|
Ahmed İbn Teymiye
Mütefekkir, muhaddis, müfessir, fakih, usulcü, mütekellim ve dilci olan İbn Teymiye (Ebü'l-Abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm b. Mecdiddîn Abdisselâm el-Harrânî; ö. 1328), Harran – Şam –Kahire – İskenderiye hattında; Hristiyan, Yahudi, Sabii ve Şii-Batıni inanışların da etkin oldukları bir bölgede; Moğol istilası, Haçlı seferleri, Müslüman kavim ve yöneticilerin iktidar çatışmaları ile Şii-Batıni nifakının yol açtığı kriz devrinde yaşamıştır.

Dımaşk Kalesi'ndeki son hapsinde (ki, iki yıldan fazla sürmüştür), kalem ve hokkasının elinden alınmasından duyduğu üzüntüyle hastalanarak vefat ettiği de göz önüne alınırsa, İbn Teymiye'nin (ra) yaşadığı hayatın ne denli çetin geçtiği, hakkındaki yoğun ithamların gerçek nedenleri ve bunlara karşı verdiği mücadelenin şiddeti daha iyi anlaşılabilecektir.

Şimdi kendi günümüzden bakacak olursak:

Bizim münevverlerimiz de İbn Teymiye'ye karşı mesafeli durmuşlardır. Necip Fazıl'ın ondan bir paragraf olsun okumaksızın yaptığı ağır eleştirilere ilgi duymadıkları gibi, İran devrimiyle Türkiye'de artan Şii ilgisini kırmak üzere, merhum Muhammed Kutub'un (Suudi Arabistan'ın) projesi olarak gerçekleştirilen Mecmuu'l-Fetâvâ çevirisine de (İbn Teymiye Külliyatı, Tevhid Yay., İst., 1987) ilgi duymamışlardır.

Bunu, onların 1-Müslümanların siyaseten güçlenmelerini ön plana alarak, mevcut düşünsel birikimlerini bu yönde kullanma ve 2-İtikadi tartışmalara girişebilecek bilgiden yoksun olma durumuna bağlamak mümkün olduğu gibi, Osmanlı'nın fetih şuuruyla, sufi metafiziğini meczetmesininin diğer adı olan Anadolu tipi sufiliğin etkisin altında bulunmalarıyla izah etmek de mümkündür.

Ancak, onların Nietzsche, Weber, Heidegger, Deleuze, Derrida…'yı ve elbette Varoluşçuları okuyan Müslümanlar olarak, düşünce ve yazıda kompleks olanı değerli görmeleri nedeniyle İbn Teymiye'ye (aynı zamanda onun eserlerini okumamak suretiyle) mesafeli davranmaları daha öncelikli bir neden olsa gerektir.

Bu manada, nas'a (ve ondaki zahiri anlama) itibar etmesi nedeniyle selefi bir tutumu benimsemiş olan İbn Teymiye, batıni anlamı ötelemesi ve bunu ifadede gerekli olan tevilden, analojiden (kıyas'tan), mecazdan, teşbihten… uzak durması bakımından, ayrıca cedelci mizacına bağlı olarak eserlerini belirli bir sisteme göre değil, günlük sorulara, olaylara, itirazlara bir tepki olarak yazması açısından fıkhi bir netlikte ve keskinlikte karar kıldığı için, onun yukarıdaki isimlere nazaran lafzı kuruttuğuna, çok da iyi bir dilci olduğu halde kendisini entelektüel, edebi bir dile kapattığına naklen inanılmıştır.

Haliyle, İbn Teymiye, zamanımızın çokça idealize edilen medeniyet projesine, yeni kültürün üretimine katkı yapacak biri olarak görülmemiş; Mustafa Kara'nın kelimeleriyle, kuru bir reaksiyoner olarak ortaya çıkmadığı, tenkit ettiği konularda çok ciddi araştırmalar yaptığı, Hristiyanlığa, Şia'ya, felsefe ve tasavvufa karşı çıkarken esaslı delillere ve sentezlere dayandığı, muarızlarınca da çok iyi bilindiği halde, tekfirci eğilimlerin, siyaset merkezli radikal yönelişlerin, sufilik düşmanlarının adresi olarak görülmüştür.

Öte yandan, emperyalistlerin, İslamofobyayı, mezhep çatışmalarına dayalı şiddet örnekleriyle belgeleyerek yaygınlaştırmaya çalışmaları ve bunu yaparken de en çok İbn Teymiye'nin düşünce ve fetvalarına yaslanmaları, onun adına duyulan soğukluğu daha da artırmıştır.

Bunlardan bakıldığında, bizde, İbn-i Teymiye'nin kendi iddiasından vurulduğu kanaatine ulaşmak mümkün görünmektedir.

Şöyle ki, onun aynı zamanda mezar ekonomisine (tasavvuf adı altında kurumlaşmış maddi ilişkilere) bir tepki olarak başvurduğu tekfir, onun düşünce ve fetvaları eşliğinde selefilik gömleği giyinerek emperyalistlere hizmet edenlerin de hak ettikleri müşterek bir sonuca dönüşmüş gibidir.

Diğer bir söyleyişle, bugün bir fakih emperyalistlerin hizmetindeki selefileri siyaseten tekfir ederse, bu ittifakla kabul görecek bir fetva olmakla, İbn Teymiye'nin üzerinde ittifak edilmemiş fetvalarına baskın çıkabilecektir.

Dolayısıyla İbn Teymiye, tekfircilikteki gayreti (günümüzdeki kimi Müslümanların buna özenmelerine sebep olması) nedeniyle, yeni dünyada tahammül üzere birlikte yaşama çabalarının kendisini dayattığı şu şartlarda, olumsuzlukların dini öznesi olmaya mahkum da edilebilecektir.

Oysa ki, eserlerini okuyabildiğimizde ve hakkındaki önemli araştırmaları iyi incelendiğimizde, Kur'an ve sünnete uygun sufiliğe karşı olmadığını daha iyi anlayabileceğimiz ve bunu onun has öğrencisi olan İbn Kayyım el-Cevziyye'nin Medâricu's-Sâlikîn adlı eseriyle (Kur'anî Tasavvufun Esasları, İnsan Yay., İst., 1994) teyit de edebileceğimiz İbn Teymiye'ye, birlikte yaşama çabası adına dinsel sentezciliğin (diyalogçuluğun), insanseverlik adıyla kafirseverliğin, aşkçılığın; şeyhçilik ve mezar ekonomisinin yine tavan yaptığı günümüzde, yukarıda (mesafeyle ilgili) öncelikli neden olarak zikrettiğimiz hususta muhtaç olabileceğimizi, en azından (Muhammedî tarikatın gerekliliğine inanan) bizler gözardı etmemeliyiz.

Bunun neden elzem bir durum olduğunu, İbn Teymiye'nin (onunla birlikte üç kandil olarak nitelediğimiz) Ebu Hamid el-Gazzâlî ve Muhyiddin İbn Arabî ile birlikte değerlendirilmesinden görebiliriz.

Bu da Pazar gününün yazısına kalsın inşallah.

twitter.com/OmerLekesiz
#Ahmed İbn Teymiye
#Muhyiddin İbn Arabî
#Tasavvuf
#şeyhçilik
il y a 9 ans
Ahmed İbn Teymiye
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı