağlamda Ünal’ın istifası da –o yıkıcıların elini boşa çıkarmak için– AK Parti’nin hata ve sevap cetveline
problemlerin üstünden atlamanın
tipik örneklerinden biri olarak işlenecektir.

Problem ise sabittir ve bunu dile getirmek her münevver için haktır.

Hak ile siyasetin çatışması da sürpriz değildir.

#Mahir Ünal
#AK Parti
#Cumhuriyet
1 yıl önce
Bir münevverin siyasetle imtihanı - 2
Ukbe b. Nâfi’nin cehdi
İğne ve çuvaldız…
İhracatta Türkiye
Hizmet sektöründeki enflasyon işleri zorlaştırıyor!
Tarihin sonu ve ABD üniversiteleri