|
Kültür, saray ve yarasalar
Mevcut yükseköğretim sisteminde bir öğrencinin sevdiği, arzuladığı bir bölümde değil ancak alabildiği puanın onun için belirlediği bir bölümde okumak zorunda olduğu malumdur. O bölümü okurken de ‘azami surette hayata hazırlanma’ esasının değil, kendisine verilen derslerle ilgili ‘geçer bir puan’ alarak diplomaya erişmesinin gerektiği malumdur.

Bu yanıyla cehaleti ortadan kaldırması umut edilen mevcut yükseköğrenim, puan ve diploma şartıyla sınırlı olduğu için ilmin, bilginin taliplileri açısından cazibe merkezi olmaktan çıkmış bulunmaktadır.

Söz konusu yapıda bugünden yarına bir değişim hemen gerçekleşmeyeceği için öğrencileri seçtiği bölümde okuyorsa ‘puan için yarışan taylar’ psikolojisinden kurtaracak, seçtiği bölümde okumuyorsa gönüne denk düşen ilim dalının bilgisiyle donanmasını sağlayacak bir sistemin oluşturulması elzem görünmektedir.

İşte bu yapı ancak geçmişten gelen medrese birikimiyle ve İSMEK’in mevcut atölye tecrübesinden elde edilebilir.

Asitane Derneği ve İnciden Eğitim Kurumları hem İSMEK tarzı atölyelerle normal bir aktiviteyi sürdürürken hem de Mehmet Kara ve Süreyya Su’nun yükseköğretim öğrencileri ve mezunları için hazırladıkları ‘Restorason İstanbul’ ana başlığı altında Temel İslami Bilimler (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Siyer, Tasavvuf), Epistemoloji, Ekonomi Politik, Sözlü Tarih – Göç ve Diaspora Araştırmaları, Görsel Sanatlar ve Sahne Sanatları, Plastik Sanatlar, karşılaştırmalı Edebiyat ve Kültürel Çalışmalar başlıklı bir ders programıyla ‘yüzyüze eğitim’in farkını ve gerekliliğini uygulamalı olarak ortaya koymuşlardı.

Bu ve benzeri projelere dini, ilmi, kültürel amaçla kurulmuş olan diğer derneklerin, vakıfların da sahip çıkmaları gerekiyor ki, belirtilen doğrultuda yüzyüze eğitimden azami fayda sağlanabilsin; dolayısıyla medrese eğitiminin yokluğuyla sızlanmak ve onu talep etmenin boş arzusuyla avunmak yerine bu manada beliren ciddi boşluk da doğru ve hak ettiği şekilde doldurulabilsin.
ANKARA KONUYA DAHİLDİR
Bir önceki ‘İSMEK atölyelerinden ilim kürsülerine...’ başlıklı yazımdan hemen sonra, zikrettiğim çerçevedeki çabanın Ankara’daki yürütücülerinden olan Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nın ‘Kültür Söyleşileri’nden birine konuk katıldım.

Merkezin başkanı Turan Karataş, onun yardımcısı da Şaban Abak dersem aslında neye niçin katıldığımı, sohbet içeriğinin ve bu sohbetten amaçlananın ne olduğunu yeterince söylemiş olurum. Buna rağmen yine de etkinlikten hiç haberi olmayanları bilgilendirmek açısından şunları bildirmiş olayım:

Turan Karataş Türk Edebiyatı konusunda akademik çalışmalar yapmakla kalmayıp, çeşitli üniversitelerde yöneticilik, birçok kültürel kuruluşta üyelik, danışmanlık yapmış, son otuz yılın kalburüstü dergilerinde gündelik edebiyatın nabzını tutan değerli yazılar yazmış önemli bir bilim adamıdır.

Kültürel konulardaki sorunlara ve çözümlerine ilişkin düşüncelerimiz büyük oranda ortaktır. Ben nasıl yüzyüze eğitimin gerekliliğinden burada çeşitli vesilelerle söz ediyorsam o da başkanlığına getirildiği kurumda yetkisi ve imkanları gereğince ‘söz değil artık eylem!’ diyerek haftalık sohbetleri başlatıvermiş.

Elbette benim İSMEK atölyelerinden hareketle oluşturduğum teklifte devlet yardımı yer almıyor hatta yapılacak işin bereketi açısından bundan şiddetle uzak durulması öngörülüyor. Ancak konuyla ilgili ilk örneği ortaya koyan devlet olduğu gibi, yararlanılabilir yeni yetkin örneklerin de devlet tarafından verilmesi normaldir. Turan Karataş ve Şaban Abak’ın yönettikleri kurumda yaptıkları kültürel etkinlikler gündelik yararları dışında asıl bu yönüyle de izlenmeli ve örnek alınmalıdır.
SARAY VE YARASALAR
Kendisiyle ‘Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ adlı yazısını yayınlamadan önce konuştuğumuz Mustafa Kutlu ağabey Ankara’ya gideceğimi duyunca ‘Git bir yakından bakıver’ demişti ama maalesef buna zaman bulamadım.

Konuyu kendisinden efradını cami ağyarını mani olarak okuduğum için Saray’ı görmeme gerek de kalmamıştı aslında.

Birkaç gündür Haşhaşilerin gazetesindeki saray vurgulu, müsrifler, saltanat düşkünleri kafiyeli yazıları okuyunca da Kutlu ağabeyin ne kadar doğru bir yerden ve ne denli vakur bir şekilde baktığına yeniden şahit oldum.

Saray ‘İslam zihniyetinin ürünü değildir’, ancak Müslümanların İmparatorluk kültürlerinin bir ürünüdür. Kültürden neşet eden medeniyetin tıpkı insan gibi belli bir ömre sahip olduğu ve günü gelince tefessüh edeceği malumdur.

Dolayısıyla yeni medeniyet iddasının özü değişmeyen zihniyete yaslanılarak birinin bittiği noktadan tekrar başlaması da mukadderdir ve bu yanıyla dairesel bir döngü içinde kültür ve medeniyete ilişkin her hususun başladığı yer aslında bittiği, bittiği yer de aslında başladığı yer olarak nitelenir; saray tartışmalarının da söz konusu iki noktaya teksif edilmesi ve dünyevi gerçeklikler planında savunulması ya da reddedilmesi gerekir.

Mustafa Kutlu’nun güzel bir örneğini verdiği şekliyle saray tartışmaları belirttiğim bu minvalde sürdürülmüyor bilakis, gerek kültürel gerekse mimari (sanatsal) bağlamdaki değerlendirmelerden, yaklaşımlardan da yoksun olarak Sayın Cumhurbaşkanı’nı yıpratmanın bir aracına dönüştürülmek isteniliyor.

Neyse ki saray devletin malı olarak yine devlete kalacağından son tahlilde Haşhaşi yarasaların onun etrafında çıkarmaya çalıştıkları gürültürler de kendiliğinden yokluğa mahkum bulunuyor.

twitter.com/OmerLekesiz
#ömer lekesizin yazıları
#yeni şafak köşe yazarları
#cumhurbaşkanlığı sarayı
9 yıl önce
Kültür, saray ve yarasalar
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi