O halde ilk zikrettiğim iki bilgiden, onlar üzerinden baktığım söz konusu ayetlerdeki ilgili kelimelerden ve İbn Arabi’nin ‘Yokluk bir hükümdür, mevcut bir şey değildir’ sözünden hareketle insan muhayyilesinin yok olanı (namevcudu) bile (kendi içinde) mevcut kılabileceğini ve dolayısıyla dünyevi gerçekliğin beraberinde (yanında ya da içinde) başka gerçekliklerin birbirleriyle eş-zamanlı olarak fehmedilebileceğini düşünebiliriz.
Bu da bizi yaşadığımız hayatın rüya oluşu anlamında rüyasında rüya görenler olarak, Batılıların 19. Yüzyıl'da sanat ve edebiyat adına adeta bir kutsal kase olarak dayattıkları gerçeklik anlayışının dışında ‘farklı’ (ve daha kapsamlı, daha insani) bir gerçeklik anlayışına eriştirebilir.
Yine İbn Arabi’nin ‘İrade gayb aleminden, hareket ise şehadet aleminden kaynaklanır’ sözü eşliğinde bilgiyi ölümlülerden değil de el-Hayy’ü-l Kayyum olan Allah’tan aldığımıza inanışımızla ve ondan aldığımız bilgiyi ‘hakikat’ olarak bilişimizle, ‘elle tutulur gözle görülür olan şeyin karşılığı olan şey’ anlamındaki maddi gerçekliği aşıp, zahiri ve batını birlikte içeren bir gerçeklik anlayışına talip olabiliriz; diğer bir söyleyişle biz şeylere, bilgiyi kendisinden aldığımız şeyler olarak bakabildiğimiz kadar, o bilgiyi bizi farklı bir tefekküre, tecessüse açan bir bilginin nedeni olarak da bakabiliriz.